Hatay'da duran zaman: "Biz de öldük ama gömülmedik"

Hatay'da duran zaman: "Biz de öldük ama gömülmedik"

Gonca Tokyol - Hatay

"Sanki biz de öldük de gömülmedik abla" diyor Hasan. '"Hayalet şehir diyorlar ya bu haline Antakya'nın, asıl hayalet olan biziz sanki. Kimse ne görüyor bizi ne de duyuyor.”

Hatay Defne'deki çadır alanlarından birindeyiz Hasan'la. Mavi Çin çadırları, beyaz AFAD çadırları, mavili beyazlı KESK çadırları… Çadır alanının ortasında bir soba, etrafında banklar, yüzü bulutlu insanlar oturmuş çay içiyor. Arka tarafta kırık paletler sökülüp sağlam palet yapılıyor ki gece yağmurda su alan çadırların altına dizilsin -tak, tak, tak. Hasan'ın yan çadırında kalan biri kız diğeri erkek iki kardeş bir köpekle oynuyor -haydi koş, koş.

'"Çocuklara çok üzülüyorum abla” diyor Hasan. '"Hadi bizi öldürdüler de çocuklarımıza çok yazık oldu. Bizim geçmişimizi, onların geleceğini aldılar ellerinden.”

***

Hasan 6 Şubat'ta Türkiye ve Suriye'yi vuran depremlerin ardından Armutlu'daki evinin enkazından kendi çabalarıyla çıkmış. Önce kendini, sonra enkazdaki ailesini, sonra da yalınayak ve enkaz altında yuttuğu toprakla birlikte kan kusarken yan evlerde ulaşabildiklerini kurtarmış. Alt kattaki komşularına ulaşamamış ama, uzaklara bakıyor anlatırken. 

'"Çok denedim ama olmadı. Çok altta kalmışlardı, üstlerinde koştum durdum bir yol bulurum diye, bulamadım. En çok da o ağrıma gidiyor. Bize canlı canlı gömülen komşularımızı çiğnettiler, yetmedi, iki ay geçti aradan hala cesetlerinin kokusunu alıyoruz. Hala kaldırmadılar mahalledeki enkazların çoğunu. Büyük bir mezarlık sanki burası.”

Hatay'a depremden sonra ikinci gün vardığımda hissettiğime ne kadar benziyor Hasan'ın söyledikleri. Hatay'ı Türkiye'nin geri kalanından ayıran Top Boğazı'ndan aşağı inip de havalimanı kavşağını geçtikten sonra gerçek yıkımı ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Daha şehir merkezine yaklaşamadan arabadan inmek zorunda kalışımızı, enkazdan battaniyeleri çıkarmışlar ısınmak için diye düşünürken yolun kenarındaki o renkli tümseklerin cenazeler olduğunu anlayışımı, dışarıdan geldiğimizi gören Necla Hanım'ın ayağında terliklerle bize koşup '"yardım geliyor değil mi, Allah aşkına geliyor deyin” diye ağlayışını, '"ses geliyor, ses, lütfen yardım edin” çığlıklarını, daha önce dünyanın dört bir yanında çatışma ve afet takip eden ekip arkadaşımın yüzü donup da '"Dev bir mezarlığın içine giriyoruz ve daha kötüsü insanlar hala mezarlarından bağırıyorlar” deyişini…

İki ayın ardından, Hasan'la konuştuktan biraz sonra telefonum çalıyor. '"Nasıl orada durum, toparlamış mı biraz” diye soruyor Ukrayna'dan aynı arkadaşım. '"Yok” diyorum. '"Beni artık Hatay'la ilgili hiçbir şey şaşırtamaz sanıyordum ama işlerin nasıl daha da kötüye gittiğini anlamaya çalışıyorum günlerdir. Sanki bu insanları daha da derine gömmüşler. Her şey b*k gibi burada.”

***

Aşağı Okçular'daki Halkevleri çadır alanındayız. Akşam vakti yaklaşıyor, aşevi daha yemek dağıtmaya başlamamış ama önünde şimdiden kuyruk var. '"Yardımlar ilk baştaki gibi gelmiyor” diyor Özlem Mansuroğlu. '"Zorunluluktan, yoksulluktan, devletin verdiği süre dolduğundan gidenler de geri gelmeye başladı yavaş yavaş. Ama ne burada hayatlarını kurabilecekleri bir iş var ne de eskisi gibi yardım.” 

'"En çok neye ihtiyaç var” diye soruyorum. '"Gıda ve su” cevabını alınca irkiliyorum. Biz Hatay'dan ayrılırken en azından gıda, su ve kıyafet problemi çözülmüştü. Suratımdaki ifadeyi görünce '"Başa döndük” diyor koordinasyon konteynerinin önünde kurulan sobanın yanında birlikte ısındığımız gönüllüler. 

'"Hatta daha da kötü durum çünkü seçim gündemi girince unutuldu buradaki insanlar. Ne bugün için bir düzen var ne de geleceğe dair bir plan.”

***

Defne'deki TİP yardım noktası bir zamanlar Dostluk Çay Bahçesi'nin olduğu alanda. Girişteki danışma konteynerinin önünde oturuyoruz. Birkaç kadın gelip su soruyor, ne yazık ki yok. Peki el sabunu ya da deterjan? Ne yazık ki o da yok. 

Başka biri gelip kıyafet var mı diye öğrenmek istiyor, üzerindeki hırkanın arkasını kaldırıyor hafifçe konuşurken, eşofmanının arkasında boydan boya bir yırtık, ne yazık ki kıyafet de yok. 

Üzerinde İBB yeleğiyle sahada sağlık taraması yaptıklarını söyleyen bir başka genç kadın geliyor, hijyen problemi nedeniyle kadınların sık sık karşılaştığı mantar problemi için krem verdiklerini ama kalmadığı için temiz çamaşır dağıtamadıklarını anlatıyor. '"Temiz çamaşır vermezsek bir işe yaramıyor ki kremler. Sizde biraz bile varsa alsak biraz?” Ne yazık ki yok.

Alanın sorumlusu Nilay, '"Yardımlar azaldı ama yardıma ihtiyacı olanların sayısı arttı” diyor. '"Gıdaya ve hijyen ürünlerine ihtiyaç var. Bir de bit ve sinek ilacı.”

***

Hatay'ın idari merkezi olarak kullanılan Necmi Asfuroğlu Lisesi'nin önündeyiz. Onur lisenin karşısındaki refüjün üzerine küçük bir çadır kurmuş, içeride tek bir plastik sandalye, kapıya eski dükkanından kurtardığı tabelayı asmış: Onur Berber. 

'"10 gün önce açtım dükkanı” deyip gülümsüyor. '"İlk başta seyyar olarak yaptım. Akrabaları, konu komşuyu traş ettim. Sonra açığa kurdum dükkanı ama yağmur oldu, toz oldu, bir de utandı insanlar herkesin önünde traş olmaya. Ben de bu çadırı kurdum.”

Onur ve ailesi, diğer iki aileyle birlikte Dursunlu yolunda kendi imkanlarıyla kurdukları çadırda yaşıyor. '"Yardım geliyor mu” diye soruyorum. '"Ara ara geliyor sağ olsunlar ama bir düzeni yok. Bir de bazen sanki kafamıza atar gibi dağıtıyorlar. Kimsenin sadakasını istemiyorum ben, çalışıp kazanayım, eskisi gibi bir hayatımız olsun istiyorum ama zor.”

***

Ali İsmail Korkmaz'ın ailesinin bahçe evindeyiz. '"Çok kayıp oldu” diyor Emel Anne. Onlar da 'ünlü' Rende Sitesi'nde yeğenini ve hamile eşini kaybetmişler. '"Hala da düzelmedi hiçbir şey. Ama biz yine iyiyiz burada, bahçemize çadır kurduk, eve girip çıkabiliyoruz ihtiyaçlar için. Bir tek biraz daha su olsa iyi olur, çok kalabalığız, hemen bitiyor su. Fazladan varsa göndersinler ama daha çok ihtiyacı olanlara versinler önce.”

Hatay'da şebeke suyu haftalar sonra verilmeye başlasa da yeraltı sularına asbest karıştığı şüphesiyle yemeklerde, el yüz yıkarken ya da diş fırçalarken şişe suyu kullanılıyor. Düzenli dağıtım olmadığı için neredeyse herkesin gündemi su.

***

Aknehir Köyü'ndeyiz. 70 yaşındaki Nahla Ekşi yolun kenarına koyduğu sandalyede oturuyor, selam verince kahveye çağırıyor bizi. Yardım etmek isteyince '"Yok siz girmeyin içeri, ev yıkıldı yıkılacak, çok sakat orası, ben yapıp geleyim” diyor. Evi yolun yanındaki yokuşta, asfaltla birleştiği yerde derin bir yarık. Aknehir'de de içme suyu problemi var, bir de ayakkabı ile terlik. 

'"Herkes yalınayak çıktı enkazdan, ayakkabı çok büyük bir sorun” diyor komşusu Necla Hanım. Depremde Odabaşı'ndaki evi yıkılmış, köye gelmişler ailecek daha güvenli diye. '"Merkezdekilerin daha çok ihtiyacı var her şeye, oraya gönderin gelenleri diyoruz ama bir tek ayakkabı ya da terlik gelse çok iyi olurdu. Malum yaz geliyor, kimsenin ayağında mevsime uygun ayakkabı yok.”

Yardım noktalarından birine birkaç gün önce bir öğretmenin geldiğini anlatıyor sohbeti dinlemeye gelen başka biri. '"Çocuklara ders anlatmaya gideceğim ama ayakkabım yok diye geldi bir öğretmen. Yoktu ki ayakkabı. Oradaki arkadaşlardan biri çıkarıp ayağındakileri verdi, ben bulurum bir şekilde sen çocuklara mahcup olma dedi.”

Ayakkabının yanında bir de gübre ve yem ihtiyacı var Aknehir'de. '"Dükkanlar açılmadığı için gübre alacak yer yok” diyor Ali Ekşi, '"Narenciye de gübresiz olmuyor” diye ekliyor arka bahçede buram buram kokan portakal ağaçlarını göstererek. '"Bir de yem olsa çok güzel olur. Bizim Sarıkız zayıfladı iyice.”

***

Hatay'da iki ayın ardından neredeyse hiçbir şey yolunda gitmiyor. 

Kenti tepeden görelim diye çıktığımız Bağrıyanık'a kurulan çadırlardan birinden fırlayan kız çocuğu ayakkabılarını ters giymiş, insanların zor bela buldukları çadırları yağmur yağınca su basıyor, rüzgâr kuvvetliyse uçmasın diye çadır direklerine sarılıp yatıyorlar geceleri, hala gıdaya, suya, hijyen malzemelerine düzenli erişim yok, ekskavatörler, zırhlı araçlar ve taşıma kamyonlarından sonra hayalet kentin sokaklarında en çok cenaze arabaları dolanıyor, merkezden uzaklaşıp da dış taraflardaki mahallelere gidince dar sokaklar ölüm kokuyor, molozlar kamp alanlarının ve konteyner kentlerin yanına ya da Asi Nehri'nin içine dökülüyor, irili ufaklı kebap tezgâhları, görece güvenli binalarda kalan bakkallar, tatlıcılar ve kuru yemişçiler kentteki polis, asker ve gönüllülere satış yapıyorlar ama onlar da gidince ne olacağı belirsiz, çünkü kentte kalanların cebinde alışveriş yapacak para yok.

***

'"Bizim çok güzel bir hayatımız vardı burada” diyor Hasan. '"Param da vardı aslında zor günler için kenara koyduğum ama gitti hepsi. Evim gitti, arkadaşlarım gitti, komşularım gitti, Antakya gitti…” 

Hasan'ın parmağı sarılı, enkazdan cenaze çıkarılırken yardım etmiş, duvar üzerine devrilmiş. 

Hasan'ın pantolonu yırtık, yardım noktalarını çok dolaşmış ama bulamamış.

Hasan'ın geleceğe dair bir umudu yok, kalmamış.

'"Gömsünler bizi abla” diyor. '"Ölenler kurtuldular, bu yaşadıklarımızı görmediler. Bizi de gömsünler de kurtulalım artık…”