Vaktiyle ‘Milli Görüş’ gömleğini çıkardıklarını söyleyen Recep Tayyip Erdoğan, kendisi gibi aynı gelenek içinde yetişen HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’a AKP’ye davet etti. AKP’nin Kurtulmuş’tan ve mümkün olursa HAS Parti’den sonra bünyesine katacağı düşünülen bir diğer isim de Milli Görüş çizgisinin kurucu lideri Necmettin Erbakan’ın oğlu, Saadet Partisi Genel Başkan Başdanışmanı Fatih Erbakan.
AKP çatısı altındaki bu trafik ne anlama geliyor, Milli Görüş hareketi nihayete mi eriyor, yoksa zamanın ruhuna uyarlanarak bir başka biçimde mi doğuyor? Soruların cevabını bulmak için Milli Görüş geleneğinin öncü isimlerinden Yeni Akit yazarı Hasan Aksay ile buluştuk.
İlahiyat eğitimi alan, siyasi tarihi 1961’de yaşını büyüterek Meclis’e Adalet Partisi’nin listesinden girerek başlayan Aksay, aynı dönemde milletvekilliğinin yanı sıra Türk Ocakları’nda genel sekreterlik yaptı. Erbakan’la yolları, ortakları arasında yer aldığı ‘Gümüş Motor’ serüveninde kesişti. Aksay, daha sonra Necmettin Erbakan ile Milli Nizam Partisi’ni kurarak Türkiye siyasetinde kalıcı bir rol oynayacak Milli Görüş çizgisini inşa eden isimler arasında yer aldı. Aksay’ın çizgisi, hareketin yayın organı Milli Gazete’nin kurucusu olmak gibi bir mihenk noktasını da içeriyor.
Erbakan’ın “ikinci adamlığını” 1980’de aktif siyasetten çekilerek sonlandıran Aksay, T24’e Milli Görüş’ün dününü ve bugününü anlattı.
Tayyip Erdoğan’ın aslında Milli Görüş gömleğini çıkarmadığını söyleyen Aksay’a göre Erdoğan, Erbakan gibi acele etmemekle birlikte, 10 senedir tarikat-cemaat liderlerine yemek vermek için bekliyor.
Peki, Milli Görüş gömleğini çıkarmadıysa Erdoğan gelenek içinde nasıl bir değişimi ifade ediyor?
Kısa, ama çarpıcı bir cevap veriyor Aksay; ‘Erdoğan, Erbakan’ın gömleğini çıkardı’ diyor.
Milli Görüş zaviyesinden bakıldığında Erdoğan’ın zamana yayılmış bir programı olduğu mesajını veren Aksay, AKP liderine kendi bulundukları noktadan bir de şerh düşüyor:
‘Erdoğan, günah işleme özgürlüğünü fazla kaçırdı!’
Sözü uzatmadan Milli Görüş çizgisinin ak saçlılarından Hasan Aksay’a bırakalım. İşte T24 için Aksay’a yönelttiğimiz sorular ve cevapları…
- Milli Görüş hareketinin kurucularından biri olarak, Saadet Partisi’nden ayrılan Numan Kurtulmuş’un “Milli Görüş gömleğini çıkaran” AKP’ye geçişi sizin için ne demek?
Bir insan ahlakından, dürüstlüğünden, faziletinden hiçbir şey kaybetmeden bir yerden ayrılabilir. Bu ayrılıklar çok tabii. Ben de “daha iyi bir iş yapacağım” diyerek Adalet Partisi’nden ayrıldım. Bazıları “ayrıldın” diye kızabilir. Ama önemli olan adam şahsiyetinden bir şey kaybediyor mu, etmiyor mu sorusunun cevabı.
Dünya çok hızlı değişiyor. Hal böyleyken Türkiye’deki partilerde de çok büyük değişimler olması kaçınılmaz. Dünyada hâlâ oturmuş bir sistem yok; demokrasi tıkandı. Batı, “Biz demokrasiyiz” diyerek bizi kandırıyor. Propaganda ile “Bu işi biz yaptık” diyorlar ama aslında orada parti diktatoryaları var. Meclis’e partinin seçtiği adamlar geliyor. Bu da demokrasi demek değil; halkın temsili yok.
- Türkiye bahsettiğiniz parti diktatoryasından ne kadar muaf?
Bu, eskimiş bir sistem. Yunanistan’ın adını koyduğu “demokrasi”, doğudaki kabile reisi seçimi ile aynı. Fransız İhtilali diyorlar… Ne Fransız İhtilali! Sahtekârlar bunlar! Danton, Robespierre’i kesmiş; Robespierreciler Danton’u kesmiş... Hep birbirini kesmişler. Bu mu medeniyet!
1975’lerden beri “Halk seçsin” diyorum; ama o zaman “bunu nasıl seçsin”i söylemiyordum. Şimdi Meclis’i 400 kişiye indirelim, 150 kişi ile de senatoyu kuralım, diyorum. 500 bin kişilik seçim bölgeleri olursa, 150 tane seçim bölgesi kurulur ve herkes tek başına seçilir. Yanlış insanların aday olmaması için, partilerin kuruluş aşamasında merkezden atama uygulanabilir. Ancak devamında, partilerin yapısı geliştiği zaman mutlaka partinin göstereceği adayların halkın seçmesi lazım. Sen de partinin gösterdiği adaydan daha güçlüysen sen seçilebilirsin çünkü teke tek seçiliyorsun. Tabii, senatörler de tek tek seçilecek.
- Bu fikrinizi Necmettin Erbakan’a da söylemiştiniz. Erbakan sizi hangi gerekçeyle reddetmişti?
Aslında Erbakan’la son olarak anlaşmıştık. “Egemen Halkın Siyasetnamesi” kitabımın içeriğini o dönem 67 sayfalık bir rapor olarak hazırladım. Daha sonra bu raporu gece yarılarına kadar Necmettin Bey’le tartıştık. Hoca “Arkadaşları toplayalım, onları da ikna et, yapalım” dedi. Ama arkadaşları toplayıp konuşma faslına ömür vefa etmedi. Ondan sonra da bu kitabı yazdım.
- Konuşma tam olarak ne zaman yapılmıştı?
Abdullah Gül ihtilafı çıktığı zaman teklifleştirmiştim. Dedim ki, “Bak, bu parti ayrılacak, ayrılmaması için tek yol halka gitmektir. Teşkilata gidersen parti ayrılmaz. Ama benim dediğim olacak dersen o zaman senin etrafındaki Genel İdare Kurulu’nda Oğuzhan arkadaşlar varsa, Oğuzhan’a göre bir milletvekili listesi çıkar; Abdullah Gül varsa Abdullah Gül’e göre bir milletvekili listesi çıkar. Diğer taraf da düşüncelere gark olur. Hâlbuki adayları millet seçerse, parti dağılmaz.
- Çizdiğiniz Erbakan portresi çözüm yolu arıyor. Ancak ayakta durmakta zorlandığı için kongreye dahi asansörle çıkan Erbakan’ın genel başkanlığa tekrar gelmesi bu portreyle çelişmiyor mu? Sizce, o dönemde yaşananlarda bir aşırılık yok muydu?
Ben bunları düşünmüyorum. Çünkü orada seçici olursan, bu işi çok düşünürüm ve çok çalışırım.
- Milli Görüş’ün sorunlarına kulaklarınızı mı kapatıyorsunuz?
Kapatmıyorum... Beni hakem olarak tayin etseler ve mesela deseler ki “Sen şu işe bak, nedir, ne değildir?” O zaman olayları her yönüyle tetkik eder, bir karar veririm. Ama uzaktan karar verdiğin zaman çok yanlış karar veriyorsun.
- Yeğeniniz Abdurrahman Dilipak, Saadet Partisi’ndeki “Kamalak yönetimi, Erbakan ailesi ve Milli Görüş liderliğin başını çektiği üç başlılığa” dair şu cümleleri kaleme aldı: “Bu çok can sıkıcı bir durum. Hasan Aksay ile de konuşuyorum, o da üzülüyor. Gelen giden de soran eden de yok.” SP’deki üç başlılık sizi neden üzüyor?
Aksi zannediyorlar, ama ben üzülmüyorum. Bence her olanda hayır vardır. Asıl Allah yönetiyor, asıl küllî yönetim onun elinde. Ben partiye göre düşünmem ve partiye göre düşünmeyi de büyük bir marifet olarak görmem.
- Saadet Partisi’ndeki bu bölünme Milli Görüş’ün geleceğine dair işaretler vermiyor mu?
Onun istikbali ayrı... Ben şahsiyeti muayyen partiye de bağlamıyorum.
- SP’deki üç başlılık, seçimlerdeki gerileme ve Fatih Erbakan’ın AKP’den teklif alma ihtimali birlikte düşünüldüğünde SP’nin yakın gelecekte kapanması olasılıklar arasında mı? SP’nin çözülmesi, Milli Görüş’ü nasıl etkiler?
Milli Görüş bölünmez. Türkiye 300’den fazla parti kuruldu ama bunların içerisinde Demokrat Parti çıktı ve “Yeter, söz milletin!” dedi. Milli Nizam çıktı, “Önce ahlak ve maneviyat” dedi. Bana göre, partisel olarak örnek alınan, takip edilen bu iki parti var. Bunların da temel değerleri değişmez. Ben Milli Görüş geleneğini yani Milli Nizam’ı “önce ahlak ve maneviyat” diyen bir politika yapmak; yani İslam inancını yaşayan insanın yapabileceği bir politika olarak görüyorum. Partilerin ismi önemli değil. Kimse ismi Saadet Partisi diye, bu partiye oy vermez. Milli Görüş demek Saadet Partisi demek değil; kimin fikri en iyi temsil edebildiği, icraatı halka en güzel götürebildiği.
- Bugün Saadet Partisi, Milli Nizam Partisi’nin ilkelerini devam ettirebiliyor mu?
Arkadaşların hepsi sağlam, iyi arkadaşlar; ama politika ayrı şey. Politika, istikbale bakılarak verilen karardır. Sadece önündeki meseleyi değil, milletin istikbalini düşünerek karar verirsin. Bu noktada da herkes yanılabilir.
- Saadet Partisi, sizce nerede yanıldı?
Ben onlar yanılıyor demiyorum. Yani, ben mi, onlar mı yanılıyor bilmiyorum. Arkadaşların sağlamlıklarından şüphe duymasam da onlardan farklı düşünüyorum.
- Hangi noktalarda ayrı düşüyorsunuz?
Mesela, Esad’ı destekler gibi bir tavır aldılar. Bu fevkalade yanlış bir şeydi. “İfade olarak biz Esad’ı desteklemedik” diyorlar ama öyle bir görüntü oluştu. Veya bir politikacının “Efendim gazeteler bizi desteklemiyor” diye şikâyet etmesini kabul etmiyorum. Eğer politikacıysan gazeteni de yapacaksın. Bunun hepsini birden yapmak politikadır.
- Oğuzhan Asiltürk, “Erbakan’ın çocukları cihat paralarını zimmetlerine geçirdi” dedi. Saadet Partisi’nin işleyişine dair ayrı düştüğünüz noktalardan biri bu mu?
Hoca, o paraları kendi kuruşuna kesinlikle geçirmemiştir. Detayını bilemem tabii ama bu hesaplar çok karışık. Mesela Milli Nizam zamanında partinin fazla parası yoktu. Benim evin telefonunu partiye getirmiştim. Kapatılınca, hem partinin bütün konuşma paralarını bana ödettiler, hem de telefonun ahizesini götürdüler. Telefonun ahizesini almak için senelerce uğraştım, olmadı. Böyle olduğu için Hoca’nın hesapları karışık olabilir. Şunu hatırlıyorum, kimseye yük olmayalım diye parti seyahatlerinde asgari harcama yapıyorduk. Otelde kalmıyorduk. Evler de çok müsait olmuyordu çoğu zaman ve genelde Hoca ile ikimiz bir odada yatıyorduk. Hoca o yorgunlukla gece kalkar, namazını kılardı. Hoca, kuruşuna değmemiştir.
- Oğuzhan Bey’in Erbakan’ın çocuklarına dair söylediği “Cihat paralarını zimmete geçirdiler” cümlesini duyduğunuzda şaşırdınız mı?
Gazetelerin dediği her şeye inanmayacaksın.
- Oğuzhan Bey, söylenenleri yalanlamadı.
Yalanladıkça da tekrar yazıyorlar. O kadar abartıyorlar ki.
- İnanmak istemiyor olabilir misiniz?
Demez gibi geliyor bana. Benim tereddüdüm şöyle: Birileri o işi Oğuzhan’ın adına gazeteye verdi. Yoksa bu aklı başında bir adamın söyleyebileceği bir söz değil. Zannediyorum ki birileri bu işi ortalığı karıştırmak için yaptı.
- Sizce, Fatih Erbakan ile Zeynep Erbakan arasındaki miras kavgası da mı ortalığı karıştırmak için yapıldı?
Bunlar ne derece doğrudur bilemiyorum...
- Erbakan kardeşler gazetelere açık beyanlar verdiler. Milli Görüş’e dair hoşunuza gitmeyen gelişmeleri okumuyor musunuz?
Aslında okuyorum. Nasreddin Hoca’ya bir adam gelmiş, şikâyetini anlatmış. Hoca demiş ki “Sen haklısın.” Sonra o şikâyet ettiği adam da gelmiş. Hoca demiş ki “Sen haklısın.” Hanımı dinliyormuş, “Hoca, ikisine de haklısın diyorsun, nasıl olur?” demiş. Hoca da: “E, o öyle anlattı, o anlattığına göre o haklı; bu da kendi anlattığına göre bu haklı” diye yanıtlamış. Yani, oraya gidip “Bu ihtilaf neden oluyor?” diye bakmak lazım.
- Kardeşler arasında neden ihtilaf çıktığını merak etmediniz mi?
Merak ediyorsun da bunları çözemiyorsun. Şimdi ben Milli Gazete’nin kurucusu olarak, o zaman 500 bin lira ile kurulmuş şirketin ilk anda aşağı yukarı 50 bin lirasını verdim, 50 bin de abimler verdi. Ama gidip “Yahu ne yapıyorsunuz?” diye soramıyorsun çünkü bilen yok. Herkes farklı bir şey söylüyor.
- Milli Görüş’ün maneviyata dayalı olduğunu söylediniz. Erbakan, bu iddia ile Türkiye siyasetinde bir gelenek yaratırken sizce çocukları arasında neden miras kavgası çıktı?
İslam’da sorumluluk şahsidir. Ne çocuk babasının, ne de baba çocuğun günahından sorumludur. Ayrıca, böyle kafa kafaya gelmek hak için de olabilir. Onların ne için münakaşa ettiklerini bilmiyoruz. Yani şimdi babasından kalan şu evi birisi almak istiyor, öbür evi birisi almak istiyor diyelim. Erbakan’ın kendi mirasından dolayı ihtilaf çıkmıştır; yoksa partinin parasından dolayı değil. Çok sıkı Müslümanlar para için çok şey yaparlar. “Burada bana bir dönüm fazla gitti”, “Şu daire daha iyiydi, benim olmalıydı” gibi… Bunları yapanlar çoktur.
- Sizce konuştuklarımıza ek olarak Almanya’daki Milli Görüş hareketinin aktardığı, akıbeti belli olmayan birikimler, Milli Görüş’ün parayla ilişkisine dair tabanda bir güven sorunu yaratmadı mı?
Avrupa’daki yardım Milli Görüş’ten ziyade Türk olmanın getirdiği bir yardımdı. Parayla ilgili biri değilim, ama bence partilerde akçeli işlerin belgeli yapılmasında çok da imkân yok. Bir miting yapıyorsunuz, otobüs, yemek, konaklama gibi bir sürü masraf çıkıyor. Tüm bunların hesabını kuruşu kuruşuna yapamazsın. Ama Saadet Partisi’nde kesinlikle 25 kuruş dahi suiistimal edilmemiştir.
- Ancak nereye harcandığı açıklanamayan rakamlar hayli yüksek. Milli Görüş’e, çocuğunu kollamak isteyen bir baba gibi yaklaşıyor olabilir misiniz?
Geçen seçimlerde İl Genel Meclisi için oyumu biraz tecrübe kazansınlar diye Saadet Partisi’ne verdim. Ama SP kurucusu olmama rağmen belediye, ana kent ve ilçe belediyesi için AK Parti’ye verdim. Onun için şimdi Saadetçiler bana güceniyorlar. 28 Şubat olmasaydı, Tayyip Bey Meclis’e Refah Partisi’nin bir milletvekili olarak girecekti. Mücadelesini de orada verecekti. Sonuçta Has Parti de, AKP de, Saadet Partisi de aynı tabandan. Bugün ben, AKP’nin SP’den daha ehliyetli olduğuna inanıyorum. O festivalde bira içirmediklerini gördük. Yaptıkları camileri gördük. AKP “Ben gömlek değiştirdim” diyor, ama aslında “Gömleği politik tavrımda değiştirdim” diyor.
- “AKP’nin icraatından Milli Görüş gömleğini çıkarmadıklarını anlaşıldığını” söylüyorsunuz?
Milli Görüş gömleğinin doğru tarafı da var, yanlış tarafı da. Milli Görüş gömleğini Erbakan’ın gömleği olarak kabul ederseniz, Erdoğan, Erbakan’ın gömleği çıkardı. Her yiğidin yoğurdu yiyişi farklıdır. Bu partiler birbirinin kopyası olmaz. Dolayısıyla, gömlek derken bir üsluptan bahsediyorum. Bu gömleğin bugün nerelerde farklılaştığını görmek lazım. O zaman doğru olur.
- Erdoğan’ın üzerindeki Milli Görüş gömleğini nasıl tarif edersiniz?
En iyi kendisi bilir, bir de en yakınları. Siz de gazeteci olarak takip ederken dersiniz ki “Şunu konuşurken üzerinde gömlek yoktu, şunu konuşurken vardı.”
- Erdoğan, gömleği bir çıkarıp bir giyiyor mu?
Tabii, bu bakış Milli Görüş anlayışına göre değişir. Erbakan’ın politikalarını gözettiğinde o gömleği tamamen çıkarmış olabilir. Ama kendi Milli Görüş anlayışına göre Erdoğan’ın giydiği gömlek oyalı ve yahut tül gibi bir gömlek. Bazı hareketlerde o ışık durumuna göre görünüyor. Bazen de yokmuş gibi geliyor.
- Erdoğan ve Erbakan’ın Milli Görüş gömlekleri sizce nerelerde farklılaşıyor, somutlaştırır mısınız?
Örneğin, Hoca hemen Başbakanlık Köşkü’nde hocalara yemek verdi. (Başbakanlık Konutu’nda tarikat ve cemaat liderlerine verilen yemekten söz ediyor. T24) Ama Erdoğan 10 senedir bekliyor. Peki, vermeyi ister mi? Benim tanıdığım kadarıyla ister.
- Erdoğan’ın hocalara yemek vermesi sizce, hangi koşullarda gerçekleşir?
Hoca, o yemeği vermeden önce tesadüfen görmüştük. Tavrımı merak ettiği için yemek vereceğini söyledi. Çok güzel olur, dedim. Hâlâ da aynı kanaatteyim. Çünkü o zaman gerekliydi. Müslümanlar çok daralmıştı.
- “10 senedir bekliyor” derken Erdoğan’ın Erbakan’a kıyasla daha temkinli olduğunu mu söylüyorsunuz?
Erbakan, daha çabuk zorluyordu. Erdoğan’ın bir zaman programı var.
- “Taktik” olarak kullanılan bir zaman programı mı bahsettiğiniz?
Erdoğan, bazı konularda şartların oluşması bekliyor. Başörtüsü örneğindeki gibi, daha önce ataklar yapılabilirdi ama zararı da büyük olurdu.
- Din, AKP’nin gelecek programını sizce nasıl şekillendiriyor?
Türkiye’de eğer geçmiş yüzyıldaki gibi İslam’a baskı yapılacak olursa, Türkiye dünya liderliğini de, bütünlüğünü de kaybeder. Bir millet kendi kendi ile savaşırsa o milletten hayır gelmez. Oyunla, içkiyle, kumarla, bira festivali ile bir milletin millet olması mümkün değil. Malcolm X’in çok mühim bir sözü var: “Hayattan da üstün değeri olmayan insanın hiç değeri yoktur, bırak gitsin.”
- Hasan Bey, günah işleme özgürlüğü de değerler listesinde yer buluyor mu?
Erdoğan, oralarda özgürlüğü biraz fazla kaçırdı! İslam’da insanın kendine karşı sorumluluğu bütün sorumlulukların üstünde ve insan kendi kendine kötülük yapma hakkına sahip değil.
- Sizce nerelerde “özgürlüğü biraz fazla kaçırdı?”
İçkili lokantalar veya yeni anayasada eşcinsel hakları olmazsa olmazmış gibi davranıyorlar. Bu konularda “illa ki” diyerek çığırtkanlık yapmanın faydası yok.
- Kişinin iradesini ve özgürlüğünü yok saymıyor musunuz?
Özgürlük her şeyin esası değil tabii ki. Türkiye’de özgürlük her şeyin esası gibi bir noktaya geldi. Hâlbuki Alexis Carrel’in “L'Homme cet inconnu” diye bir kitabı var; “İnsan bu meçhul.” Orada diyor ki: “Bir şehrin en kalabalık sokağında köpeğin tasmasını çıkarır ve ‘Hadi özgürsün’ dersen, mutlaka bir arabanın altında kalır, ölür.” Frensiz özgürlük, insan için son derece tehlikeli.
- Söyledikleriniz “Kemalistlerin baskıcı laikliğini muhafazakârların İslami değerleri ikame etmeye başladı” yargısını kuvvetlendirmiyor mu?
İslam, insanı serbest bırakmıştır. “Cezasını öbür tarafta vereceğim” der. Yani, içki içip içmemek insana kalmıştır. Ama devlet toplumunu ahlaksızlıkların bir kısmından korumalı. Onu, iyilerle kurmalı, bulaşıcı hastalıklardan korumalı. Özgürlük her şeyin esası değil, ama önemli konulardan bir tanesidir. O yüzden bahsettiğim, laikliği ikame etmeyecek. Siyaset, sadece benim fikrimle olmamalı. Tüm toplum katılmalı.