T24 - Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, Başbakan Erdoğan'in "Ankaralılaşıyor mu?" sorusunu tekrar ederek, "Çoktan beri unuttuğunuz yakıcı konunun adı, ‘demokrasi reformu’dur. Bunu tez elden hatırlamazsanız, Türkiye’nin kalkınması da, bölgesel güç iddiaları da havada kalır" dedi.
Erdoğan, Kürt sorunu konusunda bürokratlaştı mı, Ankaralılaştı mı?Hasan Cemal'in Milliyet'te "Sayın Başbakan; çoktan beri unuttuğunuz konunun adı, ‘demokrasi reformu’dur!" başlığıyla yayımlanan (8 Ocak 2012) yazısı şöyle:
Sayın Başbakan; çoktan beri unuttuğunuz konunun adı, ‘demokrasi reformu’dur!
Tayyip Erdoğan dokuz yıldır başbakanlık koltuğunda oturuyor.
Hakkında kim bilir kaç yazı yazdım. Ama bu dokuz yılda Erdoğan beni yazılarımdan dolayı sadece bir defa aradı.
Tarih, 16 Nisan 2011.
Madrid’deyim, El Clasico için.
Sabah erken cep telefonum çaldı:
“Sayın Başbakan’ı bağlıyoruz.”
Niye arandığımı anladım. O günkü yazımın başlığı şöyleydi:
“Erdoğan Kürt sorunu konusunda bürokratlaştı mı, Ankaralılaştı mı?”
Yani devletleşti mi diye soruyordum. Anlaşılan, bu sorudan rahatsız olmuştu.
Hazırlıklıydı, damardan girdi:
“Ankaralılaşmadım, Türkiyelileştim!”
Ertesi günkü gazetenin manşeti kurtulmuştu ama ben ikna olmamıştım. Erdoğan’ın söyledikleri inandırıcı değildi.
Aradan dokuz ay geçmiş.
O günden bugüne bakıyorum.
Sayın Başbakan Ankaralılaşma, devletleşme yolunda mesafe kat etmeye devam ediyor.
Ne yazık ki öyle.
Bu açıdan son keskin virajı, Uludere katliamı konusundaki tutumuyla aldı.
Türk savaş uçaklarının bombalarıyla hayata veda eden 35 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, 35 Kürdün ailelerinden bir özürü bile esirgeyen bir tavırdı bu.
Ama böylesine acılı bir dönemde, Genelkurmay Başkanı’nı tebrik etmeyi unutmayan bir tavırdı bu aynı zamanda...
Oysa, bu benim bildiğim Erdoğan tavrı değildi.
Bazen insanların gözlerini yaşartan, ağlatan, yüreğini açan, empati dolu o insani Erdoğan tavrı yerine, soğuk ve mesafeli, tepeden bakan devletçi bir tavırdı.
Benim Ankaralılaşma, bürokratlaşma ya da devletleşme diye tarif etmeye çalıştığım haller yani...
Sayın Başbakan eğer bu çizgisini kıramazsa, Ergenekon ve Balyoz davaları da, eski Genelkurmay Başkanı ve generallerin tutuklandığı İnternet Andıcı Davası da bu ülkeyi demokrasi ve hukuk devletine götürmez.
Artık ezbere biliniyor.
Askeri otorite, seçilmiş ‘sivil otorite’ye, hükümete tabi olamadan demokrasi olmaz.
Ama bu yeterli şart değildir.
‘Sivil otorite’nin de demokrasi ve hukukun temel ilkelerine saygı göstermesi gerekir.
Henüz bunu başaramadık.
Asker sivile tabi olurken, sivil de eğer demokratik hak ve özgürlükler konusunda kendi başına buyruksa, değişen bir şey olmaz.
Türkiye birkaç yıldır ‘askeri vesayet rejimi’nin çözülüşü açısından hiç kuşkusuz önemli olaylar, değişimler yaşıyor.
Darbe tertipleri ilk kez yargı sahnesine çıkmış durumda. 12 Eylül’e onca yıl sonra da olsa hukuk dokunabiliyor. Türkiye, Genelkurmay başkanlarına da hesap sorabilecek cesareti kendinde bulabiliyor.
İyi güzel.
Ama yetmez!
Askeri sivile tabi kılacak kurumsal düzenlemeler hâlâ bekliyor. Askeri ya da militarist zihniyeti demokrasi kültürüyle terbiye edecek eğitim reformları hâlâ bekliyor.
Ve hapishaneler gazeteci kaynıyor.
Türk ve Kürt gazeteciler!
“Gazeteci değil terörist” söyleminin fazla bir inandırıcılığı yok.
Bunları çok yaşadık.
Soğuk Savaş döneminde komünist diye, şeriatçı diye hapsi boylardık, 1990’lardan beri de terörist diye içeri atılıyoruz.
Bu ülkede eğer demokrasiye yakışan ifade ve basın özgürlüğü olacaksa, Terörle Mücadele Kanunu’nun, Ceza Kanunu’nun, Basın Kanunu’nun değiştirilmesi şart.
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu değişmeden demokrasi kapımızı çalmaz.
Tutukluluk süreleri bir başka meseledir.
Ve yeni anayasa şarttır.
Yeni vatandaşlık tanımı şarttır.
Yerel yönetim reformu şarttır.
Kürtçe eğitim şarttır.
Kürtleri eşit vatandaş yapmak şarttır.
Alevileri eşit vatandaş yapmak şarttır.
Sayın Başbakan;
Çoktan beri unuttuğunuz yakıcı konunun adı, ‘demokrasi reformu’dur. Bunu tez elden hatırlamazsanız, Türkiye’nin kalkınması da, bölgesel güç iddiaları da havada kalır.
İyi pazarlar!