Hayatımı televizyona adapte etmedim

Hayatımı televizyona adapte etmedim

T24- "Benim kabuğum ailem, arkadaşlarımdır ve kendi sosyal çevremdir" diyen şovmen Beyazıt Öztürk, yaptığı programı ve özel hayatını anlattı...BEYAZ FOTO GALERİVatan Gazetesi'nden Ayşe Brav'ın bugünkü(31 Ocak 2010)  haberi:Hani bazı insanları seversiniz öylesine, nedenini hiç bilmeden. İşte Beyaz da öyle biri. Ailenin erkek çocuğu gibi. Vardır ya paşa oğlanlar, ne yaparsa yapsın, “Aa o asla öyle bir şey yapmaz” denilen. Beyazıt’ı herkes bence bundan bu kadar çok seviyor. Çünkü rahatlıkla evine, sofrasına alabileceği biri... Tabii ki ben de hem bu sebeplerden hem de çok başarılı bulduğum ve iyi bir televizyoncu olduğuna inandığım için seviyorum.

Beyaz’la röportaj yapabilmek için gerçekten çok uğraştım. Nihayet bu hafta onu yakalayabildim. Ama bu kadar beklediğime de değdi doğrusu. Bir insan ancak bu kadar şeker, bu kadar içten ve de bu kadar karizmatik olabilir. O konuşurken hayran hayran dinledim ve niye bu kadar başarılı olduğunu da anladım. Çünkü çok akıllı. Abartmıyorum; gerçekten çok zeki ve her şeye hakim; her şeyi fazlası ile hak etmiş...

Doğal olduğunuz için sizi çok seviyorum. Bu sizin kendi haliniz mi? Yoksa bir program politikası mı?

Ben size sorayım siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Doğrusunu isterseniz bana siz olduğunuz gibisiniz gibi geliyor.

Benim bir yeteneğim var; böyle kalabilmek... Ekstra başka birini oynayamam. Buna yeteneğim de zamanım da yok. Ben naçizane herkes gibi, bir aile içinde doğdum, büyüdüm ve her şey kendiliğinden gelişti. Hayatımı televizyona adapte etmedim, televizyonu hayatımın içine nasıl sokarım diye uğraştım.

Ama bütün bunlar bilinçli hareketler olmadı, ben normal yaşıyordum; televizyon hayatımın içine girdi. Onun için insanlara normal geliyor. Ben evden çıkıp “TV programı yapmaya gidiyorum” diye gitmiyorum. Çok daha samimi bir şey söyleyeyim, mesela ben bir bara gittiğimde ya da sokakta yürürken çok rahat hareket edemiyorum. Buradaki kaygım yalan yanlış bir şeyler söylenmesi, yazılması ve halka öyle aksetmesi. Ama 70 milyonun gözü önünde çok rahatım.

Ne düşmekten ne hata yapmaktan korkmuyorum. Çünkü her şey halkın gözü önünde olup bitiyor. Bu da bana inanılmaz bir güven duygusu hissettiriyor. Yani durum şahitli, ispatlı. Kimse yalan söyleyemez, abartamaz. Durum olduğu gibi halkın gözü önünde olan şahitli bir durum. Televizyonda hiçbir yerde olmadığı kadar rahat, mutlu ve güvende hissediyorum kendimi.

Yarışmayı denediniz olmadı, güzel değildi, siz gibi değildiniz.

Her şeyi de başarmayayım canım sen de yani (gülüyor).

Beyaz Show zaten çok seviliyor. Neden başka bir şey deniyorsunuz?

Öyle deme. Onu şöyle düşünmek lazım dönem dönem Beyaz Show’un daha iyi gidebilmesi için belki de kendimi yeni mecralara açmalıyım. Evlilik gibi... Evin içinde ilişkiniz rutine binmesin diye dışarıda başka bir şey arayabilirsin. Sakın yanlış anlaşılmasın, çapkınlık değil onu kastetmiyorum. Ben arkadaşlarınla görüşmekten, hobilerin olmasından, kendine alanlar yaratmaktan bahsediyorum. “Beyaz Show, Beyaz Show” diye tutturunca, yani benim sabahtan akşama kadar bütün günüm Beyaz Show olunca çalışanların başının etini yemeye başlıyorum, programı daha ileri taşımak için hırslanıyorum. Ben o hırstan uzaklaşmak için bir dönem Show TV’de Pişti programını yaptım, Reha Muhtar, Hülya Avşar ile beraber. Arkasından NTV’de Kadir Çöpdemir’le birlikte program yaptık. İyiydi ya da değildi, bu yarışma programı da onlardan biriydi. Olmadı, tutmadı, açıklıkla söyleyebiliyorum ama ne oldu? Döndüm Beyaz Show’un kıymetini bildim. Dedim ki: “Benim bir programım var ben buna saldırayım.” Ama tutsaydı Beyaz Show’un yanında bir de yarışma programı sunacaktım. Zaten yarışma programı sunmakta başarısız değilim ki, Aileler Yarışıyor’u sunmuştum 2 sene, reytinglerde 3’üncüydü.

Yarışma programlarında kim iyi?

Mehmet Ali Erbil çok iyi. Dünyanın en kötü formatını bile üçüncü ayda kendi programı haline getiriyor. Mehmet Ali’den başkası yapamaz bunu. Bir de Süheyl ve Behzat var tabii. Adamlar ellerine bir şey aldı mı yapıyorlar. Şahane Pazar’ı yıllarca devam ettirdiler, onların yaptığını da kimse yapamaz.

Program olduğu gün sabahtan akşama kadar telefonlara bakmam, kimseyle konuşmam, nemrut olurum

Beyaz Show’dan sıkılmıyor musunuz? Yani hep aynı sorular aynı insanlar... Mesela bir konuğu çağırıyorsunuz yıllar sonra tekrar geliyor, tekrar aynı muhabbetler...

Ben konuk endeksli program yapmıyorum. Bana hangi konuk gelirse gelsin kendime endeksli yapıyorum. Mesela Okan’ın programının adı sürekli değişir. Okan konuğa endeksli program yapar, daha çok ekibiyle birlikte yapar. Benim programım öyle değil. Programda, programın adı da hiç değişmedi. Onun için konukla ilgili bir tanıtım yapmak gerekiyorsa ben onu yaparım. Gelen konuğun iyi ağırlanması gerekiyorsa, nasıl evime gelen misafiri iyi ağırlıyorsam onu da öyle iyi ağırlarım. Burada önemli olan konuğun ve izleyicinin şovdan keyifli ayrılması.

Konuk ve izleyici ile beraber ben de çok eğleniyorum programda. Zaten ben eğleniyorsam konuklar da çok eğleniyorlar. “Gelen konuklar bakalım neler yapacaksın bize?” diyor.

Sizin modunuz düşükse program iyi olmuyor. Konuk kim olursa olsun... Ama bazen de gelen konukla da alakalı, siz ne kadar çaba sarf etseniz de olmuyor. Mesela geçen haftalarda Petek Dinçöz’ün köpekleriyle geldiği programda olduğu gibi...

Enteresan! Bu son yıllarda en fazla ses getiren programlardan biri oldu. Bu bir bakış açısı, kimin baktığıyla alakalı. Siz Candan Erçetin’le olan programı beğenebilirsiniz, bir başkası Petek Dinçöz’ün köpeklerini kovaladığı programı beğenir. Yani her kafa başka bir şekilde bakabiliyor programa. Ama programın temposu sizinle çok alakalı, bazen daha enerjik oluyorsunuz.

Vallahi ben her programdan önce aynı modda oluyorum. Mesela program günü sabahtan akşama kadar telefonlara bakmam, kimseyle konuşmam. Yani gayet nemrut bir durumdayımdır. Sonra programa giriyorum, ikinci dakikadan sonra rahatlamaya başlıyorum. Ama hâlâ bir şey var içimde, ne yapacağım durumu... Sonra sizin dediğiniz şey şöyle oluyor, bir anahtarı var, bir espri oluyor konukla aranda. Ben ona dönüp bir şey söylüyorum, o bir cevap veriyor, bir enerji doğuyor ve benim beynim başlıyor tıkır tıkır işlemeye.

Ama o ana kadar beynim arıyor, nerede, ne yapabilirim, ne olabilir diye. O bir an, o anahtarı bulmakla ilgili. Yoksa programa çok enerjik giriyorum da program o zaman çok iyi oluyor değil. Ben programa çok manyak girip konukla o enerjiyi yakalayamazsam olmaz. O bağırmakla, dans etmekle, kendini inandırmayla olmuyor. Ancak o kilit açılınca olabiliyorPeki Beyaz Show daha ne kadar gider?

Bilmiyorum ki... Beyaz Show ne kadar giderdeki kasıt şu olmamalı, ben 55 ya da 60 yaşında hâlâ hoppidi hoppidi merdivenlerden dans ederek inen bir adam olmak istemeyebilirim. O zaman program başka bir formatta, yine Beyaz Show olarak devam ediyor olabilir. Bilmiyorum belki önümüzdeki sene de biter, o da belli olmaz.

Başka bir şey yapmak istiyor musunuz?

İstemiyorum. Ben sinema da yapmak istemiyorum, tiyatro da yapmak istemiyorum. Belki bir yarışma programı daha olabilir. Onu seviyorum çünkü. Belki 2-3 partnerli Pişti gibi bir şey olabilir ki bence şahane bir programdı o. Böyle bir şeyi tekrar deneyebilirim.

Beyaz Show’da skeçler neden yok artık.

Artık skeç yapmak istemiyorum. Şişmanlamak, kaşımın ortasını boyamak falan gibi şeyler istemiyorum. Onlar bir dönemdi benim için. Şöyle söyleyeyim, diyorsunuz ya aynı konuklar gelmesinden sıkılmıyor musunuz? Skeçleri de sıkılmayalım diye yaptık. Konuğa endeksli program olmasın diye programın içinde tiplemeler yaptık. Program konuk için seyredilmektense böyle seyredilsin, konuk da içine girsin çıksın dedik. O güzel bir formattı. Almanya’dan aldığımız bir formattı. Beş sene sürdü. Değişiklik olsun diye yaptığınız şey beş sene sürerse o artık değişiklik olmaktan çıkar. Onun için bir yerde de bitirmen lazım. Siz bana bugün “Niye yapmıyorsun” diye soruyorsunuz ama bitirmeseydim, “Niye bitirmiyorsun” diye sorabilirdiniz. Yani doğru zamanda bitirmişiz.

Eskişehir’den sadece bir arsa aldım ama arkadaşlara herhalde “arsa” diye yazmak az geldi, üzerine bir de alışveriş merkezi diye eklediler. Eskişehir’le gönül bağım var. Soranlara “Eskişehirliyim” diyorum. Rahmetli babam Eskişehirli’ydi. Arsaya iş merkezi de yapabilirim okul da...

En çok nerelere gitmekten hoşlanıyorsunuz? Yani sinema, tiyatro, alışveriş merkezi gibi...

Çok fazla alışveriş merkezine gitmiyorum. Sinemaya giderim, tiyatroya pek fazla gidemiyorum. Spor yapıyorum. Çok sıklıkla ata biniyorum. Atla orman turlarım oluyor. Ara sıra evde fasıl yapıyoruz. O fasıl adabını seviyorum. Arkadaşlarımla beraberim, hafta sonu dışarı çıkarım, hafta içi dışarı çıkmam, evdeyim.

Sizi hiç sokakta görmüyorum, gece çıkmıyorsunuz galiba.

Evet görünmemeye gayret ederim, yani öyle yerlere giderim. Çok herkesin bildiği yerlerde değilim. Nasıl bir adamsınız? Mesela arkadaşlarınız hep aynı, 4-5 kişi hiç değişmiyor, korunuyorsunuz gibi...

Bu doğru. Dışarı kabuk çekmemin iki sebebi var: Biri dışarıdan bir şey olmasın diye, ikincisi de benim kabuğum ailem, arkadaşlarımdır ve kendi sosyal çevremdir. İyi insanlardan iyi bir kabuk çekerseniz yapacağınız hatayı, onlara olan sorumluluğunuz nedeniyle yapmıyorsunuz. Kendiniz zayıf olsanız da hatayı başkaları için yapmıyorsunuz. “Aman annem duymasın, arkadaşlarıma, akrabalara ayıp olmasın” diye... Onun için de kabuğun öyle bir faydası var. Kimi insan “Aman kabuklarım olmasın” der ya, benim için öyle değil, ben seviyorum o kabuğu. Tabii bir çekirdeğim, bir özüm var. O özü unutmadan koruduğum bir hayatım var. Onun dışında açık yürekli bir adamım. Sırlarımı söylerim. “Kötülük mü gelir” diye düşünmem. Kötülük gelirse şaşırırım. Gönül kapılarımın açık olduğuna inanıyorum. Çok rahat insan kabul ederim içime, çok rahat güvenirim. Bir sıkıntı olmaz güven konusunda.

Konumumdan dolayı kadınlara ulaşmamam gerektiği de oluyor

İlişki konularında sıkılmış gibisiniz. Özgür ruhlu ve kalıplara giremeyen bir yapınız var gibi...

Bilmiyorum... Kendimle ilgili gerçekler kendime ait, ben biliyorum neyin ne olduğunu ama bunu çok fazla isimlendirmiyorum (gülüyor). Bu röportajda bugüne kadar çok konuşulduğu için değişik cevaplar vereyim dedim. Hep aynı şeyi söylemeyeyim diye. Bazen “evleneceğim” diyorum bazen “evlenmeyeceğim” diyorum. Hep bir şeyler söyleniyor, sonra da hep yorumlar yapılıyor (gülüyor).

Sizi hiç şaşırtan bir kadın çıkıyor mu karşınıza?

Ara sıra oluyor tabii, olmuyor diye bir şey söz konusu değil. Ama o benim ulaşamayacağım ve erişemeyeceğim yerlerde oluyor.

Bunun içi çok geniş. Ancak bir gün canlı yayında anlatabilirim, uzun uzun. Bazen ben erişemeyeceğimi biliyorum, bazen de erişmemem gerektiğini... Yani benim konumumdan dolayı ona zarar gelmesinden korkuyorum.