Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve çevresi tarafından görüşleri dikkate alınan Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak, "O gece darbenin seyrini değiştirenler T.C. halkının tamamı değil, belki yarıya yakınıdır. Onların da tamamını mücadeleye sevk eden Haçova'daki ruh değildir, ama oranı ne kadar olursa olsun bir kısmında bu ruh mevcuttur" dedi. Karaman, "İçten ve dıştan bunca bozucu, boğucu, yok edici çabaya rağmen hîn-i hacette kendini gösteren bu ruhu ihya etmek ve yaygınlaştırmak için yeni bir eğitim ve öğretim seferberliğine ihtiyacımız var. İşe ortak ve zorunlu olan bir “milli kültür ve milli birlik” dersinden başlayabiliriz" ifadelerini kullandı.
Karaman'ın Yeni Şafak'ta "Osmanlı’nın çocukları yine aynı şeyi yaptılar" başlığıyla yayımlanan (15 Eylül 2016) yazısı şöyle:
Geçmiş zaman içinde, 22 Ekim 1596'da Haçova sahrasında iki ordu karşı karşıya geldi. Ordunun konakladığı yerde Padişah Üçüncü Mehmed, veziriazam Damad İbrahim Paşa'yı kendi yerine bırakıp İstanbul'a dönmek istemiş, ancak veziriazamın şiddetli tepkisi veya padişah hatasını idrak ettiği için bu teklifinden vazgeçmişti. Avusturya ordusu 100 ila 120 bin askerden oluşuyordu. Osmanlı ordusu da 50 bin kapıkulu, 60 bin eyalet askeri ve tatar atlısı ile 110 bin kişi kadardı. İki gün süren Haçova muharebesinin birinci gününde, Ciğalazâde Sinan Paşa'nın kuvvetleri, Avusturya birliklerini püskürtmüş ve düşmana ağır kayıplar verdirmişti. İkinci gün ise Avusturya birliklerinin şiddetli hücumu karşısında, Osmanlı ordusunun sağ tarafı çökmüştü, öyle ki, ordunun hazinesini muhafaza eden sipahi ve yeniçeriler de mağlup olmuş, düşman, hazine sandıkları üzerine çıkarak, bayraklarını sandıklarının üzerine dikip, sevinçten dans etmeye başlamıştı. Bu durum karşısında Üçüncü Mehmed endişeye kapılmış, o sırada yanında bulunan hocası Sadeddin Efendi'ye, “Efendi, şimdiden sonra çare ve tedbir nedir?” diye sormuştu. Metanetini muhafaza eden Hoca Sadeddin Efendi, “Padişahım, lazım olan yerinizde sabit ve kararlı durmaktır; cengin hali budur” diyerek padişahı sakinleştirmişti. Ancak bazı düşman askerleri padişahın otağına kadar gelmiş, burada padişahı koruma derdine düşen enderun ağaları tarafından öldürülmüştü… Savaş, bu derece aleyhte gelişirken beklenmedik bir olay oldu ve durum Türklerin lehine döndü. Osmanlı karargâhındaki seyis, aşçı, deveci, katırcı ve karakullukçu denilen hademe grubu, yağmaya dalan düşman askerlerine karşı kepçe, çadır kazması, balta, odun yarması, lobut ve odunlarla hücuma kalkarak, önlerine geleni tepelemeye koyuldular ve “Káfir kaçtı!” diye bağırmaya başladılar. Bu sesin etkisiyle düşman askerleri paniğe kapıldı, öncü kumandanı Ciğalazâde Sinan Paşa gizlendiği pusudan çıkarak süvarileriyle düşmanın arkasını sardı. Bataklıklara sürülen düşman askerlerinden 50 bini kılıçtan geçirildi. Gelelim 15 Temmuz direnişine: 15 Temmuz darbe teşebbüsünde ülkeyi yöneten, “savaş meydanından kaçmak isteyen bir padişah değil, ailesiyle birlikte ölümü göze alarak savaş meydanına gelen” Erdoğan idi. Darbecilerin Genelkurmay'dan devlet televizyonuna kadar bir süre hakim oldukları noktalara bakıldığında insan, Haçova'daki geçici “düşman zaferini” hatırlamadan edemiyor. Durum kötüleşmeye doğru giderken milletin önemli bir kısmının gönlünde taht kurmuş olan lider onları direnmeye çağırıyor, sadık vatan çocukları ve Osmanlı'nın genç mirasçıları kepçe, kazma, baltayı da almadan “siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın” fehvasınca sokaklara ve meydanlara koşuyorlar, kurşunlara, bombalara, tanklara karşı duruyorlar ve darbenin seyrini değiştirerek “düşmanı” mağlup ve perişan ediyorlar. Başka münasebetlerle de yazdım ve söyledim: O gece darbenin seyrini değiştirenler T.C. halkının tamamı değil, belki yarıya yakınıdır. Onların da tamamını mücadeleye sevk eden Haçova'daki ruh değildir, ama oranı ne kadar olursa olsun bir kısmında bu ruh mevcuttur. İçten ve dıştan bunca bozucu, boğucu, yok edici çabaya rağmen hîn-i hacette kendini gösteren bu ruhu ihya etmek ve yaygınlaştırmak için yeni bir eğitim ve öğretim seferberliğine ihtiyacımız var. Maksadım bütün halkı zorla Müslüman etmek veya tektipleştirmek değildir; bu ne demokrasiye sığar ne de İslam'a, ama bu ülkede yaşayanların tamamında veya kahir çoğunluğunda ortak olan bir takım değerleri tespit edip bunu bilgi ve davranış saiki olarak yaygınlaştırmak mümkündür ve bunu yapmaya mecburuz. İşe ortak ve zorunlu olan bir “milli kültür ve milli birlik” dersinden başlayabiliriz.