Hasan Cemal - MilliyetYıl 1988, Aralık ayı. 12 Eylül darbesinin lideri Evren, Cumhurbaşkanı olarak Ankara’da oturuyor.
ANAP lideri Özal da Başbakan.
Meclis’ten bir öğrenci affı çıkmış. Üniversitelerde başörtüsü ve türban dahil kılık kıyafet serbestisini öngören bir yasa.
Evren veto etmiş yasayı.
Gerekçesinde de buyurmuş:
“...kılık kıyafet özgürlüğü devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, milli güvenliğin, kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına neden olabilecektir.”
Bu tarihte Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeniyim. Evren’i eleştiren bir yazı yazdım, “Kılık kıyafetle uğraşmaktan vazgeçelim” başlığını taşıyan.
Bazı satırları şöyleydi:
“Yirmi birinci yüzyılın eşiğindeyiz, hâlâ insanların kılığıyla kıyafetiyle, saçıyla sakalıyla uğraşıyoruz. Kamplaşmayı, cepheleşme ve çatışmayı hâlâ gençlerin giyim ve kuşamıyla bağlantılı kılmaya kalkışıyoruz.
Olacak iş mi?
Demokrasiyi içimize sindirebildiğimiz ölçüde sorunların üstesinden daha kolay geliriz. Korkmayalım demokrasiden!”
Çeyrek yüzyıl geçmiş.
Demokrasi korkumuz hâlâ bitmedi.
Evet, ilerleme var.
Daha yapacak çok şey var olsa da, askeri vesayet gitgide çözülüyor.
Üniversitelerde başörtüsü yasağı çok büyük ölçüde fiilen kalkmış durumda.
Kolay olmadı bu da.
Daha üç dört yıl önce TBMM’de 411 milletvekilinin oyuyla kaldırılan başörtüsü yasağı Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilmiş, Ak Parti 2008’de kapatılmaktan kıl payı kurtulmuştu.
Ama kılık kıyafetle ilgili yasaklarımız örneğin parlamentomuzda hâlâ devam ediyor.
Erkek milletvekilleri kravatsız girebilir mi Meclis’e? Başörtüsüyle, pantolonla gelebilir mi kadın milletvekilleri?
Hâlâ bunları tartışan bir Meclis...
Ayıp değil mi?
Bu kafayla demokrasi olur mu?
Eğer demokrasi diyorsanız, gelin bir araya, değiştirin Meclis iç tüzüğünü olsun bitsin.
Neden çekiniyorsunuz?
Demokrasiden mi korkuyorsunuz?
Çankaya Köşkü’nde artık Evren de yok, Evren zihniyeti de...
Ne bekliyorsunuz ki?
Ama anlaşılan eksik olan, demokrasi kültürü... Bu noksan, Türkiye’de demokrasi yolunu tıkayan bazı engellerin kaldırılmasını tıkıyor, geciktiriyor.
Şu habere bakın:
3 kadın milletvekiline 150 yıl hapis!
Diyarbakır milletvekili Leyla Zana’ya 45 yıl, Van milletvekili Aysel Tuğluk’a 33 yıl, Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan’a 72 yıl hapis...
Tümü PKK ile bağlantılı. Hepsi ağızdan çıkan sözlerle ilgili... Biliyorum, demokrasi adına böylesi cezaları savunabilenler hâlâ var ama inandırıcı olabilmeleri yakın ihtimal değil.
Türkiye’ye ilişkin bu yılki AB Komisyon Raporu’nda da birçok kırık not yer alıyor. Bunlar daha çok ifade özgürlüğü, medya özgürlüğü alanında.
Hapisteki gazeteciler konusunun altı haklı olarak kalın biçimde çiziliyor.
Rapor, “gazeteci tutuklamalarının, yayımlanmamış kitap taslaklarına el konulmasının kaygıları arttırdığını” söylüyor.
Bir başka eleştiri konusu da internet yasakları.
Raporda bizim demokrasinin kusurlu tarafları sergilenirken, bu konuda sadece yasal durum, mevzuat değil, yargıdaki hâkim zihniyetle hükümetin genel tutumu da eleştiriliyor.
Bir başka deyişle:
Basın Yasası’nı, Ceza Yasası’nı, Terörle Mücadele Yasası’nı, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu değiştirin ama yetmez demeye getiriyor AB Komisyonu.
Hem siyasal iktidarda, hem yargıda ‘kafalar’ın da, uygulama ve alışkanlıkların da değişmesi lazım diyor.
Bütün bu eleştiriler haklı eleştiriler!
Ve Ankara kriterleri ile bu eleştiriler geçersiz kılınamaz. Demokrasinin evrensel ilkeleri gerekiyor bunun için...
Bu bakımdan yeni anayasa bir fırsat.
İnşallah kullanırız.