Hasan Cemal: Patronlar baskıya direnebilse, gazeteciler mesleğe sahip çıkabilseydi durum farklı olurdu

Hasan Cemal: Patronlar baskıya direnebilse, gazeteciler mesleğe sahip çıkabilseydi durum farklı olurdu

Deniz Zerin [email protected]

Yaklaşık 15 yıl yazdığı Milliyet gazetesindeki köşesi "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarı" gerekçe gösterilerek kapatıldıktan sonra dijital medyada yazmaya başlayan kıdemli gazeteci Hasan Cemal, Türkiye'de siyasal iktidar ve medya ilişkilerinin  yakın dönemde değişikliğe uğradığını vurgularken, "Geçmişle bugün arasında bir fark var. Geçmişte birden fazla iktidar odağı vardı. Genelkurmay, Çankaya, muhalefet...Medya bu iktidar odakları arasında oynayarak kendini güçlü olarak kabul ettirebiliyordu....Ama şimdi Başbakan bağırdığı zaman bundan vazife çıkaran medya patronları var" dedi. Gazeteciliği internette sürdürmekten mutlu olduğunu belirten Cemal, "hükümet baskısına direnebilen patronlar ve gazetecilik mesleğine sahip çıkan gazeteciler olsaydı durumun farklı olacağının" altını çizdi.   Hasan Cemal, Bugün TV'de yayınlanan "Erkam Tufan ile Analiz" programının konuğu oldu. Erkam Tufan Aytav'ın sorularını yanıtlayan Cemal, Türkiye'de siyasal iktidar ile medya ilişkilerini değerlendirdi.   Medya patronlarının siyasi iktidardan baskı gürdüklerini, bunun dünyanın her yerinde olageldiğin söyleyen Cemal, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kendisini Milliyet'teki köşesinin kapatılmasıyla ilgili olarak dile getirdiği "Baskı gördüysen direneceksin kardeşim" sözlerini hatırlatarak, "Hükümetten gelen baskıya karşı 'dur bakalım' diyebilen patron olsa, gazetecilik mesleğine sahip çıkan gazeteciler olsaydı durum farklı olurdu. Başbakan eleştirirdi, gazete cevap verirdi. Ve iş yürürdü" dedi.   Erkam Tufan Aytav'ın Türkiye'de Başbakan'ın eleştirilebildiğini belirtmesi üzerine, "Demek ki bazı eleştiriler siyasi iktidarı daha çok acıtıyor ki, iktidar oralarda kontrol sahibi olmak istiyor" dedi.

Hasan Cemal'in Bugün TV'de yayınlanan Erkam Tufan Aytav'la söyleşisinin bir kısmı şöyle:  

- Milliyetten sonra teklif aldınız mı?   - İki gazeteden teklif aldım. İsimlerini açıklamak istemiyorum. Şu an T24'te yazıyorum, kendimi daha bağımsız hissediyorum. Mesela, 21 Mart'ta Abdullah Öcalan'ın Nevruz çağrısı oldu ve ardından Kandil'e gittim. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile 5,5 saat konuştum. 2 gün sonra tüm ayrıntıları ile yayımlandı. Aynı şey ne gazetede, ne de televizyonda olabilirdi. Bir dönem Karayılan'ın televizyonda mülakat vermesi söz konusuydu,  fakat Ankara ile irtibat sonucu bu karardan vazgeçildi.  

- Yalçın Akdoğan köşesinde yazdı. 'Başbakan Erdoğan'ın bir kısım haberleri veya yazarları eleştirmesi basına müdahele etme, hizaya getirme, birilerini işten attırma amacı taşımıyor.' Patronlar işten çıkarıyor, suçu hükümete yüklüyorlar, durumdan vazıde çıkarıyorlar. Ne yani Başbakan cevap vermesin mi?   Türkiye'de medyanın mevcut durumunu patronların işgüzarlığı olarak tanımlamak konuyu biraz basite indirgemek olur. Öteden beri Türkiye'de medya patronları hassastır. Çünkü medya patronlarının her zaman Ankara ile iş ilişkileri olmuştur. Bu durum ister istemez iktidarları medya üzerinde güçlü kılmış. Fakat geçmişle bugün arasında bir fark var. Geçmişte birden fazla iktidar odağı vardı. Genelkurmay, Çankaya, muhalefet...Medya bu iktidar odakları arasında oynayarak kendini güçlü olarak kabul ettirebiliyordu.   2000'lerin başında, asker vardı, Cumhurbaşkanlığı vardı, iş dünyası vardı. Hükümete karşı darbe konuşmaları vardı, irtica geliyor, konuşmaları vardı. Fakat zamanla askeri vesayet geriledi. Bu demokrasi adına da iyi oldu. Ama şimdi Başbakan bağırdığı zaman bundan vazife çıkaran medya patronları var.  

- Başbakan "niye böyle yazıyorsun" derse demokratik sınırların dışına mı çıkılmış olurdu?   Başbakan'ın medyayı eleştirmesi her devlette var. Ama üslup açısından bakınca "Bu kadar olmaz" deniyor bazen. Mesela Başbakan "Batsın bu gazetecili"' dediği zaman he rşey birbirine giriyor. Medya patronları vazife çıkarıyor.   Cumhurbaşkanı Abdullah Gül "Baskı gördüyseniz direnecektiniz" dedi. Bu önemli bir söz, Türkiye'de medya açısından işin püf noktasına dokunuyor. Hükümetten gelen baskıya karşı "dur bakalım" diyebilen patron olsa, gazetecilik mesleğine sahip çıkan gazeteciler olsaydı durum farklı olurdu. Başbakan eleştirirdi, gazete cevap verirdi. Ve iş yürürdü.   Amerika'da Watergate skandalından sonra da skandalı ortaya çıkaran Washington Post gazetesi muhafazakarların hedefine oturmuştu ve Nixon gazetenin üzerine gitmişti.  

- Bu durumda başbakana ihale çıkarmanın ne anlamı var?   Başbakan "(bu) gazetecilik batsın" dedi. Ben burada dönüp Başbakan'ı mı eleştireyim, gazete patronunu mu, gazete yöneticisini mi eleştireyim? Öncelikle gazete patronunu eleştiririm. Öncelikle gazete çalışanına sahip çık. Baskı varsa ona karşı diren.  

- Başbakan hala sert eleştirilebiliyor. Mesela Aydınlık ve Sözcü gazetelerinde..   Türkiye'de medyanın durumunu siyah - beyaz görmemek lazım. Siyasi iradenin medya ile ilişkisini...Demek ki bazı eleştiriler siyasi iktidarı daha çok acıtıyor ki, iktidar oralarda kontrol sahibi olmak istiyor. Bugün Ankara, hükümet, ana medya üzerinde gayet etkilidir.Ama bundan yola çıkarak, hiç basın özgürlüğü yoktur denilemez. Türkiye'de hapiste gazeteci vardır, ama hiç ifade özgürlüğü yoktur diyemeyiz.   Ama, mesela, dün gazetelede hiç çıkmayan ya da iç sayfalarda çıkan ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın önemli tespitleri vardı. Babacan dedi ki, birinci sınıf bir hukuk devleti olmadan, birinci sınıf bir ekonomi olamayız. Son derece önemli bir tespit bu. Mesela geçtiğimiz günlerde yayınlanan basın özgürlüğü bildirisi... Siyasi iradenin medyaya yaklaşımını eleştiren bir tavrı vardı. Medya patronlarını eleştiren tavrı vardı..Bunlar ana medyada yayınlanmadı.