Hasan Cemal - Milliyet - 6 Ocak 2012Üstünde bir damga: “GÖRÜLDÜ. Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu.”
Hapishaneden bir mektup.
Büşra Ersanlı’dan.
KCK tutuklusu arkadaşım.
26 Aralık 2011 tarihli mektup Merhaba Hasan diye başlıyor:
“Son günlerde vicdanlı güzel yazılarını okuyoruz.
Çok memnun oluyoruz; tek tük de olsa istikrarlı biçimde gerçek adalet çağrısı yapanlar var diye...
Sırma görüşte, ‘Seni soruyor Hasan’ dedi.
Teşekkürler.
Burada günler aslında dolu geçiyor.
Bol kitap okuyoruz.
Dil öğrenenler var.
Güzel salatalar yapmak gerekiyor, çünkü çok fazla hamur ve nişasta var yemeklerde...
Durum tabii 40 yıl öncesinden çok farklı, (Büşra, anlaşılan, 1971’in 12 Mart dönemindeki cezaevi koşullarıyla bugünü karşılaştırıyor, HC)
Ama ne kadar gelişmiş olursa olsun -ki daha çok eksik var- insanlar burada gerçekten hak ederek bulunmalı, yani hukuka dayanıyorsa...
Ben kendimi burada göremiyorum.
Ama uyum becerim yüksek olduğundan, BDP il yöneticileri arasında birkaç arkadaşım da bulunduğu için iyi sayılırım.
Sana ve sevdiklerine çok iyi bir yıl, onurlu bir özgürlük (hepimize) diliyorum.
Geçen gün çok güzel anlamlı bir mektup aldım, Muş Cezaevi’nden. Ekte gönderiyorum, temize çekerek...”
Büşra’nın mektubu böyle.
Muş Cezaevi’nden mektuba gelince...
E-Tipi Kapalı Cezaevi’nin 32 numaralı odasında yatan İlhan Tokmakçı’dan geliyor.
Büşra Ersanlı’ya yazmış.
Roj baş hocam diye başlıyor:
“Köydeyken bir oğlağımız vardı. Bacakları sorunluydu. Muhtemelen bir çeşit romatizma.
Bundan olacak ki, hayvan bütün gün evin önündeki toz toprağın içine yatar güneşlenirdi.
Ben de bütün gün ona durmadan evden, komşulardan su ve yiyecek taşırdım.
Genelde akşamları bizimle ikamet ederdi. Bazen daha konforlu mekânlar bulduğundan olacak ki eve gelmezdi.
Onun eve gelmediği geceler kaygılanırdım. Hemen annemi ikna ederek amcama giderdik.
Amcama gidince, ‘Amca Bışar kayıp oldu’ (oğlağın ismi Bışar’dı) derdim.
Amcam da hemen meramımı anlar, doksan dokuzluk tespihini çıkarır. Okur üfler, katlar çözer ve bana dönerek, ‘Artık sen git yat, ben kurdun ağzını bağladım, senin Bışar’ını yemez’ derdi.
Ayrıca tembihte bulunurdu.
‘Sabah bana unutturma ama, kurdun ağzını çözeyim, yoksa zavallı açlıktan ölür’ derdi.
Ben de bunun üzerine kaygısız, güven içinde huzurla gelir yatardım. Çünkü biliyordum, amcam kurdun ağzını bağlamış, artık kurt Bışar’ı yemez, Bışar’a zarar vermezdi.
Keşke bir teyze, bir amca, bir hala da insan kurdunun ağzını bağlama sırrına erişmiş olsaydı.
Her ne kadar insan kurdunun umut meleklerimizi yutamayacağını bilsem de kaygısız yatamıyorum.
Her şeye rağmen insanlığı insan kurdundan korumak için, insan kurdunun ağzını bağlamayı çok isterdim.
Eğer bilseydim, bugün de, o çocukluğumdaki gibi güven ve huzur içinde yatacaktım.
Belki de umudun melekleri biliyordur, insan kurdunun ağzını bağlamayı...
Sahi, böyle bir sır var mı sizde?
Eğer yoksa, insan kurdu neden sizi seçti?
Biliyorsanız, söyleyin huzurlu uyuyayım.
Gazetecinin birinden duydum, (Koray Çalışkan) yarın doğum gününüzmüş.
32. oda olarak doğum gününüzü kutluyoruz. Ben sizin için bir şiir okuyacağım.
Hem varlığınıza, hem de var olmanızda payı olanlara şükran duygularımızı belirtmek için...”
Hem Büşra’ya, hem İlhan’a;
Hiç merak etmeyin.
Umut meleklerini kimse yutamaz!