"Sanatçı ne idüğü belirsiz bir tanımlama" diyen oyuncu Haluk Bilginer,. "Mesleksiz ünlülere ‘sanatçı’ diyoruz. Ben oyuncuyum mesela, öbürü heykeltıraştır, diğeri dansçıdır. 'Ben sanatçıyım' diyene soracaksın mesleğin nedir abla? Biraz daha sanatla ilgilenmelerini tavsiye ederim" görüşünü dile getirdi.
Hürriyet'ten Çınar Oskay'a konuşan Haluk Bilginer, "Atatürk'e tapınma hikâyesini geride bırakmak lazım" sözleri hatırlatıldığında "Ne güzel, herkes farklı yerde dursun zaten. “Atatürk’ü anlamaya çalışalım” dedim. Atatürk adı kullanılarak onun istemeyeceği çok şey yapıldı bu ülkede. O yüzden onun adını kullanırken çok özenli olmamız gerekir. Dünyanın anladığını bu istismarcılar anlamamış görünüyorlar da o yüzden kurdum bu cümleyi. Atatürk’ü rahat bırakın. İnsanlar önce okuduklarını anlasa..." dedi.
Çınar Oskay'ın Haluk Bilginer'le yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle:
- Şahsiyet’ değişik bir hikâye. Tür olarak nereye koyarsınız?
Beni çok heyecanlandıran ve benzerleriyle karşılaşmadığımız bir senaryo. Bildiğimiz seri katil hikâyesi değil. Adam kahraman da değil, tipik psikopat da. Yok olması gereken insanların listesini yapmış. Alzheimer olunca nasıl olsa unutacağım diye başlıyor sırayla... Şahane bir kara komedi/gerilim. Hakan Günday çok iyi yazmış, Onur Saylak da çok iyi çekiyor.
- Sizi ilk kez bu yaşta bir karakter olarak görüyorum.
Yaş alalım ama ruhumuz genç kalsın.
- Bir oyuncu için nasıl bir dönem bu?
Olgunluk dönemidir herhalde. Bazı şeyleri sorun etmemeye başlıyorsunuz. Hayata başka türlü bakıyorsunuz.
- Nasıl?
Öleceğini bilerek... Öleceğini bilen tek yaratık insan. Nedense bunu 30’lu değil, 60’lı yaşlarda anlamaya başlıyor. Sona yaklaşıyoruz. Shakespeare’in dediği gibi, “Zaman en büyük düşmanınız. Doğduğunuz andan itibaren ölüme doğru sürükleyen bir şey”.
- Ne oluyor bunu anlayınca?
Empati, vicdan, insan olma özellikleri artıyor.
- Bir araştırma hatırlıyorum. İnsanın en mutlu yaşı 63 çıkmıştı. Doğru mu?
- Öyle mi? Ben 63 buçuğum! Ve bence doğru.
Türk dizileri nasıl sizce? Dizi ihracatında ABD’den sonra dünya ikincisiyiz.
Televizyonda çok iş yapıldığı için insanlar tecrübe kazandı, meleke kesp etti, eskilerin deyimiyle.
Biraz çığırından çıkmadı mı? Abartılı yakın planlar, bağırış çağırış falan. Sizin kalibrenizde bir oyuncu için işkence olmalı.
Ağır işkence tabii. Sadece izleyene değil, yapana da. Tüm ekibe işkence. Her hafta 150 dakika! Bunu regüle etmeleri gerekiyor. Standart olmadığı için gecenin 4’ünde trafik kazası oldu, set çalışanları öldü.
‘Ezel’ vardı mesela, efsane bir dizi. O kalitede bir dizi görebiliyor muyuz artık?
Kalite düşüyor, senaryo tavsıyor. Yakın planlar; ben sana baktım, sen bana baktın. Çayı koy, demlensin, hâlâ birbirlerine bakıyorlar! Bence televizyonun geleceği internette. BluTV, Puhu TV... ‘Şahsiyet’te bölümler 60’ar dakika. Dünya standardı dramada maksimum bir saat, genelde 45 dakika. Sitcom’da 25 dakika. Türkiye’deyse 150 dakika!
Tiyatroyu görev duygusuyla mı yapıyorsunuz?
Öyle demeyelim, çok sevdiğim için yapıyorum. Tiyatro hayat, sinema sanat, televizyonsa bir mobilya. Televizyon sanatı diye bir şey olmaz. Sinema yönetmenin, tiyatro oyuncunun sanatı.
- Kutsadığınız bir şey değil ama...
Aman, aman, aman! Sakın! Efsaneleştirmeye gerek yok, neyse o!
Böyle bir tartışma vardı değil mi?
“‘Rolümdem etkilendim’ demek ya psikolojik rahatsızlıktır ya yalancılıktır” dedim. Saldırdılar. Oyuncu rolünden etkilenmez, nokta! Oyunculuk bir beceridir, marangozluk gibi. “Bu rol için altı ay bilmemkimlerle yaşadım.” Tanrı’yı oynadım ben. Ne yapacaktım? Altı ay Tanrı’yla mı yaşayacaktım! Selama abartılı hareketlerle çıkmalar falan... Mesleği bu çapaklardan arındırmak lazım.
Dünya Tiyatro Günü’nde Twitter’da şunu yazmışsınız: “Sözün bittiği yerdeyiz ama sanat sözün bittiği yerde başlar.”
Söz yetmediği için resim, beste yapıyoruz. İngilizce, Çince, Türkçe yetse neden beste yapayım ki? Bin kelime döksem ‘Guernica’yı anlatabilir miyim sözlerimle? Tiyatro da öyle. Tanrı’yı da oynadım ben. Ne yapacaktım? Altı ay Tanrı’yla mı yaşayacaktım! Selama abartılı hareketlerle çıkmalar falan... Mesleği bu çapaklardan arındırmak lazım.
- Kadıköy’de polis ‘Sadece Diktatör’ gibi bazı oyunları yasakladığında, “Polis keşke tiyatro izlemeye gelseydi” diye yazdınız.
Hiçbir sanat faaliyeti yasaklanmamalıdır. İzleyen içindir sanat. Ben sahnede “İnsan hali böyle bir şeydir” derim, siz de kendinizi, insanı anlamak, empati kurmak için seyredersiniz.
- Ülke gerildikçe ilgi arttı galiba tiyatroya...
Kadıköy’de herkes bir salon açalım diye tatlı bir telaş içinde. Ama çok küçük bir kitleye yaptığımızı unutmayın. Türkiye’nin yüzde 80’ine tiyatro dediğiniz zaman akıllarına hiçbir şey gelmiyor. Yüzde 14’ü “Sinema gibi bir şey ama canlı yapılıyor galiba” diyor. Sadece yüzde 6’sı hayatında bir kere gitmiş. Türkiye İstatistik Kurumu’nun sayıları bunlar. Yani ülkenin yüzde 5’ine, 6’sına tiyatro yapıyoruz.
- Mehmet Aslantuğ “Oyunlar yasaklanıyorsa baskı yok denemez” derken bazı sanatçılar “Bu ülkede kimse baskı altında değil” çizgisindeydi. Nasıl görüyorsunuz?
Tam sizin gördüğünüz gibi görüyorum.
- Nasıl yani?
Gazetecisiniz, sizin nasıl gördüğünüz çok önemli. Benimki yaptıklarımla, söylediklerimle ortada.
- Madem merak ediyorsunuz; “Türkiye’de herkes çok özgür” diyen bir sanatçı için ‘Alice Harikalar Diyarı’nda diye düşünüyorum.
Sanatçı ne idüğü belirsiz bir tanımlama zaten. Mesleksiz ünlülere ‘sanatçı’ diyoruz. Ben oyuncuyum mesela, öbürü heykeltıraştır, diğeri dansçıdır. “Ben sanatçıyım” diyene soracaksın mesleğin nedir abla? Biraz daha sanatla ilgilenmelerini tavsiye ederim.
- Açıktan muhalifsiniz, sizinle uğraşıyorlar mı?
Uğraşmak isteyen herkes uğraşıyor.
- Hayatınız zorlaştı mı?
Sizinki kolay mı?
- Hayır, değil.
Bravo. Ben sizden niye farklı olayım? Ama bir şeyleri ‘rağmen’ yapmak zevklidir. Türkiye’de tiyatro kurmuş olmayı hiçbir şeye değişmem.
- Sizin kulvarınızda akla ilk gelenler Genco Erkal, Müjdat Gezen, Ferhan Şensoy... Bu isimler hep katı Kemalist çizgideydi. Sizse “Bu Atatürk’e tapınma hikâyesini artık geride bırakmak lazım” demiştiniz Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e.
Ne güzel, herkes farklı yerde dursun zaten. “Atatürk’ü anlamaya çalışalım” dedim. Atatürk adı kullanılarak onun istemeyeceği çok şey yapıldı bu ülkede. O yüzden onun adını kullanırken çok özenli olmamız gerekir. Dünyanın anladığını bu istismarcılar anlamamış görünüyorlar da o yüzden kurdum bu cümleyi. Atatürk’ü rahat bırakın. İnsanlar önce okuduklarını anlasa...
- “Baba figürü var, 90 yıldır tapınıyoruz” demiştiniz.
Lidersiz hiçbir şey yapamamak... Bu kendini hiçe saymaktır. Çoban koyunlara lazımdır! Bizim toplum olarak kendi aklımızla hareket etmemiz lazım.
- AK Parti döneminde baba kültü hâlâ Atatürk mü sizce? Yoksa artık iki baba mı var?
Mesela İngiltere’de toplumun babası kimdir? Finlandiya’da kimdir? Belçika’da? Almanya’da? Yoktur. Demek ki olabiliyor. Babasız olabiliriz demek ki!
- Kadın oyuncuların Meclis’te sahneye çıkmalarına izin verilmemesine tiyatroculardan tepki yağıyor. Siz ne diyorsunuz? “Memur oyuncu olmaz” dediğimde bana söylemediklerini bırakmamışlardı. Gördünüz mü? Benim asıl derdim; o sahnede kalan erkek memurlarla! Memursanız amiriniz vardır, amirle tiyatro yapılmaz.
- Kızınız kaç yaşında?
11! Kendi torunumu kendim yaptım. Aracıyı kaldırdım!
- Hayatınızın diğer yarısı İngiltere’de. Kızınızın nerede yaşamasını istiyorsunuz? Birçok kişi göç ediyor Türkiye’den...
Bu kadar insan ülkeyi terk ediyorsa oturup kendimize bakmamız gerekmiyor mu? Bu kadar beyin göçüyor, telaşa düşmemiz gerekmiyor mu toplum olarak? Bu telaşı görmüyorum, görmek istiyorum. Nerede yaşayacağı kızımın kararı.
- Kızınız için endişeli misiniz? Kutuplaşmayı nasıl görüyorsunuz?
- Kutuplaşma çok tehlikeli. İnsanları iç savaşa götürür. Çok tehlikelidir, çok! Evlat olunca yaşantınızda bir şey değişiyor. Sizden daha kıymetli bir şey geliyor dünyaya. Egonuz kayboluyor. Hiç düşünmeden canınızı verirsiniz.
- Çetin Altan son röportajımızda, “Türkiye’de kadın başkaldırısı bekliyorum” demişti. Olabilir mi?
İran’da olanlara bakın, kadınlar yapıyor. Neden olmasın? Başlamış bile olabilir.
- Dünyada #metoo, #neveragain gibi hareketlerde tacizciler afişe edildi. Neden Türkiye’de kimse çıkıp bir şey söylemedi? Özellikle eğlence endüstrisinde?
Bizde kol kırılır, yen içinde kalır. Kalmamalı. Kırılan kolu yenin içinden çıkarıp “Benim kolumu kırdılar” diyeceksiniz! Çaresini arayacaksınız bir daha kırılmaması için. Herhalde bir olgunlaşma süreci gerekiyor.
- Siz şimdi pişmanlık duyduğunuz şeyler yaptınız mı geçmişte?
-Benim erkek egemen bakışım hiçbir zaman olmadı. Tersine, nefret ettim. Tabiatımda öyle bir şey var.
- İki evlilik yaptınız. Eşleriniz oyuncu ya da şarkıcıydı. Neden acaba?
Yetenek çok cazip bir şeydir. Çok çekicidir. Siz yeteneksiz insan sever misiniz? Hiçbir şey yapmayan, boş boş oturan?
- Çapkın ruhlu bir insan mısınız?
O ne demek, onu tarif ederseniz hemen söyleyeyim.
- Evet, top yine bana geldi!
Siz olmayan toplar fırlatıyorsunuz, ben de servisi karşılıyorum.
- Sürekli smaç geliyor!
Biraz da siz oynayın. Çapkınlığın tarifini alacağız şimdi sizden... Herkes dinliyor mu?
- Hımm... Flört etmekten hoşlanan?
Herkes flört eder. Her ilişki bir flörttür.
- Bunu nüfusun genelinden ya da mevsim normallerinden daha sık yaşayan? Don Juan’lık yani. Var mı sizde?
Hayır.
- Hiç olmadı mı?
- Hayır. İmkân, fırsat, ortam neyi yarattıysa o. Gidip “Nerede ulan” diye bakınmıyorum. O bir rahatsızlık, tedavi edilmesi gerekir.
- Erkekler arasında epey yaygın...
Erkek tohum bırakmayı sever. Doğadan bahsediyorum, horoz mesela. Ama düşünen, algılayan insanın işi o değildir.
- Evlilik nasıl bir şey sizce?
Toplu yaşama geçişte uydurduğumuz bir şey. Bu odadaki herkesi yönetiyor olsam derim ki: “Sen bununla evlen, borca gir, çocuk yap, işime de karışma.” İnsanları kontrol etmek için... Doğada böyle bir şey yok. Kendi uydurduğu değerlerle çok vakit kaybediyor insan. Yazık oluyor güzelim zamana.
- E siz niye evlendiniz? Hem de iki kez?
Başka ne yapacaksın bu toplumda! “Niye pasaportun var” diye de sorun o zaman. Kimse bırakmıyor ki çıkayım dışarı!