Fidel Castro, Nelson Mandela, Patrik Bartholomeos gibi dünyaca ünlü isimlerle gerçekleştirdiği röportajları sayesinde yurtdışında da tanınan ve geçen pazartesi 87 yaşında hayatını kaybeden gazeteci Leyla Umar'ın, 14 yıl önce Ayşe Arman’la yaptığı bir röportaj yayımlandı. Röportajda Umar, gazeteciliğe ilk başladığı yıllarda Abdi İpekçi ile arasında geçen bir anısını anlatarak, “Hiç unutmam, Abdi dönüp Ercüment Karacan’a şöyle dedi: ‘Leyla’dan katiyen gazeteci olmaz, o sadece dans edebilir!’”
Fidel Castro röportajı için yirmi yıl beklediğini söyleyen Umar, “25 yaş genç olsaydım da, Fidel’le birbirimize âşık olacağımıza yüzde yüz eminim” dedi.
Ayşe Arman’ın 14 yıl önce yaptığı, Hürriyet’te “Güle güle Leyla Umar” başlığıyla yayımlanan (18 Kasım 2015) söyleşi şöyle:
Ben epey uzun zamandır röportaj yapıyorum.
Röportaj yaptığım insanlar hayata veda ediyor, o kadar uzun...
O güzel insanlardan biri de Leyla Umar.
Bana çok dokundu onun ölümü, bir kadın olarak, bir kadın gazeteci büyüğümü bugün anmak istedim.
Türk basın tarihinde pek çok ilke imza atmış bir kadındı.
Ulaşılmaz gelen pek çok dünya lideriyle röportaj yapmıştı.
İdi Amin’den Mandela’ya, Fidel Castro’dan Humeyni’ye kadar...
Farklı ve güçlü bir kadındı, bir enerji topuydu, zeki ve espriliydi.
14 yıl önce yaptığım röportajda, “En büyük korkum alzheimer olup her şeyi unutmak!” dedi bana.
Kadere bakın ki, öyle öldü, unutarak...
Eğlenceli bir röportaj yapmışız, bugün o röportajdan bölümler yayınlamak istiyorum. Leyla Umar’ı analım, ona dualar yollayalım...
Bir sürü gazeteci sizin katıldığınız davetlere gidiyor ama siz yazınca olay oluyor. Neyi farklı görüyorsunuz?
- Herhalde içten bir insanım. Bu yazdığım şeye de yansıyor. Bir de benim için ha prens ha kapıcı! Ha Prens Philip’le yemek yemişim, ha kapıcımla! Bir de ben daima muhabirim. Fidel röportajı için tam yirmi yıl bekledim ben! 25 yaş genç olsaydım da, Fidel’le birbirimize âşık olacağımıza yüzde yüz eminim...
Şöyle başlamışım röportaja...
Benim suçum yok. Leyla Umar öyle. Kimse de uyarmadı beni. Evine gidersen 4 saatte çıkarsın demedi. Uzun konuşur, dağınık konuşur diyen çıkmadı. Tanışınca anladım ki, o bir ‘özgür ruh’! Onu herhangi bir kalıba, cendereye sokabilmek mümkün değil. O alır başını gider. İstediği yerde ruhunu gezdirir, istediği yerde dinlendirir. Size de dinlemek kalır! Soru sorabilmek o sorunun cevabını alabilmek ne mümkün! Kafasına göre takılıyor. Biraz değişik bir röportaj oldu, uyarıyorum yani sizi. 72 yaşında, telefonla konuşurken bile sebze ayıklayan, günde dört davete yetişen, hiperaktif bir kadının gazeteciliğini düşünürseniz, başarısının nedenini çözmüş olursunuz...
Nasıl gazeteci oldunuz?
- Gazete ilanıyla! 25 yaşındaydım. Birinci kocamdan yeni boşanmıştım. Dul ve çocuklu durumları yani. Paraya ihtiyacım vardı. ‘Milliyet gazetesine İngilizce bilen Beyoğlu muhabiri aranıyor’ ilanını görünce atladım gittim. Ercüment Karacan, beni görünce şaşırdı tabii. Süslü püslüyüm. Geena Lorris gibi saçlar. ‘İki yüz liraya sizi alırım’ dedi. O para ancak benim ev kirama yetiyor. Mecbur razı oldum. Tam o sırada Abdi girdi içeri, benim adadan küçüklük arkadaşım, yazları hep dans ederdik: ‘Ne işin var burada?’ ‘Asıl senin ne işin var?’ dedim. ‘Ee ben burada çalışıyorum!’ dedi. ‘Artık ben de!’ dedim. Hiç unutmam, dönüp Ercüment Karacan’a şöyle dedi: ‘Leyla’dan katiyen gazeteci olmaz, o sadece dans edebilir!’ Alçak ki ne alçak! Sonra hakikaten bu işi sevdiğimi gördü. Ben onu da kullanırdım. Bir yere mi giderdi? ‘Abdi, haber getir bana oradan’ derdim. Evladım, Allah rahmet eylesin, yanımda öldü. O olayın tanıklarından biriyim...
Atlaya atlaya konuşuyorsunuz Leyla Hanım. Ben zorlanıyorum. Sonra ne oldu, yani sizi işe aldılar...
- Evet, zavallı bir masa verdiler. Ümit Deniz, Sami Kohen, Halit Kıvanç, Halit Çapın, İzzet Edes filan. Beni götürdükleri odaya bak! Bacak bacak üstüne atmışım, aralarında oturuyorum. Gazeteciden başka her şeye benziyorum. İzzet, ‘Gel seni Beyoğlu’na götüreyim’ dedi. İlk röportajımı o gün yaptım. Time dergisinin sahibi ve aksi suratlı karısı Türkiye’ye gelmişti. Vallahi ne sordum hatırlamıyorum, geldim haberi yazdım. Ertesi gün bir baktım 9 sütuna manşet! Ama tabii parasızlıktan ölüyorum. Bakıcı tutamıyorum, oğlumu gazeteye getiriyorum. Sami bana en iyi davranan adamdı. Bir de o dönemler de şöyle bir şey vardı: Refi Cevat Ulunay, Peyami Safa gibi en havalı, yaşlı yazarlar kadınların yüzüne bile bakmazdı. Az mı çektirdiler bana! Gerçi o zaman sadece yaşlılar düşmandı kadınlara, şimdi kadınlar da kadınlara düşman! Asansörde ‘Merhaba’ diyorum, sanki karşılarında uzaydan inmiş biri var. Aksi aksi bakıyor kızlar. Ne selam ne gülümseme ne de başka bir şey! Sempatik olmak bu kadar zor mu? Biz ne diyorduk?
İşe başlamıştınız, para az geliyordu...
- Ha evet. Ercüment Karacan beni çağırdı. ‘Üslubunu beğeniyorum, lütfen bize cemiyet haberleri yaz’ dedi. ‘Ölürüm de yazmam’ dedim. Cemiyet haberi, dedikodu yazmak demek. Deli miyim? Zaten hayatım boyunca bu aleyhime kullanıldı. ‘Çevren çok geniş, yaz işte’ dedi ve ekledi: ‘Sen ince ince alay ediyorsun, bu önemli bir meziyet.’ ‘Yazmam’ dedim ama sonra kabul ettim.
Neden?
- Şekerim. Benim maaşım 200 lira. Adam diyor ki, ‘Bir tek yazına 150 lira vereceğim. Haftada iki tane yazarsın.’ ‘Hayır’ dedim ama merdivenlerde aklım başıma geldi, söylediği para ayda 1200 lira ediyor. Hemen kabul ettim. 7 yıl yazdım, gerçi canıma okudu o yazılar, adım ‘Dedikodu yazarı’na çıktı ama iyi para kazandım.
Kendinizi ne zaman gerçekten gazeteci olmuş hissettiniz?
- Refik’ten sonra hayatımı tamamen gazeteciliğe ayırdım. Bir dönem Amerika’da yaşadım. Hollywood’daki artistlerle röportaj yaptım.
Röportajın tamamı için tıklayın.