Ergun Gümrah*
Sevgili Hakan, Hapishane kadar olmasa da çok soğuk bir İstanbul gecesinden yazıyorum sana. Kar günlerdir beyaz gül yaprakları gibi düşerek, sessizce öpüşüyor bu kirli kentin toprağıyla. Edip Cansever’in dediği gibi; bir org tamircisinin tuşlardan birine dokunacakkenki dikkati ve tedirginliği içinde yazıyorum. Bütün hayatını; barışa, yeşil bir dünyaya, sanatın ve bilginin hüküm sürdüğü mavi denizlere yelken açmak hayali ile geçirmiş birine, hapishane mektubu yazmayı aklım almıyor. Sevgili kardeşim, sana özel bir ayin yapmak istedim bu gece… Brahms’ın 3. Senfonisi’ni dinliyorum; en sevdiğin bölümü…
Poco Allegretto, 6 dakika 32 saniye sürüyor. Hani Brahms’ın hayatını Almancasından çevirip bize anlattığın o unutulmaz gecelerden birinden anılarla yüreğimi ısıtmaya çalışarak. Kusura bakma, 6 dakika 32 saniye ara veriyorum yazmaya; müziği anlamak ve mahpusluğunu hazmetmek için… Oysa, Beethoven olmasaydı, Brahms olur muydu diye güzel bir sohbete girişirdik sen burada olsaydın. Belki oradan Avrupa ile Afrikalı müzisyenlerin Albert Schweitzer anısına birlikte yaptıkları Lambarena’yı bir kez daha dinler ve Bach’ın matematiğinden bahseder, Ave Maria’yı en güzel söyleyen soprano için arşivlerin altını üstüne getirirdik. Bu arada Max Richter diye bir arkadaş var, Vivaldi’ninDört Mevsimi’ni yeniden düzenlemiş, oğlum var ya, Vivaldi bile göklerden bakıp helal olsun diyordur. Sana bunu mutlaka dinletmem lazım. Sinem’e sana müzik göndermek istediğimi söyledim. Aptallığımı yüzüme vurmadan, kitap bile sokmuyorlar içeri dedi. Aklıma gelmişken yazayım; 50 yaşında evlenmeye karar verdiğinde sana attığım fırça için beni affet. Ne bileyim Sinem gibi dimdik bir kadın bulduğunu ve birlikte bu kadar güzel bir Ada yarattığınızı…
Senin yıllar önce keşfedip söylediğin gibi evdeki bütün CD’leri digital bir arşive atıyorum. Aylardır canım çıktı bununla uğraşmaktan. Sen olsan bir haftada çözerdin oğlum bu işleri. Tam da buldun hapse girecek zamanı! Sevgili kardeşim, senden ricam sevgili arkadaşlarım; Musa Kart’a, Ahmet Şık’a, Murat Sabuncu’ya ve diğer dostlara çok selam etmen. Seni de gözlerinden özlemle öpüyorum. Ben şimdi pek çok geceyi bitirdiğimiz gibi Beethoven’in 9. Senfonisini senin için dinliyorum. Sen Schiller’in sözleriyle yazılan koro bölümüne Almanca eşlik ederdin, bense Türkçesini söylüyorum; Kim ermişse yüce mutluluğuna bir dost ile dost olmanın, Kim kazanmışsa yüreğini bir soylu kadının, Evet, kim bu yeryüzünde, Bir cana canım diyebilmişse, Gelsin katılsın sevincimize! Ama kim tadamamışsa bunu ömründe, Çekilsin gitsin aramızdan ağlayarak.