Kan zehirlenmesi sonucu yoğun bakıma kaldırılan ve 1.5 ayı komada olmak üzere 2.5 ay hastanede kalan Harun Kolçak, "En büyük dayanağım inancım oldu. Yaşamam mucizeydi ama gerçekleşti” dedi. Kolçak sanat camiasında birçok insanın kaldığı ve dizilere konu olan Cihangir semti hakkında "Öncelikle Cihangir’de kendimi özgür hissediyorum. Şalvarla markete gittiğinde bile kimse garipsemiyor. Çok tanıdığım var ancak gel gör ki Cihangir’de gerçek anlamda dostluk yok, çok dedikoducu bir semt" dedi.
Harun Kolçak'ın Habertürk'ten Arif Hür'e verdiği söyleşi şöyle:
2.5 ayın ardından hastaneden taburcu oldunuz. Şu an sağlık durumunuz nasıl?
Hastane ortamından uzaklaştığım için moralman çok iyi hissediyorum. 2.5 ayın 1.5 ayını komada geçirdim. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Şu an dipçik gibiyim, şükürler olsun. Evde olmak çok huzur verici.
Eve çıkma süreci nasıl gelişti?
Eylül ayının başından itibaren hastaneye gelen ziyaretçiler artmıştı. Moralman yükseliyordum. Bu da iyileşmeme etki ediyordu. Son zamanlarda bana sağdan sağdan gelmeye başlamışlardı. Doktorlar da anlamış olacak ki “Seni eve çıkaralım” dediler. O an gözlerim bugüne dek hiç olmadığı kadar parladı. Hastanede bana çok iyi baktılar ama sonuçta hastanedesin. Bir süre sonra psikolojik olarak olumsuz etkileniyorsun. Hâlâ hemşireler düzenli olarak geliyor. Tedavim evde sürüyor.
Hastalık sürecinde en büyük dayanağınız ne oldu?
En büyük dayanağım inancım oldu. Çoğu çevreler bana yıllardır ateist, budist ve illuminati gibi damgalar vurmaya çalıştı. Hiç sesimi çıkarmadım, yine çıkarmayacağım. Kimse bilmiyor ama benim çok güçlü bir inancım var. İçimde yaşadığım ve adı konulamayan bu inanç beni ayakta tutuyor.
Hastaneye kaldırıldığınız gece, sizi kim hastaneye yetiştirdi?
25 yıllık arkadaşım Sibel Benekli, gün içinde aramış, ulaşamayınca merak etmiş. Bir grup arkadaşla beraber çilingir çağırıp kapıyı açtırdığındaysa o korkunç tabloyla karşılaşmışlar. Yerde kanlar içinde yattığımı görünce beni öldü zannetmişler. Ambulans geldiğinde yaşadığımı fark etmişler. Beni ölümle burun buruna getiren şey, hastane mikrobu denilen kan zehirlenmesiydi. Bu öyle bir illet ki evimde çalışan kadının kuzeni de bu hastalığa yakalanıp rahmetli olmuştu. Toplam 13 operasyon geçirdim. Yaşamam mucizeydi ama gerçekleşti.
İnsanlar başına gelmeden sağlığının kıymetini bilmiyor sanki...
Doğru tespit. İnsanların çoğu “Hep sağlıklı kalacağım” diye düşünüyor. Ben de öyle düşünüyordum. Başıma geldiğinde idrak ettim. Zamanında sağlığımı ihmal etmeyip kontrollere gitseydim bunları yaşamayacaktım. Bu hastalığı yaşamamda tek kabahatli benim. Artık yaşam ile ölümü beraber düşünüyorum.
İrem Derici’yle birlikte seslendirdiğiniz ‘Gir Kanıma’ şarkısı yeniden herkesin dilinde. Aradan geçen yıllar içerisinde hâlâ bekârlığın sultanlık olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, bekârlık sultanlıktır. İnsanın hayatında biri mutlaka olmalı ama evlenmenin şart olmadığını düşünüyorum. Günümüzde evliliğin çiftler arasındaki duyguları öldürdüğünü düşünüyorum.
Bu yüzden mi hiç evlenmediniz?
Zamanında evlenmeyi düşündüm ama 22 yaşımda kız arkadaşım düşük yaptı. O an onunla birlikte Ölüdeniz’de bir kan gölünün ortasındaydık. Bu benim için büyük bir travma oldu. Çocuğun düşmesinden sonra yıllarca çocuklardan uzak durdum. Uzun yıllar psikolojimi toparlayamadım. Sonra o California’ya taşındı. Ben sadece onunla olsun istiyordum.
Kendisinden haber var mı hiç?
Geçtiğimiz günlerde telefonumu bir yerden bulup bana ulaştı. “Hâlâ aklımdasın, seni unutamadım” diye mesaj attı. 2 hafta içerisinde Türkiye’ye temelli dönüş yapacak. Neden olmasın ki...
Aile sıcaklığını arıyor musunuz?
“Bekârlık sultanlıktır” dediğim için belki kendimle çelişeceğim ama konserlerden eve geldiğim zaman evimin yemek kokmasını isterdim. Bir de sabah kalktığımda birisinin bana kahve getirmesini arzulardım. Bu aile özlemi mi bilmiyorum ama güzel olurdu sanki. Ben ılımlı gözüküyorum ama biraz da zor adamım aslında. Müzikal çalışma yaptığım esnada odaya biri girdiğinde hep canavara dönüşmüşümdür. Her şerde bir hayır vardır, ne diyelim.
Kendi pencerenizden aşkın tanımını nasıl yaparsınız?
Aşk kişinin kendi başına yarattığı ve kendi başına yaşadığı bir şey. Karşılıklı yaşanıyor gibi görünse de herkes aşkı kendince yaşıyor. Ben sana giydirdiğim elbiseyi seyrediyorum, sen bana giydirdiğini. Gel zaman git zaman bu elbiseler dar geliyor. Aşkın bir yanılsama olduğuna inanıyorum. Ama güzel bir yanılsama. Bu şarkıları boşuna yapmadım. İyi ki aşk var. Ama gerçek aşk belki de Yunus Emre’lerin, Mevlânâ’ların yaşadığı ilahi aşk olabilir. O’nunla yanıp tutuşmak olabilir. Beşeri aşkın kalıcılığına inanmıyorum.
2 yılı aşkın bir süre önce Bahçeköy’den Cihangir’e taşınmıştınız. Burada edindiğiniz dostlarınızın size moral anlamında desteği oluyor mu?
Öncelikle Cihangir’de kendimi özgür hissediyorum. Şalvarla markete gittiğinde bile kimse garipsemiyor. Çok tanıdığım var ancak gel gör ki Cihangir’de gerçek anlamda dostluk yok. Cihangir’de sevdiğim arkadaşlarım var ama dostum yok. Bana Cihangir’de hemşire gibi bakan arkadaşım Sibel Benekli’yse 25 yıllık sınıf arkadaşım.
Neden dostunuz yok?
Cihangir çok dedikoducu bir semt. İnsanlarda dedikodu alışkanlık haline gelmiş. Bir kafede grup halinde oturan topluluktan biri masadan ayrıldığında direkt arkasından dedikodu yapılıyor. İnsan “Bunlar benim de arkamdan konuşuyor” diye düşünmeden edemiyor. Dedikodu beni rahatsız eden şeylerin başında geliyor. Cihangir’in yegâne güzelliği otantik havası olsa gerek.
‘Çeyrek Asır’ adlı albümünüz müzikseverlerle buluştu. Albüm hakkında neler söyleyeceksiniz?
Müzik piyasasında yaşanan kısırlık ve kabızlığa baktığım zaman geçen yıl bir albüm yapılması gerektiğine karar vermiştim. Ama ne yapacağım konusunda kararsızdım. Arpej Yapım’ın sahibi Umut Kuzey bir akşam bana “Abi, Best Of albümü yapalım” diyerek kanıma girdi. 12 sanatçının yer alacağı bu albüm pahalı olur diye çekincelerim vardı ama hiçbir sanatçı ücret talep etmeyince işimiz kolaylaştı. Albümün aranjörlüğünü İskender Paydaş’ın üstlenmesi benim için ballı kaymak oldu. ‘Çeyrek Asır’la küllerimden yeniden doğduğumu söyleyebilirim.
Müzik piyasasında kısırlık ve kabızlıktan kastınız nedir? Bunu biraz açar mısınız?
Albüm yaptığım için bir süredir “Pop müziği takip edeyim” dedim. Takip etmez olaydım. Pop anlamında piyasada doğru düzgün müzik yapılmıyor. Pop müziklerin çoğunda armonik yanlışlar var. Bunu Onno Tunç, Garo Mafyan ve Atilla Özdemiroğlu gibi ustalarla çalıştığım için fark ediyorum. Şarkı sözlerine bakıyorsun, onlardan da bir şey anlaşılmıyor. İnanın öyle kıskanma, hasetlik gibi bir huyum yok, kaliteli iş yapılsın ayakta alkışlarım.
Bu kadar başarılı işlere imza atmanıza rağmen yıllardır egonuzu kontrol etmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Bunu başarmak için çaba göstermedim, tabiatım böyle. Hiçbir dönem kibirli olmadım. Kibirli insanlardan nefret eder, hep uzak dururum. Sokakta Harun’um. Sadece sahnede Harun Kolçak oluyorum. Bir şarkıyla şu dönem popülerliği yakalayanlar bundan 25 yıl sonra ‘Çeyrek Asır’ çıkaramayacaklardır. Küçük dağları ben yarattım edasıyla sanatçı olamazsın. Bunu bildiğim için yıllardır çizgimden ödün vermedim.
Sahnelere dönüş ne zaman?
Son olarak mayıs ayında Aşkın Nur Yengi’yle Bursa’da sahneye çıkmıştık. Sahneler gözümde tütüyor. Menajerim aracılığıyla çok sayıda konser teklifi de alıyorum. Şu an hâlâ fizyoterapiyle bacaklarımı açmaya çalışıyorum. Ama inşallah 3-4 ay sonra ‘Çeyrek Asır’ adlı albümde yer alan sanatçı arkadaşların da katılımıyla bir lansman konseri yapacağız. Bu kadar sevildiğimi de bilmiyordum açıkçası.