Oyuncu Haluk Bilginer, "Tanrı diye bir şey varsa kadındır. Allah baba değil, Allah anadır o. Allah, baba olamaz. Niye toprak ana diyoruz da Allah ana demiyoruz. Hep erkek cümleleri bunlar" dedi. Bilginer, "İçinden insan çıkaran bir insanı erkek kavrayamaz. 14. yüzyılda kadınları niye yaktık, biz sizi niye yaktık, sizden korktuğumuz için" diye konuştu. Cumhuriyet'ten Ceren Çıplak'a konuşan Haluk Bilginer, "Erkeğin iktidarından nefret ediyorum, korkmak ne kelime... Dünyanın bu gidişatından çok korkuyorum. Korkmamak aptallıktır, insan olan korkar. Erkeğin de rahmi olsaydı, doğurabilseydi bu dünya çok daha mutlu bir dünya olurdu, savaş falan olmazdı. Kadın doğurduğu için yaşamın değerini biliyor, erkek yaşamın değerini bilmiyor. Öldürmeyi kahramanlık sanıyor" dedi.
Ceren Çıplak'ın, Oyun Atölyesi’nde sahnelenen “Pencere”de seyircisinin karşısına ‘zengin’ “Tom” karakteriyle çıkan Haluk Bilginer'le yaptığı söyleşi şöyle:
- Tom zengin, parasını bir restoran daha açmak için kullanan bir adam ve bunu inkâr etmiyor, dürüst. Öyle düşünüyor, öyle yaşıyor. Sonradan idealist olan Kyra ise zor koşullardaki hayatını değiştirmek için bir şey yapmıyor, evindeki ısıtıcısı bile ısıtmayan bir ısıtıcı. Ve bunu bilerek tercih ediyor. Tom, şoföre şoför diyor, Kyra ise şoföre yardıma muhtaç bir insan olarak bakarken aslında tepeden bakmış oluyor. En büyük idealist acaba sahici olabilen midir?
Tom’un parası var ama zenginliği yok. Kyra kendi iç devrimini yapamamış. İdealist olmanın doğru bir şey olduğunu düşünerek idealist olmaya çalışıyor. İdealizmi aslında kendine kalkan olarak kullanıyor, oysa Tom sahici. Sığındığı herhangi bir şey yok.
Parayı kazanmak kolay, herkes kazanır ama harcamak için kültür gerekir. Birikim, kültür, görgü, zevk gerekir. Para kazanan çok ama harcamayı bilen var mı? Para zaten yerin dibinden petrolle akıyor Suudi Arabistan’da, orada herkes kazanıyor ama nasıl harcıyorlar? Kaç tane evde piyano var, kaç kişi tiyatroya gidiyor? Suudi Arabistan’da tiyatro var mı? Biz buna zenginlik mi diyeceğiz? Bu zenginlik değil, büyük fakirlik hatta fukaralık....
Türkiye’de ise bazılarının biraz parası var ama biz hiçbir zaman zengin olamadık. Zenginlik başka bir şey.
- Zenginlik nasıl yaşayacağını bilmek mi?
Evet.
- Siz nasıl yaşıyorsunuz?
Ben kendi bildiğim gibi yaşıyorum.
- Zengin mi yaşıyorsunuz?
Bilmem, siz söyleyeceksiniz onu, benim yaptıklarıma bakarak. Benim haddime değil bunu söylemek.
- Sizi sahnede görüyoruz, hayatınızı bilmiyoruz, nasıl söyleyebiliriz ki zengin yaşayıp yaşamadığınızı.
Ne yapacaksınız benim hayatımı? Benim hayatım bana özel. Sahnede gördüğünüz yetmiyor mu? Ne istiyorsunuz?
- Ama sahnede rol yapan Haluk Bilginer’i görüyoruz.
Sahnedeki rol mü? Asıl buradaki rol. Sahne gerçeğin olduğu yer. Şu anda siz bana röportajcı rolü oynuyorsunuz ben de röportaj yapılan adam rolü oynuyorum. Sahne gerçek, burası yalan!
Beni ürettiklerimden anlayacaksınız. Siz yazarak üretiyorsunuz, ben oynayarak üretiyorum. Bir şeyler üretiyor muyuz diye bakacağız.
- Oyunda kadın karakter yasak aşk derken erkek karakter asıl tehlikeli olanın açık ve göz önünde yaşanan bir ilişki olduğunu söylüyor. Sizce de açık yaşanan ilişki daha mı riskli?
Evet, evlenmek büyük risk. İki kişinin birlikte bir yaşam kurması büyük risk. Herkesin farklı beklentileri var. İki insanı bir yere koyuyorsun ve birlikte bir yaşam kurun diyorsun. Sen zorluyorsun o feragat ediyor, hadi orta yerde buluşalım diyorsun, o orta yerde kişiliksiz bir yer oluyor. Ben kendimden ödün veriyorum, siz kendinizden ödün veriyorsunuz ve ortaya yalan bir şey çıkıyor.
- Nasıl olacak o zaman?
Herkes özgür olacak. O zaman olacak. Sistem evliliği çok sever, bayılır, herkes evlensin ister. Sistem sorumluluk yüklemek için evliliği ister. Başını kaldırma, çok fazla bağırma, ev kiranı, elektrik faturanı düşün, sana sorumluluklar yükleyeyim, fazla bağırma, şikâyet etme der. Sistem bizi yönetebilsin diye evlilik ister.
İki kişi olarak bir noktada buluşabilmek için ödün vermek, vazgeçmek durumundasınızdır. Kendinizden vazgeçmezseniz birlikte olamazsınız. Arkadaşınla birlikte yaşamak zorunda değilsin, bir şeye kızarsın iki gün görüşmezsin ama karınla, kocanla her gün berabersin. Ödün iyi bir şey değil. Şimdi, Haluk Bilginer evlilik karşıtı diyecekler, öyle bir şey değil. Sadece bir şeyleri tahlil etmeye çalışıyoruz. Evlilik karşıtı olsaydım hiç evlenmezdim.
- Var olma mücadelesiyle ne kadar meşgulsünüz?
Var olma mücadelesi asgari ücretle çalışan bir fabrika işçisini de felsefe kitabı yazan profesörü de aynı şekilde ilgilendiren bir şeydir. Eşit derecede var olabilme mücadelesi kaygısına sahibiz çünkü hepimizin var olabilme mücadelesi farklı. Biri o felsefe kitabını yazarak var olmaya çalışıyor, öteki elektrik faturasını ödeyip çocuklarının masrafını karşılamak için...
- Elektrik faturasıyla meşgul olan biri tiyatroya nasıl gitsin?
Asgari ücretle yaşayan birine “neden tiyatroya gitmiyorsun” diye sorarsan adamı döverler. Bu Türkiye’nin ekonomik koşullarına dayanıyor. Asgari ücretle ev geçindiren biri “tiyatroya gidelim hayatımızı zenginleştirelim” mi diyecek? “Başlarım hayatına...” diye başlar cümleye altından kalkamazsın.
- Oyunda da denildiği gibi, var olma mücadelesi hükümette olmaktan, ihracat hamlesi yapmaktan ya da bir bankayı yönetmekten çok daha mı zor?
Tabii ki. Hükümette olmak çok kolay. Bunu çok isteyenler olur, ama ben hükümette olmak istemiyorum. Ben oyuncu olmak istiyorum. Oyuncu olmaya çalışıyorum.
- Usta bir oyuncu olarak hâlâ oyuncu olmaya çalışıyorum demeniz ne hoş...
Oyuncu oldum dersem bittim demektir, geçmiş olsun.
Ölene kadar en iyisini yapamayacağım ki... En iyisini yapamadan öleceğim bir gün bunu biliyor musun?
- Oyundaki “Erkekler tenisi bu, insanlar gelen topu karşılamakla ilgilenmiyor, artık servisi çakıp topun geri dönmemesini umuyorlar” cümlesi bugünkü ilişkilere iyi bir atış mı?
Aynen öyle. Ama erkekler böyle siz kadınlar öyle değilsiniz.
Zekâ sorunu tespit eder, akıl ise sorunu çözer. Erkek akıllı değil, kadın akıllı çünkü kadın doğuruyor. Toprak ana derler... Doğa aklı var kadının. Erkek doğuramıyor, erkek rahimsizlikle malul....
- Röportajlarınızda hep rahim vurgusu var. O yüzden şunu soracağım, geçen günlerde bir konferans için Freud’un torunu İstanbul’a geldi...
Penis kıskançlığı mı dedi, Freud gibi.
- Hayır. “Hepimiz ana rahminden geldik” dedi. Arto Tunçboyacıyan da bir konserde “Hepimizin memleketi ana rahmi” demişti. Sizde hepimizin Tanrısı ana rahmi mi demek istiyorsunuz?
Tanrı diye bir şey varsa kadındır. Allah baba değil, Allah anadır o. Allah, baba olamaz. Niye toprak ana diyoruz da Allah ana demiyoruz. Hep erkek cümleleri bunlar.
Sizin rahminiz var, siz insan üretiyorsunuz, erkeğin aklı bunu anlayamaz. İçinden insan çıkaran bir insanı erkek kavrayamaz. 14. yüzyılda kadınları niye yaktık, biz sizi niye yaktık, sizden korktuğumuz için. Erkeğin kafasında siz korkulacak bir şeysiniz. Siz cadısınız, içinizden insan çıkarıyorsunuz, biz onun için kolay öldürüyoruz, üretmenin ne olduğunu bilmiyoruz çünkü. Biz insan öldürmeyi kahramanlık zannediyoruz.
- Erkeğin iktidarından korkuyor musunuz?
Erkeğin iktidarından nefret ediyorum, korkmak ne kelime... Dünyanın bu gidişatından çok korkuyorum. Korkmamak aptallıktır, insan olan korkar. Erkeğin de rahmi olsaydı, doğurabilseydi bu dünya çok daha mutlu bir dünya olurdu, savaş falan olmazdı. Kadın doğurduğu için yaşamın değerini biliyor, erkek yaşamın değerini bilmiyor. Öldürmeyi kahramanlık sanıyor.
- Oyunda insanların artık konuşarak anlaşmadığı, dil denilen şeyin artık geçmişte kaldığına dair bir diyalog var. Nasıl anlaşıyoruz artık?
Birbirimizi döverek anlaşıyoruz. Kimin yumruğu daha güçlü ise o kendini haklı zannediyor. Kim daha çok bağırıyorsa o haklı zannediliyor. Daha çok bağıran değil genellikle bağırmayan haklıdır. İki arkadaş arasında da öyledir. Bir eksiği var ki bağırıp çağırarak ne kadar haklı olduğunu ispat etmeye çalışıyor.
- Bağıranlar belki haklılığın isyanı içindedir...
O başka. İktidara karşı isyan edersin hatta başkaldırırsın ki bir zahmet başkaldırmak da lazım, ama eşit ilişkiler arasında çok bağıran haksızdır, unutmayın. Özellikle yol ayrımlarında bağıran çok suçlu olandır.
- Biz iktidarları, süper kahramanları çok mu seviyoruz?
Biz tapınmayı severiz, erk severiz. Biz iktidar severiz, baba severiz. Birinin hükmü altında olmayı severiz ve o gücü saygıyla tanımlarız. Aslında orada bir dil sürçmesi söz konusudur. Korktuğunuz bir şeye korkuyorum diyemediğiniz için saygı duyuyoruz dersiniz. Babasından çok korkan çocuklar, babaları öldükten sonra “ben babama çok saygı duyardım” der, yalan. Ne saygısı, hem sevgi nerede? “Ben babamı çok severdim” niye demiyorsun? Biz dövene tapınmaya bayılıyoruz ve saygı duymakla tanımlıyoruz bunu. Korkuyoruz demiyoruz. Biz aslında çok korkuyoruz toplum olarak.
- O zaman Kyra’nın dediği gibi hepimiz tükenmiş bir halde miyiz?
Tabii ki. Kapatalım ülkeyi anahtarı da okyanusun en derin yerine atalım. 12 bin metre derine, en yüksek dağdan daha derin yerine atalım.
- Bu oyunda sıradan insanı yerme ile övme kavgası da var.
Sıradan insanı yeren sıradan bir insan. Unutma!
Kyra ise zengin bir ailede büyümüş, babası ünlü bir avukat ama sıradan insanın hayatını görüp galiba burada iyi bir şey var deyip ona yöneliyor. Ama tam da yönelemiyor çünkü kendi iç devrimini yapması lazım.
- Siz kendi içinizde devrim yapabildiniz mi?
Kim yaptı ki? Ben hâlâ çalışıyorum, bitiremeden de öleceğim bir gün. Siz yapabildiniz mi?
- Ben hâlâ kendimi anlamaya çalışıyorum...
Size bir haberim var; anlayamayacaksınız, anlayamadan da öleceksiniz! Çünkü insan değişen, dönüşen bir varlıktır.