"Bu Mülkün Sultanları" kitabının yazarı Necdet Sakaoğlu bu kez, gölgede kalmış sultanları yani “Bu Mülkün Kadın Sultanları”nı kaleme aldı.
Araştırmacı-yazar Sakaoğlu bu nedenle “Bu kadınların hikayelerini her şeyden önce hazin” olduğunu söylüyor. Haremin bugün popüler kültürün de fantezi ihtiyacını karşılamak için “genelev” gibi tanıtılmasını büyük bir yanlış olarak gören Sakaoğlu ile Vatan Gazetesi Osmanlı Haremi’ni, işleyişini, kurallarını ve Harem’e damgasını vuran, çok özel kadınları konuştu. Harem’e girmek kolay mıdır, güzel olan her kadın Harem’e alınır mı? Hiç kolay değil. Tabii öncelikle kadının güzel olması gerek. Ayrıca bazı özellikleri de olacak. Bir müzik aleti çalmak, güzel oynamak gibi. Yürüyüşü de hoş olmalı. Hürrem Sultan öyledir. Onu hiçbir tarihçi güzel anlatmaz, hep neşeli, şirin, şuh bir kadın olarak anlatırlar. Yani Harem’e güzel ama boş kadınlar giremez... Hayır. Hatta bu, Harem’e sarayın günlük işlerini yapmak için alınan hizmet için alınan hizmet cariyeleri için de geçerlidir. Bu kadınları kim seçer? Harem’in uzmanlaşmış, padişaha yakın olan, danışmanlığını yapan, güvendiği, kıdemli cariyeleri vardır. Onlar danışman, yardımcı, her işini gören kadınlardır. Onlara usta cariye denir. Hareme yeni gelen kadınları seçen, eleyen de onlardır. Bu konuda çok uzmandır. Bir kadına arkadan baktıklarında bile yüzlerinin nasıl olduklarını bildikleri anlatılır. Bu seçim nasıl yapılır? Kadınlar önce muayeneden geçirilir. İşte öksürmeyecek, aksırmayacak, horlamayacak, uyurgezer, epilepsisi olmayacak gibi. Hasta olanları almazlar. Görünüşüyle, yürüyüşüyle, kırıtmasıyla saray havasına uygun olmalı. Bu o kadar önemlidir ki dişi çürük, ağzı kokan kadınlar hizmet cariyesi olarak bile alınmaz. Harem’e giren bir kadın hiç mi dışarı çıkamaz. Mesela Harem’den emekli olunur mu? Harem-i Hümayun, Enderun ve kadınlar bölümünden oluşur. Enderun’da da içoğlanlar vardır ki, onlar da, zeki, yetenekli erkeklerden seçilir. Japonca bilenleri bile vardır. Harem’de geçen süre ise sekiz seneyle sınırlıdır. İşte bu süre içinde herkes yükselebildiği kadar yükselir, imtiyaz kazanır. Yani bir çeşit kariyer yapıyorlar? Evet. Bu süre içinde ya da sonunda erkekler devlet makamlarında görev alırlar. Kadınlar ise sekiz yılın sonunda güzel bir çeyizle evlendirilir. Genellikle de bu içoğlanlarla ve onlara İstanbul’un bir semtinde bir de ev verilir. Saray görgüsünü alan, Enderun ve Kadınlar bölümünde bulunmuş bir çiftin İstanbul’da bir yere yerleştirdiklerinde etraflarında yaratacakları değişimi bir düşünün. İşte bu evliliklerle Osmanlı saray kültürünü, İstanbul’un yüksek kültürünü şehre yayardı. Zaten halk da onlara “saraylı” derdi. Onlarla birlikte o semte sarayın yemekleri, adetleri, giyim kuşamları da giderdi. Ne yazık ki buna rağmen Harem bir seks yuvası gibi anlatılır. Oysa padişah istediği kadar kadınla da olamaz, bu sayı dokuzla sınırlıdır. Üstelik padişahın hangi gün hangi kadınıyla birlikte olacağı bir nöbet çizelgesiyle kadın danışmanlarınca belirlenir ve padişah da bunun dışına çıkamazdı. Sultan İbrahim ve III. Murat’ın sadece bu kuralların dışına çıktığını biliyoruz, o kadar. Hürrem Sultan; ilk first lady Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ı güzel olmasa bile, şirinliğiyle, şuhluğuyla öylesine büyülemişti ki, o öldükten sonra Kanuni’nin dul yaşadığı tahmin edilir. Kanuni Hürrem’e o kadar aşıktır ki, bir şiirinde mealen şöyle der; “Namaz kılarken Gece suresini okudum, Gece karanlığı aklıma simsiyah saçlarını getirdi. Namaz mı kıldım, ne yaptım” bilemedim. Hürrem Sultan hoş bir kadın olduğu kadar yetenekliydi de. Bir kreatör, modacıydı. Portrelerine baktığımızda çok özel bir giyim tarzı görürüz. Hürrem’i bazı tarihçiler, muhteris, kendi oğullarından birinin padişah yapabilmek için Rüstem Paşa’yı kullanan, Şehzade Mustafa’yı idam ettiren bir kadın olarak anlatır. Oysa Hürrem kendi çağında Kanuniye çok yakışır bir kraliçeydi. Yabancı krallar ve kraliçelerle ile görüşür, onlara hediyeler gönderir, misafir eder, onlara elleriyle gömlekler dikerdi. Beş çocuğunu da hasekiyken yani tutsak kadınken doğursa da sonrasında Kanuniye dayatarak özgürlük belgesini almıştır. Sonra da nikahlanmaları zorunlu olmuştur. Kanuni de bu nikahı kıymış ve bunun üzerine Hürrem’e “Sultan” unvanı verilmiştir. Onun diğer hasekilerden farkı budur. O, Haseki Sultan’dır. İstanbul’da ne zaman, Haseki Sultan adını duyarsınız bilin ki o yer Hürrem Sultan’ındır. Hem en yetkili hem de en laik kadın Kösem’di Kösem Sultan da acımasız anlatılır. Oysa Osmanlı’lı erken bir çöküşten onun otoritesi kurtarmıştır. Kocası I. Ahmet, ölünce tahta önce Mustafa sonra, üvey oğlu II. Osman sonra Mustafa tekrar geçer. Osmanlı tahtı sürekli el değiştirmekte, kimse yerini koruyamamaktadır. Kösem’in büyük oğlu IV. Murat tahta geçtiğinde 11 yaşındadır. Kösem Sultan “naibe” sanıyla padişahlık yetkisini kullanan tek kadındır. Bu unvanla oğlu 18 yaşına gelene kadar devleti resmen idare etmiştir. IV. Murat otoriteyi ele geçirdikten hatta oğlu 27 yaşında öldükten sonra da etkili olmuştur. Çünkü IV. Murat’ın oğlu yoktu. Bu yüzden Kösem, küçük oğlu İbrahim’i, abisine rağmen korumuş, onu sarayın en izbe yarlarında saklamayı başarmıştır. Murat onu da diğer üç kardeşi gibi öldürseydi Osmanlı’nın soyu bitecektir. İşte Kösem bunu engellemiştir. Psikolojik sorunları olan İbrahim tahta geçtikten sonra da onu kontrol etmek için çok uğraşmıştır. İbrahim, İstanbul’u adeta haraca kesince ulema bir taht değişikliği zorunlu der. Ama İbrahim’in en büyük oğlu sadece 6.5 yaşındadır. Ulema bu durumu Kösem’le yüz yüze konuşur. Bu çok önemli. Yani yetki Kösem’dedir. Kösem değişikliği kabul eder. Ancak ulema şehzadeyi Fatih Cami’nde tahta oturtmak ister. Kösem Sultan, “Şimdiye kadar camide biat olmamıştır, toplanın buraya gelin, işte taht kapısı...” der. Yani Kösem Sultan, siyasetin laik temele dayanmasını vurgulayan ilk kişidir. Taht değişikliği camide yapılmış olsaydı, idare camiye geçmiş olacaktı ki Kösem buna izin vermemiştir. Daha sonra İbrahim’in hapsedildiği yerden tekrar tahta geçirilmesi için entrikalar yapıldığında Kösem yine devletin geleceği için kendi oğlunu idamına da göz yummuştur. En zengini Mihrimah Sultan’dı Hürrem ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kızıdır. Osmanlı kadın sultanlarının en zenginiydi. İki büyük külliye yaptırmıştır, biri Üsküdar’da, diğeri Edirnekapı’da. Bazı tarihçiler bunu şöyle yorumlar; Mihr güneş, mah ay demektir. Yani güneşin ve ayın doğup battığı yerlere külliye yaptırmıştır. Müthiş gelirleri vardır. Üsküdar’da ayrıca bir de sarayı vardır. Kocası Rüstem Paşa da Osmanlı’nın en zengin devlet adamlarından biriydi. Öldüğünde malvarlığındaki mücevherler taneyle değil okkayla hesaplanmıştır, o kadar yani.