Haydar Ergülen: Keşke imam hatiplere bizi daha çok çağırsalar

Haydar Ergülen: Keşke imam hatiplere bizi daha çok çağırsalar

Şair Haydar Ergülen,  kendi laik, sosyalist kimliğine rağmen  muhafazakar kesimlerden de okuyucuları olduğunu anlattı. Kendisi gibi şair olan Şükrü Erbaş’ın geçen haftalarda "sol görüşlü bir şairim, son yıllarda 'muhafazakar' diyebileceğimiz bir kitlem oluştu” açıklaması yapması eleştirilere sebep olmuştu. Ergülen, kendisi için de aynı durum olduğunu belirterek “Tabii ki laikim, tabii ki sosyalistim ve tabii ki Hazirancıyım. Ama ben onları itemem. Daha çok okusunlar. Bunun yararına inanıyorum. Keşke imam hatiplere çağırsalar da gitsem daha çok” yorumunda bulundu.

Şair Haydar Ergülen’in Birgün’den Burak Abatay’la yaptığı söyleşiden ilgili kısımlar şöyle:

"Şükrü’nün (Erbaş) dediği gibi. Çok tartışıldı ya, bizim muhafazakar okurumuz çok fazladır. Kırmızı Kedi’nin imzalarını Şükrü ile beraber yaparız. Antep’te, Adana’da… Hacivat ve Karagöz gibiyiz. İmza başlayınca ‘sizinkiler geldi’ derler. Bizimkiler dedikleri başörtülüler falan. Ama okuyorlar. Erzurum’da 4 saat imza yaptık. Onlar okuyorlar diye ben onlara okumayın mı diyeyim? Tam tersine, okuyun! Sonra oturduk 3 saat de konuştuk. Sonuç olarak onlar benim Alevi, sosyalist diye biliyorlar. Şükrü’yü de biliyorlar. O yüzden de kimseyi ayırmadan, ötekileştirmeden hareket ediyoruz. Tabii ki laikim, tabii ki sosyalistim ve tabii ki Hazirancıyım. Ama ben onları itemem. Şükrü’nün de Neşet’ten anlattığı gibi, onlar biz deyip gelmişlerse hoş gelmişler, sefa getirmişler. Sabahattin Ali’yi, Tezer Özlü’yü, Sevgi Soysal’ı, genç romancıları ve bizleri okuyorlar. Daha çok okusunlar. Bunun yararına inanıyorum. Keşke imam hatiplere çağırsalar da gitsem daha çok"

" Beni çağırdıklarında bir yere konuşmalarımın yarısını Türkiye’nin meseleleri ve laiklikle anlatıyorum. Bir sürü düşünür anlatıyorum. Ziya Gökalp’ten başlayıp Hikmet Kıvılcımlı’dan, Mehmet Ali Aybar’dan, Nurettin Topçu’dan, Kemalistlerin, milliyetçilerin düşünürlerini anlatıyorum. Hepsi tartışma yaratan şeyler. 20 yaşında genç insanlar, bir sürü hurafe ile büyümüşler. Camilerimizi ahır yaptılar diye öğretilmiş. Ya kızım, sen benim çocuğum yaşımdasın, dedim. Dedem anlattı, dedi. “Deden yaşındayım ben. Nerede yapmışlar? Ne yalanlar! Camiler de açıktı, tarikatlarınız da vardı. Ben Aleviyim, sizin kadar şikayet etmiyorum” dedim. Bizim cemler basılırdı Burak. Bunlar 40-50 sene önce olanlar. Biz dedeyizdir. Eskişehir’de zengin bir Alevi evinde cem yapılırdı. Orada da kapıda talipler beklerdi. O bir gelenektir çünkü. Kapıya gözcü dikilirdi. Çocukken onlara özenirdim. Dede olduğum halde gözcü dururdum. Sonra devrimci olunca alıştık. “Biz bunları yaşayan insanlarız ama biz sizin kadar bağırmıyoruz. Madımak’tan tut Maraş’a, Dersim’e, sizin kadar bağırmadık” dedim. Renkli bir yaşamım var anlaşılan. (Gülüşmeler) Öbür taraf da sever bizi. Benim de çok arkadaşım vardır İslami kesimden. ‘Şiir Cumhuriyeti’ başka bir Cumhuriyet’tir. Ve bunu ben nasıl Türkiye, Eskişehir olsun diyorsam, Türkiye Cumhuriyeti’ne örnek olmasını dilerim. Türkçe’nin iki büyük insanı, Nasreddin Hoca ve Yunus Emre. Biri hoşgörü, biri de mizahtır. Eskişehirlidir. Ben Bakan Nabi Avcı ile yakın arkadaşımdır. Eskişehir’de beraber büyüdük. Dergi çıkarırlardı, ben de yazardım. ODTÜ’de okuduk. Beraber aynı evlerde kaldık. Görüşürüz, şiir toplantılarına çağırırım. Entelektüel bir adamdır. Böyle bir toprakta yetişince, Cahit Zarifoğlu’nu da, Sezai Karakoç’u da seviyorsun. Aynı zamanda onların çok kıymetli şairler olduğunu da biliyorsun. Şiir biraz böyle bir şey benim için. Öbür taraftan da Necip Fazıl’ın da nasıl devletle omuz omuza, kol kola ve nasıl devlet tarafından desteklendiğini de biliyorsun."