Hasan Cemal’in, PKK liderlerinden Murat Karayılan’la Kandil’de görüşmesi medyada geniş ilgi uyandırdı. Hürriyet’ten Mehmet Y. Yılmaz, Taraf’tan Markar Esayan, Demiray Oral ile Vatan’dan Okay Gönensin ve Ruhat Mengi, Hasan Cemal’in söyleşisini köşelerine taşıdı.
Gönderdiği yazı yayımlanmayınca 15 yıl çalıştığı Milliyet’ten ayrılmak zorunda kalan Hasan Cemal’in Karayılan söyleşisi, gazetenin birinci sayfasında yer aldı. Milliyet’in yanı sıra, Radikal, Birgün, Evrensel, Özgür Gündem ve Sol gazeteleri de röportajı birinci sayfalarından verdi.
Hasan Cemal: Murat Karayılan ile Kandil'de 5,5 saat
İşte Mehmet Y. Yılmaz, Markar Esayan, Demiray Oral, Okay Gönensin ve Ruhat Mengi’nin yazıları şöyle:
Hasan Cemal, geçtiğimiz cumartesi günü Kandil’e gitti ve “KCK Yürütme Konseyi Başkanı” sıfatına sahip Murat Karayılan ile 5.5 saat süren bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşi dün internet haber sitesi www.t24.com.tr’de yayımlandı.
Söyleşiyi merak edenlerin internetten tümünü okumalarını öneririm, haber için kısaltılırken anlam kaymaları olabiliyor çünkü.
Söyleşiden edindiğim izlenim şu: PKK’nın dağdaki şefleri silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarma konusunda, bizim yandaş medyadaki sivil generaller kadar heyecanlı değiller!
Evet, belli ki Abdullah Öcalan’ın örgüt üzerinde ciddi bir ağırlığı var. Bu ağırlığı örgütün dayandığı tabanda Öcalan’ın taşıdığı anlamdan kaynaklanıyor. Eğer örgüt yöneticileri kendi tabanlarında ciddi bir parçalanma yaşamak istemiyorsa da Öcalan’ın kararlarına, mesajlarına açıkça karşı çıkmayacaklar, bu görünüyor.
Açıkça karşı çıkmak yerine ayak sürümek, işi ağırdan almak, gerçekleştirilmesi zaman alacak hatta hiç mümkün olmayacak taleplerde bulunmak “Kandil”in yöntemi olacak gibi.
Karayılan da bulunduğumuz dönemeci “tarihi” olarak niteliyor. Silahların yerine fikirlerin konuşması gerektiğini vurguluyor ama “Barış için daha çok çalışmamız lazım” diyerek, bu işin beklendiği gibi hemen gerçekleşmeyeceğini de söylüyor.
“Apo ‘Yeni dönemde artık silah değil, siyaset öne çıkıyor; silahlı mücadeleden demokratik mücadeleye geçiliyor’ dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt şu:
“Evet, böyle düşünüyorum. Ama bunun için de aşamalar var kat edilmesi gereken, süreçler var geçilmesi gereken. Hükümetin ve Meclis’in yapması gerekenler var”.
Kritik bir başka yanıtı da şu soruya veriyor:
“Önder Apo, ‘Artık silahlı unsurlarımızın Türkiye sınırlarının dışına çıkma zamanıdır’ dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?”
Karayılan’ın yanıtı:
“Evet, buna biz de katılıyoruz. Fakat bu sürecin pratikleşmesi, yani uygulanması için hükümetin ve Meclis’in yapması gerekenler vardır”.
Ve herkesin merakla beklediği “geri çekilme” konusunda söylediklerine de bakalım:
“Bu konuyu ele alırken, geçmiş tecrübelerden ders almak zorundayız. Tam sekiz kez ateşkes ilan ettik. Ve 1999’daki geri çekilmeyi yaşadık. Bunlar çok acı tecrübelerdi. O yüzden geri çekilme konusunu olgunlaştırmak gerekiyor. Bunun en başında da yasal zemini oluşturmak lazım. Ta Karadeniz’den, Erzurum’dan, Dersim’den insanlar, silahlı unsurlar çekilecek. Kolay değil. Hükümetin ve Meclis’in kararı lazım. Böyle bir karar güvencedir, güçlerimizin selamet içinde can kaybına uğramadan çekilmeleri için bir güvence“.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu söyleşinin yapılmasından bir gün önce, “Meclis’e gerek yok, hükümet olarak yaparız” dediğini hatırlatayım ki bu iş zannedildiği kadar hızlı ve kolay olmayacak. Karayılan, “Çekilme ne zaman biter” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
“Ne kadar hızlı davransak da bize göre geri çekilme sonbahara kadar sarkar. Hükümet bu çekilme olayını çok basite indirgiyor. Bu hiç kolay bir şey değildir. İnsanlar hayatını koymuş, dağa çıkmış. Şimdi onları geri çekilme konusunda ikna etmek önemli. Bu kolaycı yaklaşımlar Kürt tarafında da yok değil. Mesela BDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş geçen gün diyor ki; Kürt meselesinde silahlı boyut yüzde 99 bitmiştir. Yüzde 1 de parlamentonun kararına kalmıştır. Bu da yüzeysel bir yaklaşımdır BDP tarafından. Sürecin, geri çekilme sürecinin yeterince, bütün derinliğiyle kavranamadığını gösteriyor. Silahlı mücadelenin bütünüyle sonlanması, öyle sanıldığı gibi basit bir olay değildir”.
Doğan Akın’ın yazdığı, bir gün sonra yayınlanacak röportajın duyurusunu T24’te görünce “gazeteci duruşu”nun ne olduğunu düşünen olmuştur umarım.
Günlerdir, Hasan Cemal’in Milliyet’ten ayrılmak zorunda kalması üzerine tepki, yorum ve üzüntüleri izliyoruz. Bu olayın, Türk basınının tümü için bir başarı hikâyesi olmadığından kimsenin kuşkusu yok.
Hasan Cemal’in karşısındaki sandalyeye oturmamın üzerinden 38 yıl geçti. Bu 38 yılı düşününce, son haberiyle birlikte en tavizsiz şekilde altı çizilen kelimeler “gazeteci duruşu” oluyor.
Kimsenin rencide olmasına gerek yok, gazeteciliğin ne olduğu ve ne olması gerektiğiyle ilgili yanlışları düzeltmekteki eksiklerimizi çok açık önümüze koydu Hasan Cemal’in “gazeteci duruşu.”
Acil adımlar
Gazetesiz Hasan Cemal Kandil’e gitti, barış sürecinin bundan sonraki aşamasında birinci aktör konumunda olan Karayılan ile görüştü ve röportajını T24’te yayınladı.
Bugünün sorularının cevapları Kandil’deydi, bu cevapları yerinde alan Hasan Cemal birçok meselenin daha yerli yerine oturmasını sağladı.
Karayılan’ın söylediklerine gelirsek: Öcalan’ın Nevruz’da çizdiği siyaset ve gelecek tablosuna tam bir uyum bulunduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi yapılması gereken, silahlı güçlerin Kuzey Irak’a çekilmesidir ve daha önceki deneyler dolayısıyla Karayılan “hukuki bir altyapı” istiyor. Bunun Türkçesi şudur: “çekilme sürerken güvenlik güçleri operasyon yapmasın, daha önce olduğu gibi yüzlerce insan ölmesin, bunun için bir hukuki dayanak sağlansın.”
Karayılan “orta kademede” sorunlar olduğunu kabul ediyor, bunların giderilmesi için sürekli görüşmeler yaptığını söylüyor, ayrıca bu konuda Öcalan’ın desteğine ihtiyacı olduğunu belirtiyor.
CHP’nin katkısı
Bir “sonbahar” kelimesi var; ama herhangi bir provokasyona ya da birçok provokasyona imkân vermemek için “hızlı” davranılması gerektiği de yerinde bir tespittir.
Karayılan, defalarca ve çok açık olarak silah döneminin bittiğini söylediğine göre, dönemin artık “demokratik siyaset” dönemi olduğunu belirttiğine göre, sürecin yönetimi tümüyle siyasi iradeye, siyasi iradelere geçmiş oluyor.
Herkes için, bütün ülke için demokrasi...
CHP’liler de bir gözlük ayarı yapıp, Öcalan’ın mektubunu ve Karayılan’ın Hasan Cemal’e söylediklerini art arda bir kez daha okurlarsa bir önceki cümlenin gerçekleşmesi için hayati katkılarda bulunabilirler.
Sağol Hasan Cemal.
Memleket medyası son günlerde, “Hasan Cemal bir nedir” sorunsalını analiz ediyor. Onun —bile— yazamamasının bilhassa gazeteciler üzerindeki etkisini irdeliyor. Onun “anlamımız” olduğu... Gazetecilik dışındaki “simgesel” ağırlığı... Susturulmasının gazeteci milletinde yarattığı etkiyi anlatmaya kelimelerin kifayet etmeyeceği... Onun yazmadığı memleketin dağlarına bahar gelmeyeceği yazılıp çiziliyor. İyi de oluyor, çünkü Hasan Cemal bunların hepsini hak ediyor. Fakat dostun, düşmanın hakkında yazdığı yazıları artık noktalamak ister misali, bu mevzudaki en sıkı yazıyı yine Hasan Cemal yazıyor. Köşelerde, “Hasan Cemal bir nedir” yarışması yapılırken, o soruya bizzat kendisi cevap veriyor. Köşesi elinden alınmış, herkes onun yazamadığı ülkeye demokrasi gelir mi diye oturduğu yerden tartışırken gazetecilik yapan adamdır Hasan Cemal. Herkes köşesinde o soruyu sorarken, Kandil’e gidip Murat Karayılan’a soru soran muhabirdir. Sorduğu sorularla röportaj nasıl yapılır dersi veren, durumu kendi gördüğü gibi gösterme gayretine girmeyip, bizzat aktörü hâline getirildiği barış süreci- demokrasi ilişkisi mevzuunu bile tamamen dışında kalarak sormayı başaran gazetecidir. Köşen sana hep açık diyerek kapıyı gösterenlere, bu memleketin bütün köşelerinin kendisine, daha doğrusu sıkı gazeteciliğe açık olduğunu gösteren adamdır. Herkes onu kral mı susturdu, kraldan çok kralcı patron mu diye tartışırken, gerçek gazeteciyi kralın da kralın şürekâsının da susturamayacağını bir kez daha tarihe not düşen isimdir. Bu böyle, daha bir sürü şahane maddeyle uzayabilir. Fakat, Hasan Cemal bir ne midir? Gazetecidir. Yeterlidir.
Hasan Cemal, iyi bir gazetecinin şu veya bu gazetede çalışıp çalışmamasının iyi gazetecilik yapmaya engel olmadığını gösterdi. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la üçüncü görüşmesini yaptı ve T24’te yayınladı. Yine ilkeli bir duruşla, durumu olduğundan daha pozitif veya negatif gösterme gayretine girmeden, resmin bütününü ortaya çıkarmaya çalışarak, haberin kendisini en öne koyarak yaptı işini. Nitekim, Karayılan nicedir söylediklerini tekrarlasa da, ortaya çok değerli bir gazetecilik işi çıktı. Çünkü bu söyleşi Kandil’in bir numarası ile, PKK’nın resmen ateşkes çağrısını yaptığı günde gerçekleştirildi. Yani Karayılan sözleri artık fiilen adımların atılmaya başlandığı bir dönemin içinde olmakla daha önemli hâle geliyor. Tebrikler Hasan Cemal.
Karayılan da “öyle değil” diyor
Bir süredir Taraf ’ta da devam eden barış süreci ile demokrasi arasındaki ilişkiye dair tartışmaya cevap niteliğinde o can alıcı soruyu Cemal büyük bir ustalıkla bakın nasıl soruyor: “Türkiye’de bazı çevreler diyorlar ki; bu defa Kürtler Türkleri satacak ve kendi istediklerini alırken, Erdoğan’ı da başkan baba yapacaklar; yani Kürtler kendi haklarını elde ederken Türkiye’de otoriter bir rejime kapıyı açacaklar.” Karayılan’ın yanıtı:
“Asla böyle bir durum sözkonusu değildir... Tam tersidir. Kürt sorunu ile demokrasi sorunu etle tırnak gibi iç içedir. Kürt sorununun çözümü demek, Türkiye’nin demokratikleşmesi demektir. Türkiye’de yaşayan bütün etnik ve dinsel kimlikleri reddeden değil, kabul eden bir demokratik uzlaşmayı geliştiren bir perspektifi olumlu buluyoruz biz. Ve yeni anayasada üç şey önemlidir bizim için. Yeni vatandaşlık tanımı... Kimliklerin tanımı... Türkiye ulusunun tanımı...” Cemal sormaya devam ediyor: Murat Karayılan’a Apo’nun Nevruz çağrısındaki şu sözlerini hatırlatıyorum: “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler uçuruma sürüklenirler.” Karayılan’ın yanıtı: “Doğrudur, Aynen katılıyorum.” Son olarak diyorum ki Karayılan’a: “Parmakların tetikten çekildiği, yani dağdan silah seslerinin gelmediği bir ortamda sorunu sabırla zamana yayarak ve düğümleri kolayından zoruna doğru sıraya koyarak barışa doğru yürümek mi?” Karayılan: “Doğru yöntem budur.”
PKK tercihini yapmış, saygı duymalı
Süreci farklı, güvenilir ve değerli kılan can alıcı noktayı ise Karayılan şöyle özetliyor: “Savaşarak mı sonuca gideceğiz? Yoksa sonuç, yani barış demokratik çözüm yoluyla mı gelecek? Aramızda tartıştık ve ikincisinde karar kıldık.” “Biz bu arada önderliğimizin koyduğu perspektifin daha değerli, daha stratejik olduğu noktasına geldik. Çünkü bir yön tayini, bir başka deyişle Türk-Kürt ittifakını öngördüğü için onun bu perspektifinin daha değerli olduğunda karar kıldık. Bu nedenle bazı taktik avantajları değil, stratejik ekseni öne aldık. Türkiye’den koparak değil, birlikte sonuca gitme kararı aldık. Türkiye’yle ittifak temelinde Kürt sorununu çözmek ve Kürtlerle Türkler arasında ortak yaşamı tesis etme kararıdır bu...” Karayılan, lider kadrosu içinde de Öcalan’ın barış stratejisine tam destek olduğunu söylüyor. Ama örgütün savaşan orta kademesinde soru işaretleri olduğunu ve onlarla ikna toplantıları yaptıklarını izah ediyor. Öcalan’ın da PKK’nın endişelerini bırakması uyarısını hatırlatıyor bu sözler.
Zenci bir başbakan çözüyor
Evet, Hürriyet ’in 15 sene evvel hakkında “Muhtar bile olamaz” diye manşet attığı “Zenci” Erdoğan, kendilerinden sadece savaşmaları, ölmeleri ve öldürmeleri beklenen Öcalan ve Kandil’dekiler, fena hâlde ezber bozuyorlar. Üstelik demokrasimiz hâlâ sorunluyken yapıyorlar bunu. Kendi kişisel hesapları için bu ortaklaşmaya gittikleri iddiaları da büyük bir haksızlık. Çözümün dindar bir partinin zenci Başbakan’ından geliyor olmasına yönelik sınıfsal bir tepki. Çünkü Erdoğan, çözüm riskini almadan da güçlü bir liderdi. Hangi sistemde otoriter bir başkan olmak daha kolaydır? Milliyetçi söylemin tavan yaptığı, şiddetle mücadelenin tüm reformların önüne geçtiği güvenlikçi bir düzende mi, yoksa barışın sağlandığı daha huzurlu bir ülkede mi? Öcalan’ın Newroz’da okunan çağrısının ve Hasan Cemal’in Murat Karayılan röportajının süreçten samimiyetle endişe duyanların içini ferahlattığını ümit ediyorum.
Başbakan Erdoğan son konuşmasında da yine “çözüm sürecinin önüne dikilenler” diyerek bu süreçte “tüm ihtimaller”i tartışanlara, başta her zaman yaptığı gibi “muhalefet partilerine” çattı... “Öcalan’a ne söz verdin diye soruyorlar, milletimin verdiği yetkinin dışına çıkmadım” dedi. Ama PKK’nın Kandil’deki lideri Karayılan da, BDP de “geri çekilme ve silah bırakma” için şartlar öne sürüyorlar ve bu şartların başında “parlamentonun alacağı yasal kararlar” geliyor. Yani “yeni anayasada söz verilmiş olan değişiklikler”..
Karayılan, Hasan Cemal’le yaptığı röportajda da “Türk Hükümetinin Ortadoğu’da PKK lehine gelişmelerden çekindiği için çözüm noktasına geldiğini” söyledikten sonra yine ayrı bir devletten söz ediyor gibi “Türkiye’yle ittifak temelinde Kürt sorununu çözme ve ortak yaşamı tesis etme” benzeri ılımlı sözlerin arkasından “Silahlı mücadele olgusunu gündemde tutmaya karar verdik” diyor.
Bu şartlar ne?
“Sınır dışına çekilme için şartlarımız var; yasal çerçeve.. Hükümet gerekli adımları atsın” diyor..
“Geri çekilme Sonbahar’a sarkar”..
“BDP Genel Başkanı Demirtaş ‘silahlı boyut yüzde 99 bitti, yüzde 1 parlamentonun kararına kalmıştır” dedi, bu yüzeysel bir yaklaşım, geri çekilme ve silahlı mücadelenin sonlanması öyle kolay bir şey değil” diyor..
“Kalıcı barış Apo’nun özgürlüğünden geçer” diyor..
Çok zorlandığında, sıkıştırıldığında “önce özerk, sonra bağımsız bölge” taleplerinden vazgeçmişler gibi şartları “Kürt kimliğini tanıma, ana dilde eğitim ve benzeri alanlarda devletin adım atması” olarak tarif ediyor ama bu “benzeri alanlar” nedir, ondan söz etmiyor.
Gerçek hâlâ gizleniyor!
Sadece 2011’den bu yana terörle 3000 insanın öldüğünü söylediğine göre bu boyutta acımasız bir terörü sadece “Kürt kimliğini tanıma ve ana dilde eğitim” için mi yaptılar?
Şu anda Hükümet bu tür talepleri karşılamaya hazır göründüğüne göre ve buna rağmen hala “geri çekilme ve silahlı mücadelenin zor olduğunu” söylediklerine, “Öcalan’a af”fı da telaffuz ettiklerine göre bunun için gereken “yasal düzenleme” başka neleri içerecek? Ne oldu da bu güne kadar dilden düşürmedikleri “kendi kendini yöneten, kendi eğitim ve savunma sistemi olan özerk bölge” talebinden vazgeçilmiş gibi konuşmaya başladılar? Halkın bu konuları merak etme hakkı yok mudur?
Eğer bu özerk bölge “yerel yönetim yasası” değiştirilerek veya “başkanlık sistemi için eyaletler gerekli” denerek getirilmeyecekse, bu talepten gerçekten (birkaç yıl içinde tekrar o noktaya gelmeyecek şekilde) vazgeçtilerse bunu açıkça ifade etmeleri gerekmez mi?
Karayılan bile TBMM diyor!
Bunların yanında dikkat çeken nokta Kandil’deki Karayılan’ın bile “Başbakan Erdoğan, Meclis’e gerek yok, Hükümet olarak yaparız dedi ama bu eksik bir çerçeve.. TBMM karar almalı, CHP de bu sürece dahil edilmeli” demesi.. O bile bu önemli “anayasal” kararları ancak Meclis alırsa doğru olacağını biliyor. Bakalım yeni anayasa bu sorunu nasıl çözecek.