Haşim Kılıç: Hayat tarzlarına yapılan müdahaleler kabul edilemez

Haşim Kılıç: Hayat tarzlarına yapılan müdahaleler kabul edilemez

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, "Bireyler, hukuk devletinin sağladığı güvenlik sayesinde, her türlü korku ve endişeden arınarak, insan onuruna sağlanan “özerk” bir alanda hayatını devam ettirir. Özerk alan içindeki hayat tarzlarına yapılan müdahalenin yarattığı hak ihlalleri insan onurunda kapanmayan yaralar açmıştır" dedi.

Kılıç, TÜSİAD'ın 2012-2013 dönemi ilk Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı'na onur konuğu olarak katıldı. 

Türkiye'de olağanüstü koşullarda yeni bir sürecin yaşandığını belirten Kılıç, bu olağanüstü yaşam koşullarını olumsuz anlamda söylemediğini ifade etti. Yeni bir anayasa yapma heyecanının dorukta olduğunu, kendi kuşağının üniversite yıllarında tanıştığı terörü sona erdirme gayretlerinin toplumu oluşturduğu umudu ve olumlu iklimin görmezden gelinemeyeceğini vurgulayan Kılıç, son yıllarda yakalanan siyasi istikrarla değerli iş adamlarının her türlü övgüyü hak eden gayretlerinin buluşmasının ülkeyi ekonomik, sosyal ve siyasal alanda önemli seviyelere taşıdığını kaydetti. 

Birlikte yaşama iradesi var oldukça demokrasinin imkânlarını kullanarak sorunları çözmenin zor olmayacağını ifade eden Kılıç, hukuk devleti anlayışı ve demokratik değerlerle beslenen bir devletin yolunun her zaman açık olduğunu kaydetti. 

Türkiye'de yeni bir anayasa yapım sürecinin yakından izlendiğini söyleyen Kılıç, şöyle konuştu:

"Zaman zaman umutsuzluğa kapılmakta bekleyişimiz son ana kadar devam etmelidir. Ancak siyasi partilerimizin tartışılmasını dahi istemedikleri kırmızı çizgili öneriler, sürecin oldukça yavaşlamasına neden olmuştur. Müzakere imkânlarını zorlayarak, yeni öneri ve çözümler getirmedikçe sürecin devamı tehlikeye girecektir. Toplumda yeni bir anayasa konusunda ortaya çıkan bu güçlü irade ve isteğin karşılıksız kalmasının yaratacağı travma anayasal sorunlara karşı ilgili duyarlılığı son derece azaltacaktır. Kendi doğruları dışında öteki önerilere kapıları kapatmak siyaset kurumlarının anayasayı değiştirme konusundaki samimiyetlerini de sorgular hale getirir. Toplumsal değer ve anlayışların hızla değiştiği dünyamızda, çözümsüzlükte direnmek taraflara olan sempati ve ilgiyi azaltacaktır."

Kılıç, yapılacak anayasanın yüksek katılımla kabulünü sağlayacak ortak projelerin üzerinde yoğunlaşmanın önemli olduğunu vurguladı.

Toplumu, çoğunluğun veya azınlığın dayatmalarıyla karşı karşıya bırakmanın gerilimi artıracağı gibi diyalogların kopmasına ve sorunların daha da derinleşmesine neden olacağını vurgulayan Kılıç, "Sonuçta toplumun bir bölümüne anayasal sürece katılma onurundan yoksun bırakıldığı hissi yaşatılacaktır. Bu dışlanmışlık hissinin de toplum barışını olumsuz etkileyeceği kuşkusuzdur. Azınlıkta kalan kesimlerin temel haklarının da sayısal üstünlüklere bakılmaksızın demokrasinin ve hukuk devletinin teminatı altında olduğu unutulmamalıdır" diye konuştu. 

Anayasa Mahkemesinin 51. kuruluş yıl dönümünde yaptığı konuşmada ifade ettiği anayasa yapım sürecinde rol alan sosyal ve siyasal kurumların değişmemesi gereken tek kırmızı çizgisinin "insanlık onuru"na dikkati çeken Kılıç, bu düşünceye demokrasinin, laikliğin ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin göz ardı edildiği gerekçesiyle bazı kesimlerin eleştiri getirdiği kaydetti.

Kılıç, şunları söyledi:

"O günde ifade ettim, bugün de bir kez daha yineliyorum. Anayasamızda yazılı olan Cumhuriyetin ve ona bağlı niteliklerinin tek amacı, onurlu bir insan, onurlu bir millet ve onurlu bir devlet yaratmaktır. Bu amaç sebebiyledir ki anayasamızda değiştirilemez kurallar olarak yerini almıştır. Uzlaşma Komisyonunda da hiçbir partinin bu ilkelerin değiştirilmesi yolunda öneride bulunmaması toplumumuzun geldiği aşamanın bilinçli bir tercihidir. Ancak yasamanın, yürütmenin ve özellikle yargı organlarının bazı kesimlere imtiyaz taşıyan yanlış anlayış ve uygulamaları ciddi sorunların yaşanmasına yol açmıştır. Oysa belirtilen değerler toplumdaki tüm farklılıkları barış içinde bir arada yaşatan, insan onuruna güvenli bir alan sağlayan ve sorun çözme niteliği oldukça yüksek anayasal ilkelerdir."

Yeni anayasanın odak noktasını oluşturacak "insanlık onurunun" anayasanın tüm hükümlerinin rafine edilmiş özeti olduğunu vurgulayan Kılıç, "Bu mutlak varlığın esas alınması, anayasal ilkelerin yorumunda ve ortaya çıkan sorunların çözümünde, anayasa değişikliklerine ihtiyaç duyulmadan kaynak olabilecek tek değerdir. Düşünceyi ifade, dini inanç ve kanaat özgürlükleriyle mülkiyet hakkı kişilerin doğuştan sahip olduğu devredilemez, zedelenemez, örselenemez en temel değerler olup, insanlık onuru da bu değerlerin yaşadığı ana rahmidir" diye konuştu. 

Kamu gücünün bireysel tercihleri sorguladığı dönemlerin, hatırlanmak istenmeyen karanlık dönemler olduğunu söyleyen Kılıç, "Farklı olmak bir haktır ve bu hak demokrasilerden önce yaratıcı tarafından insanlara bahşedilmiş üstün bir değerdir. Yapılacak şey açıktır; düşünceyi ifade, dini inanç ve kanaat özgürlükleri başta olmak üzere temel hakların önündeki eylemsel uygulamalarla örtüşmeyen eylemler devletin onarıcı ve düzeltici anlayışı ışığında yapılacak düzenlemelerle ortadan kaldırılmalıdır" diye konuştu. 

Kılıç, özellikle yargı organlarının Anayasa'nın uluslararası sözleşmeleri üstün kılan 90. maddesi gereğince yapması gereken evrensel değerlendirmelerle bu engelleri aşma zorunluluğu bulunduğa işaret etti. 

Tüm bunların eşit, özgür ve onurlu insanların yaşadığı, onurlu bir devleti oluşturmak amacını taşıdığını belirten Kılıç, bunu sağlamak için yargı bağımsızlığının önemli olduğuna vurgu yaptı. Yargıcın iç ve dış dünyasından gelen hukuk dışı etkilere karşı kapalı olması gerektiğini söyleyen Kılıç, "Bize yakın, ötekine yakın mahkeme" söylemi ve eleştirisinin hukuk devletinde verilebilecek en kötü haber olduğunu belirtti. 

 

‘Zor davalar, yargıç vicdanının sınav zamanıdır’

 

Kılıç, "Zor davalar, yargıç vicdanının sınav zamanıdır. Sıradan, günlük ve rutin davalar yargıcın tarafsızlığının ölçülebileceği sınavlar olamaz. Aslında tarafsızlık, hakimin vicdanının özgürleşmesine bağlıdır. Her hak ihlali, insan onuruna açılmış bir yara ise bu yarayı iyileştirecek olan da vicdanı özgür yargıçlardır"  ifadesini kullandı.

Adil yargılanma hakkı konusunda 2004 yılında Anayasa'da devrim niteliğinde bir değişiklik yapılarak uluslararası sözleşmelere üstünlük sağlayan Anayasa'nın 90. maddesinin yürürlüğe konulduğunu anlatan Kılıç, bu kuralın maalesef yargıç ve mahkemeler tarafından hayata geçirilemediğini söyledi. Bu nedenle Türk insanının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yolunu tutması nedeniyle açılan ihlal davalarında Türkiye'nin ikinci sırada yer aldığını ifade eden Kılıç, AİHM'de verilen en çok ihlal kararının da adil yargılanma hakkı konusunda olduğunu kaydetti. 

Kılıç, bu olumsuz tabloya karşı Anayasa'nın 90. maddesinin güçlendirilmesi amacıyla 2010 yılında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanındığını hatırlatarak, "Ama Türk halkından beklediğimiz, makul sürenin geçmesini büyük sabırla beklemesidir. Çünkü Mahkeme, gerekli içtihatlarını oluşturuncaya kadar süre geçmesi gerekiyor. Çok uzun sürmeyecek, makul bir süre olacak. Evrensel değerlerle örtüşen kararlarımızı göreceksiniz" diye konuştu.

Mahkemeye 5 bin civarında bireysel başvuru yapıldığını ve büyük çoğunluğunun adil yargılanma hakkı konusunda olduğunu bildiren Kılıç, "Anayasa Mahkemesi, hem yürütme hem yasama hem de diğer yargı organlarını bireysel başvuruyla kuşatarak, bu sorunun çözümüne en yakın sürede tüm katkıyı sunacaktır " ifadesini kullandı.

Kurumların öz eleştiri yapma cesaretini göstermelerini isteyen Kılıç, bu yapılmadığı takdirde kurumların kendisini yenilemesinin ve geliştirmesinin sürekli öteleneceğini söyledi. Sorunların temel kaynağının yasama, yürütme ve yargı dünyasının kuralları uygulama sırasındaki sebep oldukları hak ihlalleri olduğuna dikkati çeken Kılıç, bu ihlallerin sonuçları ve toplumsal karşılığının önemsenmesi gerektiğini vurguladı. 

Kılıç, "Yargının uygulama sırasında sebep olduğu sorunları gidermek amacıyla son yıllarda gelişen paket kanun çıkarma alışkanlığı da uygulamalardaki yapılan yanlışlıkları kabule zorunlu kılıyor" dedi.

Geçmişte siyasi partilerin kapatılması için açılan davalar ve Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu iradenin çağdaş hukuk devletinde yer bulamayacağını ifade eden Kılıç, 2000 yılı öncesi ve sonrasındaki siyasi parti kapatma davaları hakkında bilgi verdi. 1990 ve 2000 yılları arasında açılan 19 kapatma davasında 17 siyasi partinin kapatıldığını söyleyen Kılıç, Anayasa Mahkemesinin artık parti kapatma konusundaki tek ölçüsünün partinin terör ve şiddetle bağlantısı ve yakınlığı olduğunu kaydetti. Kılıç, bunun dışındaki barışçıl söylemler çerçevesinde yapılacak bütün çalışmaların ifade özgürlüğünün teminatı altında değerlendirileceğini kaydetti. 

Kılıç, gelecekte Türkiye'de Anayasa Mahkemesinde parti kapatma gibi olaylarla kolay kolay karşılaşılmayacağını söyledi. 

Ekonomi ve hukukun küreselleştiği bir dünyada Türkiye'nin olması gereken yerde konuşlanmaya başladığını söyleyen Kılıç, hukuk güvenliğinin tam olarak yaşandığı bir Türkiye'de iş adamlarının aşamayacağı hiçbir engel bulunmadığını belirtti. Devletin artık doğrudan ekonomik hayatın içinde olduğu dönemin geride bırakıldığını vurgulayan Kılıç, geçmişte yargı organlarının ekonomik ve sosyal konularda aldığı kararların olumlu ve olumsuz sonuçlarının inkâr edilemeyeceğini kaydetti.

Özelleştirme konusunda sergilenen engelleme ve devletçi anlayışın gecikmelere ve yüksek maddi kayıplara yol açtığını ifade eden Kılıç, Anayasa Mahkemesinin de gerek özelleştirme gerekse yabancılara mülk satışıyla ilgili kanunlar hakkında verdiği iptal kararlarında "karşılıklılık ilkesine" uyulmamasını gerekçe olarak göstermesi nedeniyle ülkenin çok önemli ekonomik kayıplara sebep olduğunu, ancak Anayasa Mahkemesinin anayasada dayanağı bulunmayan karşılıklılık ilkesine uyma zorunluluğunu yeni kararlarında kabul etmediğinden sorunun ortadan kalktığına işaret etti.

 

Kuvvetler ayrılığı ilkesi

 

Modern demokratik anayasal düzenlemelerin temelinde güçler ayrılığı ilkesinin bulunduğunu kaydeden Kılıç, şöyle konuştu:

"Zira, anayasal demokrasi siyasi iktidarın doğası konusunda, çok iyimser değildir. 'Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır' sözünün geçerliliği tarihsel olarak ispatlanmıştır. Gücün, bu yozlaştırıcı ve tabir yerindeyse baştan çıkarıcı doğası, onun sınırlandırılması zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Aslında  özgürlüklere tehdit oluşturması bakımından, bir kişinin sınırsız iktidarı ile çoğunluğun sınırsız iktidarı arasında özde bir fark yoktur. Türkiye tercihini parlamenter sistemden yana kullanarak, bugüne kadar yoluna devam etti. Ancak, yürütme organının parlamento üzerindeki vesayet sorununu çözmüş değildir. Yeni anayasa çalışmalarında gündeme gelen başkanlık sisteminin de bu sorunu çözmek için güçlü, istikrarlı bir yürütme organını tesis etmek amacıyla önerildiği açıklamalardan anlaşılmaktadır. Hangi sistemin isabetli olduğu konusunda yorum yapmak konumumuz gereğince bizlere düşmez. Bu yetki, halkın vekaletini teslim ettiği parlamentonun takdir alanı içindedir. Ancak, Anayasa Mahkemesinin, siyasi bir belge olan anayasaya dayanarak yine siyasi bir ürün olan kanunların uygunluk denetimini yapıyor olması, onun anayasal projeler ya da sorunlar karşısında kayıtsız kalması gerektiği sonucunu doğurmaz. Önemli olan 'yerindeliğin takdir edilmesi' gibi bir yanlışlığın yapılmamasıdır." 

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin kabul edilmesi sonunda parlamenter sistemden biraz daha uzaklaşıldığını söyleyen Kılıç, "Aslında sorun, cumhurbaşkanını seçim yönteminden ziyade, sahip olduğu aşırı yetkilerin çift başlı bir yönetim doğuracağı kaygısından kaynaklanmaktadır" şeklinde konuştu.

Bölünmüş bir yürütme gücünün siyasi istikrarsızlık sonucunu doğuracağı endişesinin toplumda ağırlık taşıdığını belirten Kılıç, bu sisteme bazı ekleme veya çıkarmalar yaparak söz konusu endişeleri giderme çabalarının yeni sorunların doğmasına sebep olabileceğine işaret etti.

Siyaset kurumlarının tabi olduğu seçim sistemiyle Siyasi Partiler Kanunu'ndaki yetersizliklerin hükümet sistemi arayışlarını zorlaştırdığını kaydeden Kılıç, şöyle devam etti:

"Yeni anayasa projesinin olumsuz sonuçlanması durumunda, belirtilen kanunlarda yapılacak değişikliklerle kuvvetlerin ayrılmasını olumlu şekilde etkileyecek çözümler vardır ve kullanılmalıdır. Güçler arasında olması gereken 'denetim ve denge sistemi' yaşamsal öneme sahiptir. Hükümet sistemlerinin türü ne olursa olsun, yargı gücünün diğer organlar karşısındaki bağımsızlığı olmazsa olmaz gerekliliktir. Bağımsızlık ve tarafsızlık sorunu olmayan  güçlü bir yargı organının, hükümet sistemlerinin başarı şansını çok yükselttiğini, uygulanan çağdaş sistemlerde görebiliriz.

Yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki kuvvetler ayrılığı yanında, muhalefet partilerinin iktidarları sıkıştırma gücü veya  kendisine oy verenlere hissettireceği iktidar umudu ve bunun doğuracağı rekabet, hükümet sistemlerinin sağlıklı işlemesini ve demokratik hukuk devleti anlayışının güçlenmesini sağlayacaktır. Aksi durumda, dengeleyici muhalefet gücünün yetersizliği sonunda doğacak boşluk, iktidar güçlerinin otoriterleşme eğilimlerini teşvik edecektir. Parlamentonun yürütme organına bütçeyle verdiği, gelirlerin toplanması ve giderlerin yapılması yetkisinin, Sayıştay  tarafından çağdaş tekniklerle denetim altına alınması, kuvvetlerin denetim ve denge sisteminin temel dinamiklerinden birisidir. Güçler ayrılığı ilkesi ile elde edilmek istenen sonuçların oluşmasında, bu dinamiklerin göz ardı edilmesinin  ciddi kayıplara yol açacağı açıktır."

Sorunlara ya da önerilen çözümlere, heyecan verici tavırlarla meydan okumanın taraftar bağlılığını güçlendirdiğini ancak ilgililerin bir araya gelerek diyalog ve uzlaşma  iradelerini zayıflattığını dile getiren Kılıç, "Gerilim, öfkeyi, öfke de nefret  söylemini beslerken, diyalog ve uzlaşma zeminini kaybediyoruz" dedi.

Nefret ve çıkar kültürünün sarmalından toplumun ruh dünyasının zarar gördüğünü, bunun sonucunda Türkiye çapında açılmış derdest 200 bin civarındaki sadece hakaret davalarının bile tehlikenin boyutlarını göstermeye yettiğini anlatan Kılıç, şu değerlendirmede bulundu:

"Sokakta, meydanlarda, okulda, statlarda, eğlence yerlerinde, trafikte, medyada, televizyon programlarında hakim olan şiddet ve gerilim, geleceğin Türkiye’sinin en önemli potansiyel tehlikesidir. Toplumu, için için yakan nefret söylemlerinin kaynaklarını kurutmak zorundayız. Pozitif hukuk kurallarının bu iklimi yalnız başına değiştirmeye gücü yetmiyor, yetmez de. Sevgi, hoşgörü, merhamet, güven ve vicdani tepki gibi insani ve ahlâki değerlerden destek almak kuralların gücünü artıracaktır. Demokrasinin uzlaşma ve diyalog imkânlarını ancak bu değerlerle hayata geçirebiliriz.

Bireyler, hukuk devletinin sağladığı güvenlik sayesinde, her türlü korku ve endişeden arınarak, insan onuruna sağlanan “özerk” bir alanda hayatını devam ettirir. Özerk alan içindeki hayat tarzlarına yapılan müdahalenin yarattığı hak ihlalleri insan onurunda kapanmayan yaralar açmıştır. Siyasi ve sosyal tarihimiz, etkileri yıllarca sürmekte olan anlamsız, gereksiz, sonuç doğurmayan, hayali korku ve endişe yüklü düşüncelerle toplumun bazı kesimlerinin hayat tarzlarına yapılan müdahalelerin izleriyle doludur. Bunlara yeni halkalar eklemek yorgun vicdanları daha da yoruyor. Toplum vicdanı ikna edilmeden atılan adımlar, demokratik hukuk devletinin sicilini bozmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Bu gerçeklerden ders almadan kamu gücünü kullananların, sınırları belirsiz tasarruflarla hak ihlâline sebep olması kabul edilemez. Başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilen insanların yükünü paylaşmak onurlu insan refleksinin doğal bir sonucudur."