T24 - Hanefi Avcı'nın tutuklanma sürecinde kendilerine 'Devrimci Karargâh militanlığı' sıfatı adledilerek gündeme gelen SDP'li üç kadınla konuşan Yıldırım Türker, Dilay İlkaya Turan, Sultan Seçik ve Ekin Bodur'un yaşadıkalarını kaleme aldı. Yıldırım Türker'in Radikal gazetesinde yayımlanan (24 Ekim 2010) 'Kibar bir 12 Eylül üslubuyla basıldılar' yazısı şöyle: Kibar bir 12 Eylül üslubuyla basıldılar Yıldırım Türker, esas oğlanın arkasında kalan, sözüne kulak asılmayan, medyamız için karanlık öteki olan SDP'li üç kadınla konuştu. Hep birlikte Hanefi Avcı’nın geçici çöküşünü izledik. Ortak hafızamıza memleketin en dürüst ve namuslu işkencecisi tanımıyla yerleştirilen Avcı’nın hayatı, aşklarına kadar deşildi. Onu kitabı için cezalandırmaya karar verenler, kahramanımızın yanına bir paket halinde sosyalist bir grubu da koyuverdiler. On yıllardır devletin şiar edinmiş olduğu ‘birlik ve beraberlik’ ülküsüne AKP’nin hızlandırıcı pragmatizmiyle iyice yaklaşmış bulunuyoruz. Filler tepişirken arada kaynayıp gitmek işten bile değil artık bu memlekette. İşkenceci de tezgâhından geçmişlerle, sosyalistlerle aynı kumpasın içinde gösteriliyor. Düşmanlar birbirine vurdurularak birlikte hallediliyor. Birlik ve beraberlik derken buna benzer bir şey miydi acaba devletimizin muradı? Esas oğlanın arkasında kalan, sözüne kulak asılmayan, medyamız için karanlık öteki olan SDP’li üç kadınla konuştum. Kendilerine ‘Devrimci Karargâh militanlığı’ atfedilerek Avcı’nın hempası olarak sunulan bu üç kadını da dinlemek zorundayız. Onların onuru Avcı’nınkinden değersiz değil çünkü. Dilay İlkaya Turan, hekim. Şu an tutuklu bulunan SD Genel Başkanı Rıdvan Turan gibi. Sultan Seçik, radyoloji teknikeri. Sultan’ın eşi Günay da şu an tutuklu olanlardan. Sultan, o furyada gözaltına alınan tek kadın. Ama şerbetli. İlkgençliğinde işkence tezgâhından geçmişliği var. Ekin Bodur, öğretim görevlisi. Onun da yıllardır hayatını paylaştığı sevgilisi Ulaş Bayraktaroğlu içeride. 21 Eylül Salı. Gözaltına alındığınız o sabahı anlatır mısınız? Dilay: Sabah saat 5’e doğruydu. Ben bebeğimi emziriyordum, dolayısıyla yarı uyanıktım, kapı tıkladı. Ben de eşim de doktoruz. Muhtemelen dedim apartmandan birisinin sağlık sorunu oldu. Yoksa kapımızı bu saatte kim çalar? Eşim kalktı, kapıyı açtı. Kafamı çevirdiğimde robot gibi bir insanla karşılaştım, kafasında kask, yüzünde kar maskesi, zaten heybetli bir tip. Eşim yasal siyasi bir partinin genel başkanı. Kaldı ki yerleşik insanlarız ama adeta bir hücre evi basılır gibiydi. Daha sonrasında balkondan uzanıp baktığımda kameralar kurulmuştu. Zaten sabahın 05.30’unda basılmak da çok tuhaf. Bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Eşim polise, “Neden dolayı” diye sorduğunda : “Devrimci Karargâh” dediler. Yani o bile ilk etapta hatırlayabildiğim bir şey değildi. Bir süre durakladım sonra hatırladım o Bostancı meselesini. Zaten eşim de merakla baktı: ”Ne alakası var?” dedi. O zaman sana geçelim Sultan... Sultan: Bizim ev de sabah 05.30’da basıldı. Aradılar, evde bir şey çıkmadı. Akılları sıra 2 tane şey buldular internette okuduğumuz. İki haber. Ajans haberi.. Kitap falan almadılar. Bir ara “Kızıl Feministler” kitabını aldılar götüreceklerdi, ben “Onu mu alacaksınız” dedim. Bıraktılar. Ben de Günay’ı kalın kalın giydirmeye çalışıyorum hani gözaltına gidecek, ne olacağı belli değil. “Giyinmeyecek misiniz” dedi bana. Ben de “niye beni de mi alacaksınız?” dedim, “Evet, sizin de yakalama emriniz var” dedi. Evden çıkardılar. Biz 15 dakika neyi beklediğimizi bilmeden bütün mahallenin önünde ellerimiz kelepçeli bekledik. Yani mesaj verdiler herkese. Tek hissettiğim terör duygusu Mahalleden komşularımız, yöneticilerimiz hepsi bakıyor ve herkes ağlıyor. “Nereye götürüyorsunuz” , “Niye götürüyorsunuz”, diye ağlıyor insanlar. Çünkü biz 6 yıldır o evde yaşıyoruz. Çocukları okuma yazma öğrenemediklerinde Günay’a geliyorlar. Mesela kapı komşum hamileyken ben yardım ediyordum. Biz etrafıyla böyle sosyal ilişkileri olan insanlarız. Peki sen neler yaşadın Ekin? Ekin: Bir gece önce yoldan gelmişim, çok derin uykudaydım, o yüzden kapının vurulduğunu da duymadım. En sonunda Ulaş beni uyandırmaya çalışmış. “Kalksana, evi basıyorlar” dedi. İlk başta polisin bastığını anlamadım. Böyle bir yarı uyanıklık durumu arasında belki de bir 10 saniye sürdü. O ara işte karanlıkta bir adamın geldiğini gördüm. Kafası kasklı, siyahlar içinde; elinde otomatik tüfek olan, ucunda da ufak ışıklı bir şey olan adam geldi. Tüfeği bana çevirdi, “Geç şuraya” dedi. Ben yatakla kütüphane arasında sıkışan bir pozisyonda kaldım. Tek hissettiğim o terör duygusu oldu. İlk sorduğu soru “Evde kaç kişisiniz?”oldu. “3 kişiyiz” dedim. Ulaş vardı, ben vardım ve bizim partinin merkez yönetiminden bir arkadaşımız vardı. O da tutuklandı değil mi? Evet, önce gözaltına alındı, sonra tutuklandı. Kapıyı çalmışlar, bizimkiler de anlamamış ne olduğunu hayır mı şer mi? O anda tabii kapının kırılması için sebep olmuş. Bizim kapı da zaten biraz sert, bassan kırılacak bir kapıydı ama yine de 4 tekmede kırdılar. Saygı duyduk kapıya da. Bizimkileri yere yatırmışlar, benim duyduğum sesler onlarmış; müthiş bir operasyon yürütüyorlar ya. Bize ne polis olduklarını ne de neden geldiklerini söylediler. Bana: “Sen 18 yaşından küçük müsün?” diye sordu birisi. “Örgüt üyesi adam çocuk yaşta bir kızla” gibisinden bir sahne yaratmaya çalıştı. Bizimkiler hemen avukat arkadaşımızı aramak istediler ama aratmadılar. Telefon kullanamayacağımızı söylediler. Ama biz “Bu bizim yasal hakkımız . Avukatımızı arayacağız” dediğimizde kendileri bizim telefondan aradılar. Arkadaşımız yarım saat içerisinde eve geldi ve Devrimci Karargâh davası olduğunu söyledi. Çok şaşırdım. Yine bana “seninle ilgili herhangi bir yakalama emirleri falan yok rahat ol, sen gözaltında değilsin” dedi. Ama tabii o sırada fiilen gözaltındaydık. Aramalar 5-6 saat sürdü. Peki neyi arıyorlardı 5-6 saat? Mesela benim tüm defterlerimin her sayfasının tek tek fotoğrafını çektiler. 400-500 tane cd bulmuşlar, ben de evdeki cd sayısını öğrenmiş oldum. Gömlek ceplerindeki küçücük notlara kadar aradılar. Evimiz de kağıt dolu zaten. İnsan kendi kendine bu kadar şeyi yıllarca neden sakladığını soruyor ve anıları kağıtlar halinde saklamanın ne kadar boş bir şey olduğunu düşünüyor. Keşke hepsini yakmış olsaydım dedim kendi kendime. İnsan şunu düşünüyor tabi: Bu memlekette ne acılar yaşandı , Sultan da anlattı biraz önce gördüğü işkenceyi. Yaşananlara şükreder hale geldik. Şükürler olsun ki evimizi silahla basmalarına rağmen bizi vurmadılar diye düşünmeye başladık. Çünkü evimizde katliam gerçekleşebilirdi.
Zaten Sultan’ın ilk gözaltına alındığı dönemlerde her şey böyle yürüyordu... Polisin de bize söylediği şey sürekli “Bir şikayetiniz yok ya, bakın bir zarar verdik mi?” oldu. Tamam evi başımıza yıkmadılar ama onca şeyler yaşadık. Ve bize sürekli “Bakın biz ne kadar demokratiğiz , açsaydınız kapıyı kırmazdık” ya da Terörle Mücadele’ye götürdüklerinde bize yine “İçiniz rahat etsin , sizde işkence şüphesi kalsın istemiyoruz” cümlelerini vurguladılar. Biz de “Sağolun çok demokratiksiniz ama olması gerken de bu değil mi zaten , niye bunu vurguluyorsunuz” dedik. Daha önceden de çok ev basıldı, birçok insan öldü. Sonuçta bu kadar insan evinden çıkıp bakkala da gidiyordu. O sırada gözaltına alınabilirdi. Ama kendi tarzlarını göstermeye çalıştıkları gözlemini yaptım ben. Bu 12 Eylül üslubu değil mi? Ekin: Kibar bir 12 Eylül. Siz Hanefi Avcı ile bağlantılandırıldığınızı öğrendiğinizce ne düşündünüz? Sultan: Öfke...Hanefi Avcı işkenceci ve ben 22 yaşımda bir sürü işkence gördüm. Tayyip Erdoğan demiş ki “Yoldan geçeni almıyorlar”. Evet gerçekten de doğru söylüyorlar. Ben 5 buçukta evimde yatarken geldi beni aldı ve beni bana işkence yapan adamlarla aynı sandalyeye oturtacak. Peki ben ne diyeceğim? Sosyalizm ülkümden mi söz edeceğim, insanlık ve bu devlet hakkındaki hayallerimden mi söz edeceğim, partinin ideallerinden mi söz edeceğim yoksa dönüp Hanefi Avcı’nın yüzüne mi tüküreyim sen ne arıyorsun benim yanımda diye. Hep kendime şunu söylüyorum mahkeme olacak; bir tarafta benim sevgilim canım kadar sevdiğim mücadele arkadaşlarım, dostlarım yoldaşlarım... Bir tarafta da bu adam. Sultan: Diyorlar ya bazen biz hepimiz bir gemideyiz beraber batacağız. Ben onunla batmayacağım. Daha 15 yaşındayken beni döverlerken ‘emniyetin ekmeğini yiyip büyüyen ama onlara ihanet edeni böyle yaparız’ derlerdi hep. Baban bekçi diye mi? Sultan: Tabi babam bekçi diye beni çok dövdüler. Ben hala şöyle diyorum bu onlara verilmiş en büyük ceza. Onların çocukları onları reddiyor çünkü. Ben reddediyorum işte. Avcı, o yıllarda devlet politikası öyleydi, işkence yaptırdım diyor. Ama ne yaptırdığını söylemiyor. Sultan, gözaltında nasıl sorgulandın? Sultan: 5 dakika sorgulandım. Necdet Kılıç’ı tanır mısınız, Hanefi Avcı’yı tanır mısınız gibi sorular yok. Orhan Yılmazkaya’yı tanır mısın? Gazi mahallesinde yapılan bir basın açıklamasına katıldın mı? Şeyh Bedrettin’i bilir misin? Sorular bunlar, bu kadar. Ekin: Avukatımın müvekkillerinin hiçbirine Devrimci Karagah’la ilgili soru sorulmamış. SDP’li arkadaşlar gözaltında sadece savcıya ifade verdiler. İfadelerden biliyoruz; bir yıl boyunca teknik takibe almışlar; elle tutulur bir somut kanıt elde edememişler. Sultan: Ulaş Bayraktaroğlu dalgıç. Ulaş işinden geldikten sonra malzemelerini bana verdi; arabamız vardı. Sonra telefonda malzemeleri almak istiyorum dedi. Ben de “Malzemeleri öyle bedavadan alamazsın; bir rakı balık yapmamız lazım” dedim. Söz konusu malzemeler Devrimci Karargah örgütünün şu şu şu eylemlerinde kullanılan malzemelerdir diyorlar. Bunlar balıkçı oltası. O bağlantının kurulduğu halka Necdet Kılıç anladığım kadarıyla Ekin: Evet Necdet Kılıç. Eskiden sıkça yazıldığı ve basında da yer aldığı gibi 80’de Kurtuluş Davası’nda yakalanmış ve yıllarca cezaevinde yatmış , işkence görmüş, yıllar sonra bizim de bildiğimiz Aktüel Dergisi’ne Hanefi Avcı’yla röportaj veriyor. Bildiğimiz olay budur. Ama bir parti bağlantısı yok değil mi? Sultan: Yok. Partinin örgütsel hiçbir toplantısına katılmadı. Eğer böyle bir şey varsa. Necdet Kılıç ve Hanefi Avcı’nın ilişkisi SDP’nin bildiği , onayladığı yada göz yumduğu bir ilişki değil. Bunu biz de bilmiyorduk; söylememişti Necdet Kılıç. Biz bunu dışarıda, savcılıkta duyduk. AKP açısından önümüzde işçi sınıfının çok ezileceği, liberal politikanın çok yakıcı olacağı bir dönem geliyor. AKP Kürt sorununa kendi istediği tarzda bir çözüm istiyor. Ve bu iki mesele önünde engel teşkil edebilecek sosyalist demokrasi birliği sürecinde çekim kuvveti oluşturabilecek bir muhalif kesimi de bertaraf etmek istiyor. Bunu bertaraf ederken diğer sosyalistlere de bir mesaj vermiş oluyor. Hanefi Avcı’nın yanına katarak lekeleyip itibarsızlaştırıyor. SULTAN SEÇİK ANLATIYOR 1997’de evim basılarak gözaltına alınmıştım en son. 22 yaşında sosyalist, genç bir muhabirdim. O zaman İstanbul’da Terörle Mücadele Şubesi’ne gittik. Ben 7 gün kalacağız diye düşünüyorum ama 16 gün kaldık. Çok işkence gördüm. Tecavüze uğradım. Bırakıldıktan 16 gün sonra kısmi felç geçirdim. Belden aşağım tutmuyordu. 22 buçuk yılla beni yargıladılar ve ben beraat ettim. O zaman Türkiye’ye karşı işkence davası açtık, gözaltına alınan arkadaşlarımla beraber. Süleyman Yeter de vardı.rum. Acaba elerim tutacak mı...Sonra AİHM’e gittik. Burada bir sonuç alınamayınca. 6 Nisan’da AİHM karar verdi: Türk Devleti bana tazminat ödemeye mahkum edildi. Başka bir hayat kurmuştum. Aradan çok sene geçmişti. Şöyle düşündüm; keşke 1 kuruş tazminat almasaydım da onları hiç yaşamamış olsaydım.