Hayatın Sesi Televizyonu’na aynı anda hem IŞİD, hem TAK, hem de PKK propagandası yaptığı iddiasıyla açılan davanın karar duruşması görüldü. 698 sayılı Kanun hükmünde kararname'nin (KHK) 2. maddesinin 4. fıkrasına dayanılarak kapatılan Hayatın Sesi Televizyonu yöneticileri Mustafa Kara, İsmail Gökhan Bayram ve Gökhan Çetin'e 3'er yıl 9'ar ay hapis cezası verildi.
Evrensel'den Cansu Pişkin'in haberine göre izleyicilerin ve avukatların salona alınmasıyla başlayan duruşma avukatların savunmasıyla devam etti. Verilen aranının ardından kararını açıklayan mahkeme, Hayatın Sesi Televizyonu yöneticileri Mustafa Kara, İsmail Gökhan Bayram ve Gökhan Çetin'e 3'er yıl 9'ar ay hapis cezası verilmesine hükmetti. Duruşma sonrası açıklama yapan avukatlar ve basın meslek örgütü temsilcileri karara tepki gösterdi.
Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanının karar duruşmasında avukatlar Devrim Avcı, Gülşah Kaya, Gamze Gökoğlu, Mustafa Söğütlü, Osman Zeki Erdoğan, Taner Avşar, Semih Mutlu hazır bulundu. Dava kapsamında yargılanan Hayatın Sesi Televizyonu’nun sahibi Mustafa Kara ve ortağı İsmail Gökhan Bayram ile Genel ve Sorumlu Müdürü Gökhan Çetin vareste tutuldukları için duruşmaya katılmadı.
Duruşmayı izlemek üzere aralarında Araştırmacı Yazar Erdoğan Aydın, İHD Gözaltında Kayıplar Komisyonu Üyesi Sebla Arcan, EMEP Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel ve il yöneticileri, DİSK Gıda-İş Marmara Bölge Temsilcisi İbrahim Kızılyer, TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş, MLSA Direktörü Barış Altıntaş, IPI Türkiye Savunuculuk Koordinatörü Caroline Stockford, RSF Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP eski milletvekili Barış Yarkadaş, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan ve televizyonun eski çalışanları ve Evrensel yazarları adliyeye geldi.
Davanın üçüncü duruşmasında mütalaasını veren savcı Cem Üstündağ, televizyonun sahipleri Kara ve Bayram ile Genel ve Sorumlu Müdürü Çetin’in “zincirleme şekilde örgüt propagandası” suçunu işlediklerini sabit görerek ayrı ayrı 13 yıla kadar hapislerini talep etmişti.
Duruşmada ilk olarak Avukat Devrim Avcı esasa ilişkin beyanda bulundu. Avcı, suçlamaya dayanak yapılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) madde 7’nin unsurlarının oluşmadığını söyledi. Avcı, yalnızca Hayatın Sesi Televizyonu’nun değil, ulusal ve uluslararası birçok kanalın ülkedeki en büyük katliam olan Ankara Gar katliamı ve peşi sıra yine Ankara’da ve İstanbul’da meydana gelen patlamaların haberini yaptığını hatırlattı. Avcı, AİHM Sürek kararını örnek göstererek habercinin bu tür haberleri verme yükümlülüğü olduğunu anımsattı. Avcı şöyle devam etti:
“Terör eylemi haberi verdiğiniz zaman üye olmuyorsunuz. 15 Temmuz’da başta ATV olmak üzede birçok kanalda köprü üstündeki tanklar ve Meclisin bombalanması canlı yayınlandı. Hâlâ da yayınlanıyor, hatta belgesel yapılıyor. Nasıl ‘ATV, FETÖ propagandası yapıyor’ diyemezseniz haber yapan müvekkilere de bunu diyemezsiniz. Haber verme ile propaganda arasında fark vardır ve propaganda suçunun unsurları oluşmamıştır. Perinçek’in AİHM kararına müdahil olan Türk hükümeti, ‘Düşmanca bile olsa ifadenin dile getirilme biçimi ifade özgürlüğü kapsamında güvence altındadır’ diye savunma vermişti. Her eleştiriyi Cumhurbaşkanına hakaret, bakana hakaret, propaganda diye yargılıyorsanız bu iki yüzlü bir tutumdur.”
Atılı suçun unsurlarının oluşmadığını vurgulayan Avcı, beraat talep etti.
Avukat Gülşah Kaya da usule ilişkin beyanlarda bulundu. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu vurgulayan Kaya, “Koyduğunuz kurallara uymakla yükümlü olan heyetiniz ve savcı makamıdır. Mütalaa veren savcı, hukuk temsilcisi olarak kendi koyduğu kuralları çiğneyemez. Ortada bir suç varsa bile faili müvekkiller değildir. RTÜK ve TRT Yasası göre şirket ortaklarının cezai sorumluluğu yoktur. Kanunlar bu şekilde. Devlet kendi koyduğu kanuna uymadı. Usulen ceza verilemez beraat etmeleri gerekir” dedi.
Anayasa Madde 2’ye göre Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olarak tanımlandığını da anımsatan Kaya, “Demokrasiyi yargı yoluyla sağlayacaksak Anayasa 90. maddeye göre usulüne uygun yapılmış uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Aslında üstündedir. Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletiyse hukuk devletine uygun karar bekliyoruz” diye konuştu.
Aranın ardından kararını açıklayan mahkeme Kara, Bayram ve Çetin’e oy çokluğuyla 3'er yıl 9'ar ay hapis cezası verdi.
Mahkeme, kararında Kara, Bayram ve Çetin’in üzerlerine atılı “örgüt propagandası” suçunu işlediklerine kanaat getirerek önce 2 yıl hapis cezası ardından suçun basın yoluyla işlendiği gerekçesiyle cezada yarı oranında artırım yaparak 3 yıl hapis cezası verdi. Propaganda suçunun zincirleme olarak gerçekleştirildiği gerekçesiyle cezada yarı oranda artırım yapan mahkeme, 4,5 yıla çektiği cezada iyi hal indirimi uygulayarak 3 yıl 9 ay hapis cezasına hükmetti.
Şerh koyan hakim ise, suçlamaya konu olan her bir yayının propaganda suçu oluşturduğunu savunarak sanıklara verilen cezanın 4 kez uygulanmasını istedi.
Avukatlar kararı istinaf mahkemesine taşıyacak.
Açıklanan karar sonrası adliyesi önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Burada konuşan Avukat Devrim Avcı, “Mahkeme kararında şöyle bir gerekçe sundu: Suçun meydana gelen ağırlığı, sanıkların güttüğü amaç ve saik... Müvekkillerim kamuoyuna haber verdi, siyasi iktidarın gizlediği ne varsa haber yaptı. Biz zaten bu sebeple kapatıldık. Zaten siyasi iktidar kendisi gibi olmayanlara çok kolay terör propagandası yaftası yapıştırıyor. Cezaevine atıyor. Bu manipülasyondur, bu gazetecilerin haber verme ve haber yapma görevini engellemektir. Hayatın Sesi her zaman emekçinin, muhalifin yanında olmuştur. Bu karara karşı bütün itirazlarımızı kullanacağız” dedi.
Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş, verilen kararın hukukla bağdaştırılmayacağını söyleyerek şöyle devam etti:
“Zaten KHK ile kapatılmış bir televizyonun yöneticilerine hem de alakasız örgütleri yan yana koyarak ceza vermek hukuk sisteminin işlemediğinin belgesi. Bundan sonra da bu tarz kararlar çıkacak. Gazeteciler için adliye süreci başladı. Gazetecileri ve gerçekleri düşman gören bir iktidar var. Gazeteciler yılmayacak ve haber yapmaya devam edecek.”
RSF Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu ise eleştirel haber yapan gazetecilerin sistemli bir şekilde hedef haline getirildiğini söyledi. Önderoğlu şöyle konuştu:
“Hayatın Sesi Televizyonu 3'ncü cezasını aldı. RTÜK tarafından cezalandırılması, KHK ile kapatılması yetmedi ve 3 yetkilisi bugün 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Orantısızlığın ötesinde kamuoyunun haber alma hakkının engellendiğini görüyoruz.”
Dava sürecini Evrensel'e değerlendiren Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş şunları söyledi:
“Darbe girişimi bahane edilerek ilan edilen OHAL’le tüm yetkileri elinde toplayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2 yıl boyunca ülkeyi kanun hükmünde kararnameler ile yönetti. Bu süreçte terör ile mücadele adı altında kendisine muhalif olan gazetecileri de hedef almıştı. OHAL döneminde 200’ün üzerinde gazeteci tutuklanıp cezaevine kondu, yüzlercesi gözaltına alındı, 176 medya kuruluşu kapatıldı. OHAL 18 Temmuz’da kaldırılmış olsa da basın özgürlüğü konusunda bir normalleşme süreci yaşanmadı. Bugün hâlâ 143 gazeteci cezaevlerinde tutuklu bulunuyor. Yüzlercesinin davaları hâlâ devam ediyor. İşçilerin, ezilenlerin sesi olarak kurulan Hayat Televizyonu da bu süreçte kapatıldı. Mallarına el konuldu ve çalışanları mağdur edildi. Hayat Televizyonu hakkında kapatılmadan önce açılan davanın karar duruşması görülecek. Suçlamalar ise insan aklıyla dalga geçer nitelikte. Hayat Televizyonu yöneticileri hem İŞİD hem TAK hem de PKK propagandası yapmakla suçlanıyor. Bu mesnetsiz suçlamalar nedeniyle iki yıldır sürekli Hayat Televizyonu yöneticilerini hakim karşısına çıkaran bir hukuk sistemi mevcut artık. Ülkenin normalleşebilmesi için öncelikle hukuk sisteminin bağımsız olması gerekmektedir. Bugünkü duruşmada umarım bunun sinyallerini görürüz. Gazetecilik suç olmaktan çıkartılır.”
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Direktörü Barış Altıntaş ise şunları söyledi:
“Hayatın Sesi yöneticilerine yönelik dava ifade ve basın özgürlüğüne karşı yargının son dönemde yürüttüğü topyekün saldırının en açık örneklerinden biri. Gazeteciler, haber yaptıkları için 'dolaylı yoldan' örgüt propagandası yapmakla suçlanıyor. Yayımlanan görüntülerin ‘herhangi bir editoryal denetime tabi’ tutulmadığı, flulaştırma olmadığı gibi sadece haberi yapanları ve izleyenleri ilgilendirecek detaylar örgüt amacına hizmet etmek gibi akıl dışı iddialara dönüşüyor. Editoryal olarak neyin doğru neyin yanlış olduğuna yalnızca gazeteciler, okurlar veya izleyiciler karar verebilir. Bu anlamda bir değerlendirme yapmak savcıların, yargıçların haddine değildir. Kaldı ki, iddianamede geçen haberler, Cizre bodrum katliamı, 10 Ekim Gar saldırısı gibi toplumu derinden yaralamış fakat yeterince haberleştirilmemiş önemli konulara değinmektedir. Yani Hayatın Sesi yöneticileri gerçek anlamda habercilik yaptıkları için cezalandırılmaktadır. Devletin istediği haberler dışında hiçbir haber yapılmasın isteniyor, kuruluşların kapatılması ve bu tür davalarla da gazetecilere gözdağı verildiği sanılıyor. Bu tür davalarda bomboş iddianamelere rağmen maalesef genelde cezalandırma eğiliminde mahkemeler. Fakat gerçek şu ki, yarın Hayatın Sesi duruşmasında karar olumlu da olumsuz da olsa çalışanları her zaman gerçeğin peşinde olacaklar.”