Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, yarın gerçekleşecek anayasa değişikliği referandumundan 'hayır' çıkması halinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "fiili başkanlık yetkisinin geri alındığı gerçeğiyle yüzleşeceğini" savundu. "Hayır oylarının önde gelmesi durumunda Cumhurbaşkanı, 2014 Ağustosu’nda milletin kendisine verdiği yetkiye dayandırdığı fiili başkanlık rejimi uygulaması için, o tartışmalı yetkinin de geri alındığı gerçeğiyle yüzleşmek ve yaşamak zorunda kalacaktır" diyen Prof. İnsel, "Bunu etkisiz kılmak için yeni bahaneler üretebilir. Ama son derece eşitsiz koşullarda yapılan oylamadan çıkan hayır oylarının, aslında çok daha büyük olduğunu hem kendisi hem de toplumun tüm üyeleri biliyor olacaktır" görüşünü dile getirdi.
Ahmet İnsel'in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (15 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan Dayatılan badireye hayır! başlıklı yazısı şöyle:
Yarınki halkoylaması öncesinde, önerilen anayasa değişikliği hakkında olumlu ve olumsuz bütün değerlendirmelerin dile getirildiği bir aşamadayız. Bunların dile getirilmiş olması, seçmen topluluğunun önemli bir kısmının sadece tek taraflı bir bilgilendirmeye mahkûm edildiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Olağanüstü hal yönetiminin verdiği keyfi kısıtlama olanaklarını mülki idare amirlerinin birçoğunun yaygın biçimde kullandığı, devletin tüm imkânlarını kullanan bir gücün karşısında elindeki çok kısıtlı imkânları bile kullanmasına izin verilmeyen bir tarafın olduğu, son derece eşitsiz, asgari adalet ilkelerini çiğneyen bir referandum kampanyası yaşadık. Onlarca milletvekili, Meclis’te üçüncü grubu oluşturan HDP’nin eşbaşkanları, 150 civarında gazeteci tutuklu iken, hayır kampanyası yürüttükleri için insanlar gözaltına alınır ya da işten atılırken,Türkiye toplumunun içinden bu tek adam düzenine karşı büyük bir direniş çıktı. Medyanın, özellikle televizyonların hemen hepsinin iktidarın basın organı olduğu bir ortamda, hayır oyu vermenin gerekçelerini, evet oyu vermenin herkes açısından, toplum olarak içerdiği büyük tehlikeleri anlatmak zordu. Bütün bunlara rağmen iktidar toplumda önerdiği rejim değişikliği ile ilgili ciddi bir heyecan yaratamadı. Gözlere ulaşması engellense de, “hayır” sesi toplumsal bilinçte ciddi biçimde yankılandı.
16 Nisan anayasa referandumu tarihe bir diktatörlük hevesinin zor ve baskı altında yapılmış oylanması olarak geçecek. Evet oyları az bir farkla önde çıkarsa, bu gerçek değişmeyecek. Bir benzerini 1982’de, askeri cunta yönetimi ve sıkıyönetim altında tanık olduğumuz bir plebisit bu. Bu plebisitten “evet” çıksa da, büyük ihtimalle “hayır” ile arasındaki fark çok az olacak. Böyle bir sonuç, kapsamlı ve hayati bir anayasa değişikliğinin toplumsal meşruiyetini son derece zayıf kılacaktır. 16 Nisan’da, cumhurbaşkanı seçimi, siyasi yasakların kalkması veya seçim tarihinin değiştirilmesiyle ilgili, sonucu geçici veya kısa zamanda telafi edilebilir olan bir tercih yapmayacağız. Rejim değişikliği mahiyetinde olan bir siyasal yönetim biçimi ve yetkilendirme değişimi öneriliyor. Bu baskı, yasak, tehdit ve son derece eşitsiz yarış koşullarında bir, iki puan farkla evet çoğunluğu elde etmek, iktidara sadece görünüşte güç verecektir. Bu koşullarda, son derece zayıf bir meşruiyete sahip olacak yeni rejimin ülkeye çok daha büyük bir istikrarsızlık getireceğini tahmin etmek zor değil.
16 Nisan akşamı, yukarıda sayılan bütün olumsuz koşullara rağmen hayır oyunun, az farkla da olsa önde gelme ihtimali de var. Ve bu sadece teorik bir ihtimal değil. Kamuoyu anketlerinin yayımladıkları evet ve hayır oranları arasındaki fark, anketlerin hata yapma payı içinde kalıyor. Buna, ağır baskı ve tehdit ortamında görüş beyan etmek istemeyenlerin oranının çok artmış olmasının hata payını artırma ihtimalini ilave etmek gerekir. Bütün bunlara rağmen hayır oyunun önde gelmesi, belki kısa vadede büyük bir değişiklik getirmeyecektir ama AKP seçmenlerinin büyük çoğunluğu dahil olmak üzere, toplumda büyük bir rahatlama yaratacaktır. Hayır oyu, “Yeter, dur artık” oyudur. Bugünkü düzenden memnun olunduğu için verilmiş bir oy değildir. Hepimizi telafisi son derece zor ve bedeli ağır bir badireye sürüklemekten kurtaracak olan bir can simididir. Hâkim iktidar blokunun içinde çatlamalar olmasına yol açabilecek bir “yetti artık” oyudur bu.
Buna iktidardaki gücün tepkisi ne olur, bilmiyoruz. Ama bir diktatörlüğe giden yolu açan plebisiti kaybetmiş bir muktedirin, “bana anayasa değil, millet bu yetkiyi verdi” diyerek fiili durumla ülke yönetmesi için başka gerekçeler bulması gerekecektir. Normal olarak, bir başbakanın, bir başkanın bu denli angaje olduğu bir referandumu kaybetmesi, onun istifa etmesini gerektirir. Bunun en yakın örneğini Brexit referandumu sonrasında başbakanlıktan istifa eden Cameron verdi. Fransa cumhurbaşkanı De Gaulle de, göreli tali bir konuda referandumu 1969’da kaybedince, hemen istifa etmişti. Türkiye’de böyle bir gelenek yok, biliyoruz. Ama istifa etmese de, hayır oylarının önde gelmesi durumunda Cumhurbaşkanı, 2014 Ağustosu’nda milletin kendisine verdiği yetkiye dayandırdığı fiili başkanlık rejimi uygulaması için, o tartışmalı yetkinin de geri alındığı gerçeğiyle yüzleşmek ve yaşamak zorunda kalacaktır. Bunu etkisiz kılmak için yeni bahaneler üretebilir. Ama son derece eşitsiz koşullarda yapılan oylamadan çıkan hayır oylarının, aslında çok daha büyük olduğunu hem kendisi hem de toplumun tüm üyeleri biliyor olacaktır.
Yarın hem “yetti artık” demek için, hem de hepimizi, geleceğimizi, çocuklarımızı, sonuçları çok ağır olabilecek bir badireden korumak için oy verme, hayır deme olanağımız var. Bu olanağı kullanmamak, sadece sorumsuzluk değil, dayatılan badireye evet demektir.