Hayallerini yitirmiş dünya

Hayallerini yitirmiş dünya

Ömer Altan*

Aslında basit görünüyor. Taşlar yerli yerinde, piyon, kale, vezir. Döngülenerek ömürleri çağırırken bu ağrılı gezegen görüntü fazlasıyla net. Öyleyse elimizdeki notları karşılaştırabiliriz rahatlıkla. Tropiklerden koparılıp satılmış rengârenk bir papağan gibi seni mutlu edecek manzaralardan bahsetmek istiyorum fakat kimi endişeler emiveriyor odadaki havayı.

Yaşlanmanın âdabını bilmeden kaybolmakta bir yanım, diğer yanım hiperaktif, kısıtlamalardan âzâde uçarı günler arıyor. Fütursuzca tüm bunlar edebiyat diyebilen benle doğrulmak uğrunda eline geçirdiği tüm öğütleri zerketmiş olan öteki benlik çatışmakta. Öyle hızlı hareket ediyor ki tahterevalli, rüzgârın esişi de değiştirebiliyor yazgısını, kimi zaman alımlı bir ıslık da. Bozuk tümceleri duygularıyla süsleyen bir zavallı bu diyecekleri o meşum güne dek çalışıyor parmaklar, ne neşe ne de hüzünle, yalnızca neftî sislerden damıtılmış kesif huzursuzlukla, hovardaca bir vazgeçişle.

Dünya tarihin neresinde şimdi, konumu saptayan uzmanların özlü sözlerine ihtiyaç var ama sadece bizler kalmışız gizemi deşifre edebilecek, bizler, bu korkunç fırtınada birbirini okyanusa itenler. Paramparça insanlık tekerlemeleriyle konuşmaya çalışan yeni yetmelerin rehberleri zihin daraltmakta. Einstein'ın dediği gibi ne bir Gandhi'nin gelmiş olduğuna inandırabiliriz gençleri, ne de ebeveynlerinin bir zamanlar hippice yaşamak saikiyle mücadeleden mücadeleye koştuklarına. Tarihin doğrusal çizgisi yabancılaşmanın kara deliğinde soğurulmuş. İdealler çürümüş, idealler ölmüş, idealler kocamış ve alay edilir olmuşlar. Bir kamp ateşi etrafında toplanan kimi siluetlerin fıkralarına konu olmuş artık mâzî. Kararlı pozlardan, iddialı söylemlerden, imkânsızı istemekten geriye küskünlük kalmış, küskünlük, hastahane kuyrukları ve özensizce kırıntılanan îtibar. Konumuz kişisel dramlar da değil aslında, konumuz evlât, kimsenin güzel düşler görmeye tâkatinin yetmiyor olması. Yorgunluğun göz kapaklarında dolandığı onlarca topluluk uykunun kalitesizini nasıl da özlemiş. Gün doğacakmışçasına kabullenmeye hazırlar karanlığı, kaybolmaya dünden râzılar.

Bunlar duyman gerekenler değildir belki de, ninniler bu saatte daha işlevsel, gülümsemenin zehirli dudaklara iliştirilmiş olmasının ehemmiyeti yok, bir küçük bûse çok şeyi değiştirebilir fakat mükerrer kalp kırıklıklarını heybeye katmak uygunsuz kaçar. Gerçeğe dik dik bakmaktansa yutkunarak pısmak köşeye bin kere evlâ. Beklemeyelim gelmeyecekler, kimler mi, kim varsa, kabîle yollara ayrılmış ve kimse hatırlamak istemiyor. Çölde uçuşan uçurtmayı arayan bir kâhin çıkagelse ve anlatsa olanları, eklese olacakları, parmağıyla gökyüzünü işâret ederken yalvarsa, tüm insanlığın bir ortak hülyâya ihtiyacı var dese, gözünde yaşlarla yaşlılığına hürmet etmemimizi emretse. Ne olurdu, kovalar mıydık çöldeki uçurtmayı, biz de ilk anda bulunmayacak şeyler aramaya gönüllü olur muyduk. Cevapsız sorulardır bunlar, dilden eksilen kelimelerin sığındığı o kadim lügatların bilinmezliğine bürünmüşlerdir.

Yüzlerce yıl, ideolojilerin pençeleşerek milyonlara kıydığı onca zaman, yaşanmış mı bunlar, büyük tren soygunları, korsan çıkarmaları, atom bombaları ve uzay gezintileri. Sonuçsuz diye mi kayda geçilmeli. Nereye gitmekte olduğunu soran kalmamış, olası çıkışlar tutulmuş çünkü dışarı çıkmak değil amaç, amaç biraz daha eğlenebilmek. Gün ışığına dokunmak için yükselen bir zamâne İkarus'u pervâne kesilmiş. Eskiyi bilenler farkediyor yitirilişi fakat konuşmaları duyulmuyor kulaklıklar ardından. Doğumlar arası türbülansta birikmişler boca ediliyor, verimsizce harcanıyor hammadde, kısalan çizgilerden torunlar da geçiyor şimdi oysa serzenişten fazlası yok. Yankılanması için saçılsa da sözcükler, kimse duymuyor.

Bir araya gelebilmek ve aynı konuları açmak zorlaşıyor giderek. Herkes kendi kafasında yaşamakta, bilgi aşırı yüklemelerle baskılıyor bağlanma eğilimini, sonu görebilirken niye kıpırdasın ki bu uyuşuk, insan gömüldüğü vâhadan sıyrılmak için neden çabalasın ki. Akıllardaki kalıp bu, dile getiren var getirmeyen var, hepsi de servet düşmanı tabiî ve hepsi de en çok servet sahibi olmayı arzu ediyor. Güncelleme gelmemiş toplumsal projelere, bireysellik kimsesizliğinden gurur duymak halini de alabilir elbet, hatta zorunlu da kılınabilir böylesi bir göğüs kabartma, ne de olsa çâresizliğimizi kabullenmek için fazla moderniz.

Uyarmış mıydı öğrenciyken okuduğun kitaplar seni, felsefecilerini de gelişigüzel seçmişsin ki bugün hâmîlik yapamıyorlar sana, yoklar yamacında, senin de zamanında onları yoklukla baş başa bıraktığını hatırlayarak dile getiriyorum bunları. Ne olacak diye haykırmamak için zor tutuyor kendini yordamı kavrayamamışlar çünkü kapı açık mı kapalı mı belli değil. Onca pırıl pırıl fotoğrafla aydınlatılmış geleceğin perdesi, öyle de donmuş görüntü, tabularla kurulmuş gelecek vizyonu çatırdıyor ve ne yazık ikame bir projeksiyon yok elimizde. Köşede bağdaş kurmuş yudum yudum çay içer gibi irdeliyoruz zamanın geçişini, damla damla kontrolünden vazgeçiyoruz hissedarı olduğumuz yaşamsallık sâhalarının, el ayak çekiliyor, gerçeklikten emekli ediliyoruz.

Medeniyetin nasıl sürgünler vereceğine dâir tezler çevrimiçi ansiklopedilerde özete dönüştürülmüş fakat gündeliğin ehemmiyetsizlikleri balon balığı misali şişirilmiş ki bu deniz hayvanının ölümcül olduğu mâlûm. Kurulan organizasyonlar ve verilen kavgalar, öngörülenlerin maddeye işlemesi için çırpınmanın normalliği, bu eskinin önemsenen tipolojisini doğurmuştu. Kitleye öncülük ederek kolektif rüyaları somutlaştıracak kutlu kişi. İşte bu figür milenyum geçişinde rendeleniverdi. Ulaşacak hedef saptanamıyor, seyir kanalları belirsiz, dümen boşta, ilerliyormuş gibi yaptığımız acıklı bir oyun bu, gemi gitmiyor, stüdyoda üzerimize su döküyorlar ve diyaloglarımızı ezberlemeye çalışıyoruz. 

Mars'a ulaşmaktan bahis açan trilyonerlerle suya ulaşamayan çocuklar arasında gerilen yay hepimizi sarıyor. Dişler dişlere çarpa çarpa öfkeyle tekrarlanıyor sabahı akşama döndüren mekanikler. Minik deja vülerin bitiştirilmesiyle îmal edilen sahte serbestlikler günü geçirmesine yarıyor yolu belirsiz topluluğumuzun, yakınmıyoruz, olumlu düşünce tılsımlarıyla korunuyoruz heyûlâlaşan kargaşadan, Sokrates'in mağarasına geri dönmüşüz, dev ekranın karşısında büyülenmekle meşguluz.

Tüm insanlar için, tüm insanlara yarayacak, herkesin kalbinde muhabbet ateşi yakacak tasarıları çoktan kaldırmışız masadan. Nereye bakıyor gözler, coğrafyalar değiştikçe ipler uzuyor ve dünyanın çocukları bambaşka heveslerle ayrışıyorlar, empatinin sıfırlanma noktalarında geziniyoruz, yaşam tercihleri öylesine şekillenmiş ki kimse diğerinin deneyimine entegre edemiyor kendini, kimse başkasının ayakkabısında yürüyemiyor artık, tam anlamıyla içe kapanmak üzere algılar, alışkanlıklarla kurduğumuz tiyatronun esiriyiz, ışıkları yakmadan ötekinin hayâletleriyle harp halindeyiz. El yordamıyla da değil körlükle yokluyoruz ihtimalleri ve haklılıkla dövmekten haz alıyoruz fındık kabuğumuzda hüküm süren sanrıları, dışarıya döndüremiyoruz görüşü, kafanın içinde boğulmuşuz.

Açlıkla genişleyen sofralar arasında bir yerde, konforla hayatta kalma savaşı ortasında, insan zulümle perîşanlık dürbününde mercek değiştiriyor gün aşırı. Konuşuyoruz, kelimeler kaprislerimizi iletirken evrene, çevredeki dirilikten kopmuşuz, metalar üretiyoruz, durmaksızın vızırdayan fabrikalarla mezbahalarda kardeşlerimize yüz çevirmişiz, uçakların süzüldüğü gökyüzünden bir parça şefkat çalabildik mi, unutmuş gibi yapıyoruz ama antidepresanlar öyle söylemiyor, derinlerimizde elem girdapları kabarıyor, utanıyoruz, bunca diploma yine de yürüyecek mecal kalmamış, bunca beylik laf yine de plan yok.

Değiş tokuş edemeyiz tecrübeleri, pozisyonunu kaybetmemek için birbirini dişleyen primatlar mıyız biz, ufuk çizgisine meyletmemiz gerektiği âşikâr değil mi. Teknik gelişme çılgınlığına rağmen mütemadiyen lütfen bekleyin, yükleniyor ibâresi dönüyor cihazlarda, lütfen bekliyoruz, asansör müziği, bekliyoruz, rota yeniden yapılandırılıyor.

Ömer Altan'ın Patreon sayfasından alınmıştır.