Hayreddin Karaman: Cemaatler arasında sözleşmeye ihtiyaç var

Hayreddin Karaman: Cemaatler arasında sözleşmeye ihtiyaç var

Hazal Özvarış-T24 [email protected] Alanında önde gelen isimlerden biri olan Prof. Hayreddin Karaman’ın ilahiyatçılar arasında farklı bir yeri var. Zira Karaman, aynı zamanda, AKP zirvesinin de hürmet ettiği, Başbakan Tayyip Erdoğan ile özel hukuku olan bir ilahiyatçı. Karaman, Başbakan'a en yakın isimlerden Yalçın Akdoğan'ın da aralarında olduğu AKP'li yazarların rağbet ettiği Yeni Şafak'ta yazdığı yazılarla da dikkat çeken, tartışma yaratan bir isim. Elif Ayla’nın Hayreddin Karaman'la yaptığı nehir söyleşi “Müslüman’ın Hayat Bilgisi” adıyla geçtiğimiz hafta Hayykitap'tan yayımlandı. Karaman'ın, tartışmalara neden olan “eşcinsellere hoşgörü değil ancak tahammül gösterilebilir” çıkışından GDO’lu ürünlere, İsrail’den İslami evlilik sitelerine kadar birçok konudaki görüşlerini anlattığı kitapta “Şeriat Gelse, Karaman Başa Geçse...” başlıklı merakı tahrik eden bir bölüm de yer alıyor. İlk imam hatip okullarının açılmasıyla, 18 yaşındayken ikinci kez ilkokula kaydolan Hayreddin Karaman, yaş nedeniyle okuldan atılınca Konya İmam Hatip Okulu’nu dışardan bitirdi. Eğitimine devam ettiği İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra akademik kariyere yönelen Karaman, İslam hukuku alanında çalıştı. 2001 yılında “üniversitedeki baskıları” gerekçe göstererek Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ndeki görevinden ayrıldı. Karaman, halen Avrupa Uluslararası İslam Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliğinin yanı sıra Yeni Şafak, Gerçek Hayat ile Eğitim ve Bilim dergisine düzenli olarak yazılar yazıyor. Tartışma yaratan yazılarını T24 okurlarına duyurduğumuz Hayreddin Karaman'ın kapısını bu kez söyleşi için çaldık. Ve www.t24.com.tr adına Karaman'a sorduk: Türkiye’de cemaat üyesi olmak şart mı oldu? Cemaat üyesi olmayanlar iş bulamıyor mu? Gülen cemaati, tartışmalara konu olduğu kadar kadrolaştı mı? AKP ve Gülen cemaati arasındaki çatlak ne kadar ciddi? Dinlerarası diyalog mümkün mü? Bir İslam hukukçusu olarak “misyonerliğin demokratik bir hak olduğu” görüşünü nasıl karşılıyor? Eşcinsellere neden “hoşgörü” değil de sadece “tahammül” zaviyesinden bakabiliyor? Evinde torunlarıyla vakit geçirirken T24'ü konuk eden Hayreddin Karaman'ın sorularımıza verdiği ve deşifre edildikten sonra sonra onayladığı yanıtlar şöyle: ‘Dinlerarası diyalogu ‘din çorbası’ sandılar’ - Fethullah Gülen cemaati “dinlerarası diyalog” girişimiyle de dikkat çekti.   Ancak “yeni bir din üretmeye” kadar varan tepkilerle karşılaşan bu girişimin adı eleştiriler üzerine “Kültürlerarası diyalog”a çevrildi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Dinlerarası diyalog mümkün değil mi? Bazı insanlar içerik yerine kelimeye takılıyorlar. Sırf “dinlerarası” kelimesine bakıp niyet okuma yaptılar ve bunun “dinler çorbası” yapmak üzere bir teşebbüs olduğu kanaatine vardılar. Tüm dinlerin mensupları, icat edilecek bu yeni dine inanacak sandılar. Böyle bir şey olsaydı bile, sadece Müslümanlar değil, Yahudiler ve Hıristiyanlar da itiraz ederdi çünkü her dinin samimi, ortodoks mensubu dinini muhafaza etmek ister. - Öyleyse neden bu girişim yanlış okundu? Bir tür 'milliyetçilik' mi baskın çıktı? Dar görüşlülük, cahillik... Konuyu incelemeden atlayıp yorum yapma hevesi ve beyanların arkasına geçerek niyet okuma meselesi. Kendi kendilerine “Bize Yahudilerden veya Papa'dan iyilik gelmez. Durup dururken dinlerarası diyalog neden çıktı” diyorlar ve cevap olarak “dinimizi bozmak, kendi dinlerinin propagandasını yapmak ve siyasi çıkarlar elde etmek…” ihtimallerini sıralıyorlar. Bu da mümkün, zaten Papa II. Jean Paul de dinlerarası diyalog yüzünden eleştirilince geri adım atarak “Amaç misyonerlikti” demişti. Biz burada bir hinliğin olmayacağını hiç düşünmüyor değiliz. Ama ben de Müslüman olarak diyorum ki, "Ötekiler dinlerini anlatmak ve yaymak istiyorlarsa ben de İslam'ı yaymak, ötekine anlatmak isterim." Medeniyetler çatışması tezinin arka planında dinler çatışması var. “Çatışmayı nasıl barışa dönüştürebiliriz, diye birbirimize sorsak belki o tezi bertaraf ederiz” dendi. Diyaloğun be sebeple de sürdürülmesinin faydalı olduğuna kani olan insanlar var. ‘Demokraside diğer dinlerin yayılma faaliyeti yasaklanamaz’   - Türkiye'de rahiplerin, misyonerlerin öldürülmesini kınıyor musunuz? Tabii ki. Benim peygamberim savaşta bile din adamlarının öldürülmesini men ediyor. - Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil'in "Misyonerlik demokratik bir haktır" sözlerine katılıyor musunuz? Misyonerlik, insanları dinine davet etmek demektir. Demokrasinin hâkim olduğu bir ülkede, din hürriyetinin içerisinde dinini anlatmak ve yaymak da vardır. Bu rejimlerde sadece bir dinin yayılmasına izin verip, diğer dinlerin yayılma faaliyetlerini yasaklayamazsınız. - Yasalara göre de misyonerlik yasak değil, ancak örneğin 2001'de MGK konuyu "Misyonerlik tehdidi" olarak gündemine aldı. Sayıları çok sınırlı olan misyonerler, bu yaklaşıma göre devlete yönelik tehdide dönüştü. Diyalog bu algıyı bozabilir mi? Dinlerarası diyalogu misyonerlikten daha geniş bir yelpazede görmek lazım. Misyonerlik özelinde, devletin güvenlik açısından tedbirler almasını gerektirecek; “insanların mensup olduğu dinlerin aleyhinde konuşmak, iftira etmek” gibi yanlışlar olabilir. Bunun ardından halk galeyana gelir ve asayiş problemleri çıkar. Orhan Gazi'de böyle bir olay oldu. Buna benzer bir durum yaşanmasını istemeyen devlet de önlem alır. Bu önlemde de yanlışlar yapılabilir. Yanlış yapıldığında da sivil toplum olarak "Bu adam hakkını kötüye kullanmamıştır, ama hakkını aşmış gibi muamele ediyorsunuz" dersiniz, itiraz edersiniz. ‘Sosyal gerçeklik olan cemaatleşme İslam'ın emri değil’ - İyi Müslüman olmak için cemaat veya tarikata girmek zorunda olunmadığını söylüyorsunuz, ancak Mehmet Şevket Eygi, cemaate giremeyen Müslümanların dışlandığını söyledi ve “Patriklere, hahamlara gösterdiğiniz itibarı, sizden olmayan Müslümanlara göstermediniz" diyerek “diyalogçuları” eleştirdi. Türkiye’de cemaat üyesi olmak sizce zorunluluk haline mi geldi? Eğitim; bireysel değil, sosyal bir olay. Bir sosyal çevre içinde olur. Aileden başlar ve komşu, sokak, medya, okul olarak devam eder. İnsan hakları belgeleri ve buna dayalı mevzuat ana babalara, çocuklarına kendi dinlerine göre yetiştirme hakkı vermiş, ama laik-demokratik ortamlarda başkalarına da aynı hakkı verdiği için faaliyet çatışmalarının olmaması düşünülemez. Birisi ateizmi yaymak için film çevirir, kitap yazar; biri de belli bir dini yaymak için aynısını yapar. Çocuğunuz, sokağa çıktığında ve birisi yanına yaklaştığında artık onun yanında değilsiniz. Bu yüzden koruma tedbiri almak zorunda kalırsınız. Bunun bir yolu da çocuğunuza iyi arkadaş edindirmek, iyi muhitler içine sokmaktır ve cemaatleşmenin ilk adımı da budur. Bu bir sosyal gerçekliktir. Sizin sorunuzda geçen tavrım/sözüm meselenin dinî hükmü ile ilgilidir. “Dine göre Allah, cemaate veya tarikata girmeyi farz kılıyor mu” derseniz, buna “hayır” cevabı veriyorum. İslam, iyi Müslüman olmak için Kuran ve peygambere tabi olmamı öngörüyor. Ayrıca tarikata veya cemaate girmelisin demiyor. 'Cemaatler arasında yazılı olmayan bir sözleşmeye ihtiyaç var' - Eygi, kadrolaşmadan da bahsediyor. Cemaat tabi olmayan diğer Müslümanların devlette iş bulmakta zorlandığı görüşüne katılıyor musunuz? Tek taraflı sorunca haksızlık var gibi gözüküyor. Ama bu işe bütün cemaatler, ideolojik gruplar açısından bakalım. Hepsi kadrolaşıyor. Belli bir cemaate "Ötekini dışlıyorsunuz" derseniz, onun için tabii olan bir şeyi hatırlatmış olursunuz. “Kadrolaşmayın” demek sosyal gerçekliğe, eşyanın tabiatına uymaz. Peki çözüm nedir? Medeniyetler arasında diyalogdan bahsettik; burada da cemaatler arasında diyaloğa ihtiyaç var. Konsensusa, yazılı olmayan bir sözleşmeye ihtiyaç var. “Biz ahlak ve hukukun izin verdiği çerçevede kendi gurubumuzu koruyalım, ama adaletten de ayrılmayalım. İnsan hak ve özgürlüklerine karşı cephe almayalım” diyen bir sözleşme gerekiyor. O olmadıkça söylediğinizin sosyal gerçeklik açısından hiçbir değeri yok. Herkes misilleme yapar. Deliller de gösteriyor ki, CHP iktidarında da binlerce insan şuraya, buraya sokulmuş, kendi inançlarına, dünya görüşlerine, politikalarına sahip olmayan insanların işten atmışlar. Arkasından başka iktidar geliyor onlar da öncekilerin yaptığını yapıyorlar. - “Kadrolaşma iktidara gelenin hakkıdır” mı diyorsunuz? Kadrolaşmaktan maksat nedir? Bunu ikiye ayırmak gerekiyor. Siz ister parti kurun,  ister şirket, dernek, vakıf, kulüp... Bu bir kişiyle olmaz, birden fazla kişiyle olur. Bu insanlar da bir vücudun organlarını oluştururlar. Bir gözüm bir yere, diğeri başka yere bakarsa, bu bütünlük bozulur. Bu anlamda kadrolaşma hem hak, hem gerekliliktir, kaçınılmazdır. Bu duruma, ahlak ve din adına karşı çıksanız da bunun kıymet-i harbiyesi yoktur, bu manada kadrolaşanlar yaptıklarının meşru ve zaruri olduğuna inanarak yaparlar... Ama belli bir inancı, ideolojiyi egemen kılma adına aynı işe başvuran, işini düzgün ve tarafsız yapacak olan, bütünlüğü bozmayan, bozmayacak iki kişi geldiğinde, ideolojiyi ve inancı öne alarak ehil / layık olmayanı seçmek haksızlıktır. Bu manada kadrolaşma savunulamaz. 'Hiçbir cemaat içinde yeknesaklık yok' - Cüppeli Hoca'nın tutuklanmasının ardından, İsmailağa cemaati adına, "Gün sizin gününüz, yaptıklarınızla övünün ey diyalogçular" içerikli bir yazı yayımlandı. Açıklama sonradan reddedildi ama bunun da bir görüşü temsil ettiğini düşünürsek, bahsettiğiniz akt imzalanmadığı için, şimdi İslami çevrede zıtlaşma yaşanıyor mu? Biri çıkıyor ve bir söz söylüyor. Bunu bir cemaate mal etmek için de acele etmemek gerekiyor. Şevket Bey bildiğim kadarıyla bir cemaate mensup değil. Sui generis dedikleri, nevi şahsına münhasır bir insan. Bildiğim kadarıyla bağımsız bir insan. -Ahmet Ünlü, İsmailağa cemaatinin başına geçecek adaylardan biri olarak gösteriliyordu. Bu konu hakkında sağlam bilgimiz yok. Bir cemaatin içinde de hemen hemen zıt diyebileceğimiz yorumlar, gurup ve fertlere ait uygulamalar vardır. Daha birlikçi, hoşlanmadıkları tabirle “diyalogçu” insanlar da vardır, ki samimi bir cemaatin önderi de böyle biridir. Bu olmadı mı, o liderlikte arıza vardır. Aşağılara doğru indiğinizde de farklılıklar oluyor ve çatlak sesler çıkıyor. Yazıp çizmeye başladığım zaman 1960 yıllara denk geliyor. En azından 50 yıldır, Türkiye'deki tarikat, cemaat ve siyasi oluşumların bana bakışları açısından bir değerlendirme yaptığımda hiçbirinin içinde yeknesaklık olmadığını görüyorum. ‘AK Parti ve Gülen cemaati arasındaki çatlak sivilce gibi’ - Son dönemde yaşananları AKP ve Gülen cemaati arasındaki bir çatlak olarak yorumladınız mı? Yok. Bunların vücuttaki sivilceler gibi olduğunu düşünüyorum. - Açıklar mısınız? Çünkü çok daha büyük bir vaka olarak değerlendirenler oldu. Vücutta bazen döküntüler olur. Kimi sadece ciltten kaynaklanır, kimi de daha derinden, mesela karaciğerdeki bir arızadan gelir. Ben karaciğerde bir hasar olduğunu sanmıyorum. Bu varsa, sadece cilttedir ve zail olur... 'Erdoğan'ın eşiti yok...' - Başbakan Erdoğan’ın size saygı duyduğu biliniyor. Yakın ilişkinizden yola çıkarak, siz Erdoğan'ı nasıl görüyorsunuz? Bir kere Erdoğan'ı duygu olarak seviyorum. Onu, çocuklarını, torunlarını ailemin bir parçası olarak görüyorum. Bir siyasi lider olarak baktığımda da, yerine koyacak siyasi lider sayısının çok az olduğunu görüyorum, eşiti yok bile diyebilirim.  Ondan daha iyisi, teorik olarak, olmaz mı olur. Ama pratikte ya benim gözlerimde sakatlık var ya da gerçeği görüyorum. - Ancak AK Parti Tüzüğü değişmezse bir dönem daha seçilemeyecek… Bu benim görüşüm. Ama iyiler de derece derecedir. O iyidir, 10 numaradır. Ama 8 numara da geçer nottur. Bence 4'e düşmeyen insanlar bulunur ya da bulunmalı. İçimizdeki en iyinin başa geçmesinde ülkemin ve halkımın menfaati var. 'İktidar bugün, varsa hatalarını düzeltmeye çalışıyor' - Başbakan Erdoğan'la neler tartışıyorsunuz? Örneğin parasız eğitim istedikleri için tutuklanan öğrencilerden, puşi taktığı için 22 aydır içerde olan Cihan Kırmızıgül'den bahsediyor musunuz? Doğrudan onunla tartışıp tartışmadığımı parantez içine alayım, ama uzun tutukluluk süreleri hakkında cevap vermek isterim. Yakın geçmişte biz Türkiye'de iktidar olmanın muktedir olmayı getirmediğini, ülkede birden fazla muktedirin olduğunu öğrendik. Derin devleti, Gladyo’yu, Ergenekon’u öğrendik. Bunların bazen siyasi iktidardan çok daha büyük bir güç sahibi olduklarını gördük. AK Parti iktidara geldiğinde bir gün öncesindeki bu iktidar odakları ertesi sabah değişmedi, değişmez. Ama demokrasi görünmeyen, yetkisini halktan almayan iktidar odaklarına tahammül edemez. Meşru olmayan iktidarların yok edilmesi icap eder. AK Parti de iktidara geldiği günden beri uygun yöntemlerle bunu yapmaya çalışıyor. Şu günlerde bir demokratikleşme paketi daha hazırlanıyor. Bu pakette, sizin de şikâyet ettiğiniz noktaların suç olmaktan çıkarılması yer alıyor. - Çıkarılmasından ziyade gözden geçirilmesi olarak geçiriliyor. Bu da gösteriyor ki bugünkü iktidar da bunlardan rahatsız, ancak düzeltmeye yeni imkân bulabildi. Ya da o da kendi içinde tekâmül etti. Kendisi de zihin olarak daha ileri manada demokratikleşti. Cemaatten bahsettik, parti de bir insanın yaptığı bir şey değil. 300 küsur kişiyi disiplin içerisinde tutmak ve zayiat vermeden, değişiklik yapmak kolay değil. Bunu bir aile içinde yapmak bile kolay değil. - Terörle Mücadele Yasası 2006 yılında yenilendi. Bu, AKP iktidarının bilfiil katkı yaptığı bir yasa değil mi? 2002'den önce başlatırsak, bu durum daha iyi değildi. 2002-2006 arasında yapılması icap edilen şeylerin azı yapıldı, daha çoğu yapılamadı. Bugün aynı iktidar yaptıklarını yeterli görmüyor, varsa hatalarının farkına varıyor ve düzeltmeye çalışıyor. Son paket bunu gösteriyor. Bugün Kürt vatandaşlarımızın şikâyet ve talepleri var. Bunların arasında 30-40 sene evvel yaşadıkları zulüm de var. Bunlar için iktidarı ve zulme razı olmayan halkı suçlamayı makûl ve meşru bulmuyorum. Buna karşı yapılacak şey herkesin zulme zulüm, kötüye kötü demesidir. Bu denmiyorsa, meşru haklar verilmiyorsa demokratik imkânları sonuna kadar kullanırsın, bu yoldan hakkını almaya çalışırsın. Ama bu hak arama ve alma işi savaşmak, dağa çıkmak, ölmek ve savunmasız insanları öldürmekle olmaz. 'İktidar yargı haksızlıklarını engellemek için tedbir alıyor' - Savunmasız insanları öldürmek elbette ki yanlış ama KCK'ya üyelik suçundan Kürt gazeteciler tutuklandı. Dünün değil, bugünün yarattığı hatalar yok mu? Bunu iktidara mı bağlıyorsunuz? Bu haksızlık! Bunu Erdoğan'a ve AK Parti’ye bağlamak doğru değil. Ben yargının iktidarın aracı olduğu görüşüne katılmıyorum. Yok öyle bir şey. Yargıyla iktidar arasında hiç ilişki yok, diyemem. HSYK, Anayasa Mahkemesi, Danıştay zaman zaman demokratik ve antidemokratik iktidar doğrultusunda hareket etmiştir. Ama organik olarak yargı bağımsızdır. Falan savcı şöyle yapmış, filan bakan telefon etmiş; bunlar münferit olaylardır. Bu iktidar yargı yoluyla yapılmakta olan haksızlıkları da engellemek için tedbir alıyor. Uzun tutukluluklara Cumhurbaşkanı da, Başbakanı da, Adalet Bakanı da razı değil ve buna karşı tedbirler alıyorlar. 'İdris Naim Şahin bir gerçekliğe işaret ediyor' - İdris Naim Şahin, "Türlü türlü terör var, terörü besleyen arka bahçe var. Kitapla, resimle, günlük makaleyle teröre destek veriyorlar" dedi. Bu görüşe katılıyor musunuz? "Terörün bilim, medya, sanat, iç ve dış ayağı da var" diyor. Bu insanı dağa çıkaran bir süreç var. İç ve dış etki olmadan karar verip dağa çıkmıyorlar. İdris Naim Şahin de sürecin içinde olanları sayıyor. Bence bir gerçekliğe işaret ediyor. Sanatkârların, bilim adamalarının özgürlüklerini kısıtlayalım, demiyor. Diyemez de zaten. İdris Naim Şahin niye böyle bir şey söyledi diye kavga etmeye lüzum yok. Doğru mu, değil mi diye tartışmak lazım. Mesela siz bir tiyatro metni yazdınız ve bu oynanıyor. Eseri yazanın mutlaka bir ideolojisi vardır. Bu ideolojiyi esere yansıtmaması mümkün mü? Yıllardan beri sanatın ideoloji için kullanıldığını bilmiyor muyuz? Sanatı yasaklayalım demiyorum, Şahin de demiyor. Yazarı, çizeri terörist olarak damgalayalım da demiyor. Ama doğrudan terör içinde yer almayan fakat terörü besleyen, azdıran, cesaret veren bazı alanların bulunduğunu söylüyor. ‘Yok canım, kitap yazdı diye insanları tutuklamıyorlar...' - Ancak burada ideoloji, terörün bir parçasına dönüştürülüyor... Buna “terör” denmez. Herhangi bir bakanın avukatı olmak için konuşmuyorum, ama tarafsız bakalım istiyorum. Birisi çıkar da “dağa çıkmak ile ideolojisini katarak sanat yapmak aynı şeydir” derse bu hatadır. Bunu kimse söyleyemez. Ama bunlar terörü de etkiliyor derse bir gerçeği dile getirmiş olur. - Erdoğan'ın "Bazı kitaplar bombadan daha tesirlidir" cümlesini de benzer şekilde mi değerlendiriyorsunuz? Bu da aynı. Bir gerçeğin çıplak ifadesidir. Ama bunu söyleyen insanın maksadı kitapları yasaklayalım, demekse “olmaz böyle şey” deriz. - Kitap yasaklanabiliyor veya yazarı tutuklanabiliyor... Yok canım. Hepimiz kitap yazıyoruz. Ben de yazıyorum. Kitap yazdı diye insanları tutuklamıyorlar. - Basılmamış bir kitap toplatıldı... Münferit olayları savunmuyorum. İyi veya kötü olmuştur demiyorum.İşaret ettiğiniz olay hakkında konuşabilmek için savcılık dosyasını okumak gerekir. “Kitap yazdı diye mi, yoksa başka bir sebeple mi suçlanıyor, bunu bilmek gerekir. Ben burada genel bakıyorum. Sanat ve benzeri faaliyetler bazen çok etkilidir. Geçmiş zamanlarda insanlara yazdıkları kitaptan dolayı "Sen yazdın, gençler okudu, cinayet işledi, sen de azmettiricisin" dendi ve hapse kondular. Benim buna katılmam mümkün değil. Yazar, yazar; sanatçı sanatını icra eder. Yazarın ne kast ettiğini kestirmek veya kesin olarak sebep-sonuç ilişkisi kurmak mümkün değildir; o yüzden sanatı, yazıyı yasaklayamazsınız. Bunu okuyup da terör yapanı suçlarsınız. Hukuktan ayırılamazsınız. ‘Ben de eşcinsellerden memnun değilim’ - “Eşcinsellere, kumarcılara, zina yapanlara Müslümanlar hoşgörü değil, tahammül gösterir” yazınızın ardından gelen eleştiriler için “Tahammülsüzlük örneği gösterdiler. İyi ki de yazmışım” dediniz. Sizce, eşcinseller bu yazıyı okurken ne hissetti? Memnun olmamışlardır muhakkak. Çünkü ben de onlardan memnun değilim. Demokratik bir toplumda yaşayan, farklı inanç taşıyan ve ahlak anlayışına sahip olan insanların illa birbirlerini sevmelerini beklemek doğru değildir. Birlik ve beraberlik ancak tahammülle oluşur, hoşgörüyle değil, diyorum. Ben eşcinselliği hoş göremem,  ancak bu ülkenin rejimi bana Müslümanca yaşama hakkı verdiği kadar başka bir insana da eşcinselce yaşama hakkı veriyorsa, ona tahammül etmek mecburiyetindeyim. Niye beni, inancıma, estetik ve ahlak anlayışıma göre “hoş olmayan” bir şeyi “hoş görmeye” mecbur ediyorsunuz diyorum. - Bu yaklaşımın toplumdaki ayrışmaları daha da derinleştirdiğini düşünüyor musunuz? Bilhassa onu hedefliyorum. 'Çocuğuma 'eşcinselliği hoşgörün' mü diyeceğim?' - Ayrışmalar keskinleşsin mi istiyorsunuz? Yok. Farkın fark edilmesini istiyorum. Çünkü o benim değerlerimi koruma ödevimle alakalı. Ben çocuklarıma eşcinselliğin, zinanın, dinsizliğin güzel bir şey olmadığını, bizim değerlerimize göre, bizim öyle olmamamız gerektiğini anlatmak, bu düşünce, inanç ve duyguyu oluşturmak durumundayım. Bu benim hakkım ve vazifem. Ben çocuğuma bunu anlatırken  “eşcinselliği de hoşgörün, normal olandan farkı yok, insan öyle de olur, böyle de olur” mu diyeceğim! - Eşcinsellere yönelik sistemli bir şiddet uygulanıyor. Son olarak, bir travestinin sırtı kesildi... Benim tahammül kelimem buna manidir. Tahammül demek “Şiddet uygulama!” demektir. Yazımdan önce de bu vakalar vardı ve insanlara bunu engellemek için 'hoşgörün' deniliyordu. Sırtından bıçakla vuran adam bunu asla hoş görmez, ama tahammül edebilir. Olmayacak şeyi söylemeyin, “tahammül et” deyin,"Tahammül etmeye mecbursun" deyin. “Tahammül etmemenin sonu kaostur, iç savaştır…” deyin. “Tahammül et” demek, “Sırtına kılıçla vurma” demektir...