Hazal Özvarış
Hiçbir somut bulguyla altı doldurulamayan iddialar eşliğinde yöneltilen "Taraf gazetesine kimin destek verdiği" sorularına, bugüne kadar verilebilen tek net cevap işadamı Mehmet Betil oldu.
Peki, Mehmet Betil kim?
"Sol"a ilgi duyduğu yıllarda "Mülkiyet hırsızlıktır" diyen Proudhon'dan etkilenen biri mi? Yoksa iş dünyasına artık kimseden korkmayacak bir mesafeden bakan emekli bir işadamı mı?
Ne derseniz deyin, Taraf'a, herhangi bir imza bile almadan milyonlarca lira vermiş bir işadamından söz ediyoruz. Taraf'a verdiği destek konusunda bir rakam telaffuz etmeyi doğru bulmuyor, ancak Ahmet Altan'ın, Betil'in verdiği destek üzerine "10 yıllık stratejimizi belirledik" cümlesi akıllarda.
Taraf'la neden ilgileniyor?
Gazeteye mali desteği sürecek mi?
Gazeteye damgasını vuran Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan ve yardımcısı Yasemin Çongar ile Neşe Düzel'in istifalarını nasıl değerlendiriyor?
Taraf'a ortak olmayı düşünür mü?
Gazeteye eleştirileri neler ve krizden çıkışı nerede görüyor?
Soru çok; askeri ve hükümeti bu kadar kızdıran bir gazete için elini taşın altına da koymuş bir işadamı, üstelik tuhaf bir şekilde kapısı medya tarafından neredeyse hiç çalınmamış bir işadamı söz konusu olduğunda cevaplar ilginç.
İşte Mehmet Betil’in T24’ün sorularına verdiği cevaplar, buyrun.
- Sizin Taraf maceranız nasıl başladı?
Taraf, çıktığında tek tanıdığım Neşe Düzel'di. Uzun zamandır görüşmemiştik ve söyleşilerini görünce heyecanlandım. Davet ettim ve bir araya geldik. Taraf'ın yaşadığı mali sıkıntılardan söz edince "Taraf'ta senin sponsorun olabilirim" dedim. Derken önce Ahmet Altan'la, sonra da Başar Arslan'la bir araya geldik ve ilişki güçlenmeye başladı. Tabii ilişkileri güçlendiren somut olarak yapılanlardan kaynaklanan bir heyecandı, farklı bir şey olduğunu hissetmiştim. Taraf, Türkiye’nin üzerine örtülen örtüyü kaldırıyordu.
- Kamuoyunun sizi Taraf’la anmaya başlaması 20 Ocak 2009'da Altan'a "10 yıllık stratejimizi belirledik" cümlesini kaleme aldıran maddi yardımınız oldu.
Altan'ın o cümlesi enteresan oldu. Bir araya geldiğimizde, Taraf'ı destekleyeceğimi söylemiştim ve Altan müthiş heyecanlandı. Bir plan filan yapmış, herhangi bir bütçeden söz etmiş değildik ama sanki plan yapılmış, somut karara varılmış gibi bir algısı oldu. Bu beni çok şaşırttı ve "acaba" sorusunun doğmasına yol açtı.
- "Acaba" sorunuz tutumunuza nasıl yansıdı?
Başlangıçta Taraf'a ortak olmayı düşünmüştüm. Ama bu açıklamayla birlikte soru işaretim oldu. Üzerinde mutabakat sağlanmamış bir söz, çalışanlara anons edildi. Tabii burada benim pasif duruşum, o anda ses çıkarmamış olmam, “Hayır öyle değil, böyle” şeklinde düzeltmeye teşebbüs etmemem de ciddi bir zaaf.
- Ortaklığı istemeyen taraf siz mi oldunuz?
Başar Arslan teklif etti, ama ben istemedim. Çünkü yönetim anlayışımız çok farklı. Ama ben burnumu Taraf’a soksaydım, gazete de bugün belki böyle olmazdı. Böyle bir risk vardı. Taraf, kendi kendini yöneten bir yapı ve tarzı çok değişik.
- Ortaklık kararınızı CNBC-E Business’tan Meryem Tek’e değerlendirirken araştırma safhasında olduğunuzu söylemiştiniz. Araştırmanızın sonuçları ne oldu?
Yönetim kurulu toplantıları düzenledik, orada gördüklerim beni cesaretlendirmedi. Ortaklıktan da bu nedenle vazgeçtim. Dünyalar çok farklıydı. Yönetim zihniyeti ve işyeri disiplini açısından anlayışlarımız çok değişikti. Performans gibi şeyler ortama çok uzaktı. Benim de zorlamamın çok bir anlamı yoktu. Zorlasaydım belki daha iyi yönetilen, ama muhtemelen daha başarısız bir gazete olacaktı.
- Sizin kafanızdaki yönetim modeli nasıldı?
Modern bir yönetimde hedefler belirlenir, bütçe ortaya çıkar, sonra 2-3 ayda bir sergilenen performanslar yönetim kurulu tarafından değerlendirilir. Ama böyle bir anlayış Taraf'ta başlangıçtan bugüne hakim olmadı. Bambaşka bir şekilde yönetildi, çok spontane ilerledi. İçeride neler oldu, bitti, nasıl yönetildi bilmiyorum ama benim dışardan gözlemim bu. Bu bir yanıyla çok modern bir tutum; kendi kendini yönetme, hiyerarşik bir yapı oluşturmama, herkesin kendi algısına, değer ve ölçülerine göre hareket ettiği bir yönetim tarzı...
- Soru işaretlerinize rağmen Taraf’a yardım eli uzatmaktan vazgeçmediniz. Taraf'a yardımlarınız tek bir seferle sınırlı kalmadı, değil mi?
İhtiyaç oldukça gündeme geldi. Ortada bir bütçe veya hedef yoktu, ben de her seferinde "Böyle bir destek veriyorum, ama yönetim kurulu oluşturmamız gerekiyor" diyordum. "Tamam, tamam ama şimdi hemen ihtiyacımız var" denildi. İş, "Önce parayı ver"e dönüştü.
- Süreç nasıl ilerliyordu?
İletişim halindeydik. Bende hiçbir zaman "İlla böyle olacak" katılığı olmadı. Performansı, ortaya konan ürünü görüyordum. Orada yapılan habercilik, sızdırılan bilgiler, Mehmet Baransu'nun getirdiği belgeler medyada bir taraftan kıskançlıkla karışık küçümseme yaratırken, diğer taraftan "hakim güçler tarafından kullanılıyorlar işte" algısını da yaratıyordu.
- Taraf'a yaptığınız maddi yardımın miktarı neydi?
Bunu söylemek istemiyorum.
- Neden?
Bu bir yerde övünme gibi görülebiliyor. Ben Taraf'a bir borç verdim ve bu borcun muhatabı da bunu biliyor ve "Vakti gelince ödeyeceğim" diyor.
- Bu imzasız verilen bir borç muydu?
Tamamen söz üstüneydi. Zaten banka üzerinden gönderdim. Bunu ödeyebilir mi, ödeyemez mi, bilmiyorum.
- Borcun ödenmeme ihtimali sizin için kaygı nedeni mi?
Hayır. Sonuçta ben de çıkan ürünle ortama büyük ölçüde değer kattığım kanısındayım.
- Şu soruya yanıtınız ne; Mehmet Betil çok mu zengin? Derdi neydi de Taraf’a para verdi?
Bunun zenginlikle ilgisi yok. Türkiye'de benden çok daha zengin insanlar var. Benim zenginliğim, onlarınkinin yanında pek kayda değer değil. Bu bir zihniyet, arzu meselesi.
- Sizden daha zengin olduğunu söylediğiniz işadamları sizce bu yardımı neden gündemlerine almadı?
Çünkü olguları öyle, bunu en çok TÜSİAD'da görüyorsunuz. Üç rapor örneği var; 1- Bülent Tanör'e hazırlattıkları demokrasi raporu. O raporu sipariş verdiler, hazırlattılar ve kabul aşamasına geldiğinde TÜSİAD'da kabul eden iki veya üç kişi oldu. Kardeşim (İbrahim Betil) de o dönem kabul edenler arasındaydı, o davranışı görünce bıraktı. TÜSİAD Genel Kurulu’nun büyük çoğunluğu o dönemde demokrasi temelli bir rapora tahammül edemedi. 2- Ergun Özbudun'a hazırlatılan anayasa raporu. Arkasında duramadılar. 3- Cem Boyner, mealen "Sayın Başkan, anayasa değişikliği istiyorsanız, bu insan hakları eksenli olmalı ve bunun sonucunda bu ülkenin bölünmesini göze alamayacaksanız vazgeçin" dedi, sözleri havada bırakıldı. İnsanlar demokrasiden korkuyorlar, zengin olanlar da en çok korkanlar.
- Türkiye'de işadamlarının korkuları sizce neye mal oluyor?
Ya Türkiye'nin geleceğini dert etmiyorlar ya da ben aceleciyim, onlar daha evrimciler. Bir pozisyon aldıklarında da çok kolay cezalandırılabiliyorlar. Devlet çok güçlü. Doğan grubuna verilen vergi cezası bunun bir örneği. AKP haklı mıydı, haksız mıydı sorusuna farklı yanıtlar veriliyor. Teamüllere göre AKP haksızdı, ama yürürlükte olan maddeye göre, usulen doğru bir şey yapıldı, sonuçta maliyecilerin değerlendirmeleri var. Yani, silah orada ve kullanılmak istendiğinde bu silah kullanılıyor. Devlet yapısının silahı el altında tutan bir gücü var. Bu ürkütücü. İnsanlar, “Ben demokrasiyi savunacağım ama maliyeti çok ağır” diye düşünüyor da olabilir.
- Şunu diyenler de çıkacaktır; “Asıl soru şu: Mehmet Betil'in arkasında kim var?”
Açsınlar araştırsınlar. Bakın bir kere basın beni yakalayamadı. Türkiye'de tesadüfen iki tane Mehmet Betil var. Taraf'a yardım medyaya yansıdığında Borusan Holding İcra Kurulu Üyesi olan Betil'in kimliği ve fotoğrafları kullanıldı. O da haklı olarak kendini savundu ve "O ben değilim" dedi. Kimse de bana açıp "Sen o Betil misin" diye sormadı. Ben de "Buyum" diye çıkmadım, istedim ki birisi merak etsin, sorgulasın. Bozukluk Ekşi Sözlük'ten birçok mecraya kadar devam etti. İnanç bazlı ve meraksız algı kendi söylediklerine inandı. Bu bizim kültürümüzün bir parçası. Siz merak ettiniz ve geldiniz, bu Türkiye'nin yeni bir yerlere doğru gittiğini gösteriyor.
- Peki siz kimsiniz Mehmet Bey? Bildiğimiz kadarıyla sol bir geçmişiniz, var ama hikayenizin bütünü bilinmiyor, anlatır mısınız?
Sol hikayemin bir parçası. Sınai Kalkınma Bankası, beni Fulbright Bursu'yla Amerika’daki Williams College’a gönderdi. Orada ekonomi masterı yaparken Marksizmle tanıştım. Türkiye'ye geldiğimde de solculuk modaydı. Gitmeden önce Süleyman Demirel yükselen yıldızdı, beni de 29'lu yaşlarımda çekiyordu. 1974’te, Marksizmi keşfimden sonra Türkiye’ye dönünce kendimi solun içinde buldum. Gündüz Sınai Kalkınma'daki faaliyetlerimi sürdürüyordum, kendime göre değerli raporlar yazıyordum ve yazdıklarımın bazılarını Aydınlık'a da vermeye başlamıştım. 1980’de banka için yaptığım bir araştırmada bilginin ve insanın değerini keşfedince sola dair düşüncelerim de değişti. 87'de bankadan emekli oldum ve kendi bilgisayar işimizi kurduk. İlk önce Karma, ardından da Arena şirketimizi ve Armada hisselerimi sattım. Şimdi emekliyim. Taraf var, Toplum Gönüllüleri Vakfı var, yurtdışında da iki tane vakfımızla ilgileniyorum.
- CIA güdümlü, George Sorosçu, Fethullah Gülen cemaati yayın organı, AKP yandaşı, AKP karşıtı... Taraf'ın arkasında kim olduğu sorusuna her dönem farklı bir iddia ile yanıt verildi. Başar Arslan ve Ahmet Altan’ın "Finanse ettikleri ispat edilirse gazeteyi kapatırız" sözlerine rağmen “Gülen cemaati” yanıtı hep gündemde kaldı. Taraf’a yardım ederken bu iddialar sizde çekince yarattı mı?
Bu çok güçlü bir dezenformasyon yöntemiydi ve buna inanmak isteyen insanlar vardı. En yakın çevremden bile bana "Ya bu adamın kafası yok ya da parası çok" şeklinde eleştiriler geldi; "Gülen'in gazetesini niye destekliyorsun" dediler. Ben de "İspat edin, kapattırmak için ben uğraşacağım" dedim. Bu iddia Genelkurmay Başkanı tarafından da dillendirildi. Türkiye inanç üstünlüğünün hakim olduğu bir ülke. Siz bir iddiayı ortaya attığınız zaman bunu delillendirmek durumundasınız. Ama Türkiye'de beş yıldır “Fethullahçı gazete” iddiası sürüyor. Ve bu ne çürütülmüş, ne de kanıtlanmış vaziyette.
Ayrıca, velev ki Fethullah Gülen cemaati destekledi. Biz buna mı bakacağız, ortaya konan ürüne mi? Ortaya konan gazetecilik ciddi gazetecilerin beğenisini kazandı. Mehmet Ali Birand’ın "Taraf'ın performansı dudak uçuklatıyor" sözleri, Ahmet Altan'ın Leipzig Özgürlük ve Medyanın Geleceği Ödülü'nü ciddi riskler almış, ölüm tehlikesi atlatmış yazarlarla birlikte alması bence olağanüstü kıvanç verici bir durum. Keza verilen Hrant Dink ödülü... Kendinize bu kadar güveniyorsanız, iyi işler yaptığınızı düşünüyorsanız, beğendiğiniz bir ödülü alma gayretine giriniz lütfen ve alınız.
- Bugünden geriye baktığınızda Taraf’a yaptığınız yardımlardan pişman olmadığınız yanlış bir tespit olmayacak, değil mi?
Hiçbir şekilde pişmanlık duymuyorum. Kendi payıma doğru yaptığım kanısındayım. Ergenekoncular kendi açılarından nasıl doğru yaptıklarını düşünüyorlarsa, ben de bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Ortada her ne kadar yetersiz olsa da inanılmaz bir delillendirme var. Türkiye’de nasıl bir gerçeğin için yaşadığımızı gördük. Gazetecilik açısından yapılan bir sürü maddi hatayı bir yana koyarsak, Taraf'ın ortaya koyduğu müthiş bir yenilik ve aydınlatma var.
- “Gazetecilik açısından yapılan maddi hatalar” notunuz önemli. Ancak öncesinde, sıcak gündeme ilişkin sizin tanıklık ve yorumlarınızı merak ediyoruz. Gazetenin kurucularından Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Neşe Düzel neden istifa etti? Sizdeki bilgiler neler?
Ben, günlük yaşantı içinde olmadığım için detaylara hakim değilim. Başar, “Dayanılmaz noktaya gelindi, o yüzden istifa ettiler” dedi. İstifaların başını Altan çekti. Ben ona hep "Nasıl oluyor da bu enerjiyi sürdürüyorsun" derim. Altan’ın Milliyet’ten kovulmasıyla sonuçlanan “Atakürt” yazısını hatırlarsınız. Üniversitelerde okutulması gerekilen, vaka çalışması gibi muhteşem bir yazıydı ki o tarihlerde empati algısı Türkiye'ye henüz pek girmemişti. Benim için 1970'lerden beri Kürt sorunu var ve 40 yılı aşkın süredir bu sorun çözülemiyor. Bunları oturup her gün yazmak hakikaten tüketir insanların enerjisini. O da romanlarına engel olduğunu, yapmak istediği şeyin o olduğunu son iki yıldır beyan ediyordu. Bir yıla yakındır da gazetenin günlük işlerini Yasemin Çongar’a devretmişti. Gazeteyle evinden ilgileniyordu. Süreç içinde konuşamaz hale gelmişler. Bana göre “iletişim kazası”nın sebebi, modern bir yönetim tarzının Taraf'a hakim olmaması. Ama dediğim gibi, Taraf, modern tarzda yönetilseydi aynı Taraf olur muydu bilemeyiz.
- T24’te yayımlanan bilgilere göre, “Başar Arslan, Ahmet Altan'a ‘Gazetenin başına geç’ diyor. Altan, roman açıklamasının ardından ‘Gazeteyi en iyi Yasemin Çongar'ın yürütebileceğini’ söylüyor. Ancak Arslan, bu seçeneği benimsemiyor.” Anlattıklarınıza göreyse Çongar, zaten bir senedir gazetenin başında. Dolayısıyla bir senede değişen ne oldu da Arslan gazeteyi Çongar'ın yürütmesini istemez hale geldi? Son bir senede Taraf, Taraf olmaktan çıkmış mıydı ki böyle bir ısrar gündeme geldi?
Ben Başar Arslan’a hep aynı şey söylüyorum; bir hedef konulur ve hedefe uygun performans değerlendirilmesi yapılır. Ona göre de başarılı, başarısız tanımı ortaya çıkar. Böyle bir şey olmadığı için kendi kendini ve kendi anlayışına uygun yönetme üslubu Taraf'a hakim olmuş. Bu esnada da iletişim kurulamamış. Anladığım kadarıyla, Yasemin Çongar ile Başar Arslan arasında bir iletişim kazası yaşanmış. Bunun maddi delillerini, ayrıntılarını ölçmek son derece zor, çünkü Taraf'ın yönetim tarzı bu ölçü aletlerini kullanmayı başından itibaren uygun görmemiş.
- "Taraf'a karışmam, patronun karıştığı gazetelerin hali belli" diyen Başar Arslan'ın "kendi kendini yöneten" bir gazeteden rahatsız olmasını Arslan ve Çongar arasındaki iletişimsizlikle mi açıklıyorsunuz?
Dediğim gibi işleyişe vakıf değilim, ama bazı şikayetlerden haberdarım. Mesela, hat kaçırma. (Gazeteyi zamanında baskıya göndermeyerek dağıtım saatlerini kaçırmak) Bunun tedbirini almakta gecikmişler. Bu tamamen operasyonun yönetiminden kaynaklanan, idari yanı daha ağır basan bir durum. Ayrıca, genel yayın yönetmeni yardımcısının yetki ve sorumlulukları,görev tanımı nasıl tarif edilmiş, edilmiş mi? Hangi sorumluluklar, hangi yetkileri içeriyor, belirli mi? Bence hayır. Taraf'ın yönetim anlayışında bunlar yok. Orada herkes kendi anlayışına uygun gidiyor. Zaman içinde oturup konuşma, değerlendirme de yok.
- 5 senenin sonunda "olmuyor" denmesi sizce yeterli bir açıklama mı?
Bir meyvenin oluşumunu düşünün, istediğiniz kadar zorlayın, önce çiçek açacak, sonra sulanacak; olgunlaşması için bir süreç geçecek. Demek ki gazetede de bardağın içi adım adım dolmaya başladı. O dolmaya da engel olunamadı. Musluk tamir edilemedi, kaçak bulunamadı. Burada bir mutfak kazası var. Neşe Düzel, en çok gazetenin içinde olan arkadaşımız, “iletişim kazası” olarak yorumladı Hürriyet'e. Ben en çok ona itibar ettim.
- Şu akıl yürütme size çok mu uzak; "Budistler için Buda neyse benim için de Ahmet Altan o, diyen Arslan, ne kadar ‘iletişim kazası’ dese de Altan'ın istifa mesajına SMS ile "teşekkür" etmesi apaçık bir göndermedir"?
Aynı konuşmada "Ne zaman isterse geri gelebilir" de dedi. Şu nokta önemli, Arslan, hangi şartlar altında bu mesajı attı? Muhtemelen para bulma kaygıları vardı, stres altındayken pat diye SMS'ini yazdı, gönderdi. Başar Arslan'la konuştuğumda söyledim, "Ben ne yapar eder yüz yüze konuşurdum." Çünkü iş hayatınızda problemler çıkıyor ve bunu e-mail veya mesaj üzerinden yürüttüğünüzde kriz vahimleşebiliyor. Arslan, bence bunun bir kriz olduğunu anlayamadı.
- "Arslan krizi iyi yönetemedi” diyen birine katılır mısınız?
Evet. "Zaten göndermek istiyordu da bunu fırsat bildi" demek bir spekülasyon. Bunu kendisine sormak gerekiyor, ben de anlamakta zorlanıyorum, 2004'ten beri birlikteler Ahmet Altan'la. Alkım'da Türkiye'de pek eşi benzeri görülmemiş milyon adetlik kitap satışları yapıyorlar. Daha sonra K ve F dergisi çıkarıyorlar ve onlar da son derece iyi satıyor. 2004 ve 2012 arasında 8 yıllık birliktelik var. Bu, bir SMS mesajıyla bitmemeliydi. Ama bitmiş. Sevgi nefrete, kısaca bir şey zıddına çok kolay dönüşebiliyor.
- Sizin Taraf'taki tarafları barıştıracak bir hatırınız var mı?
Yok. Küskünlük olarak da değerlendirmiyorum. Ahmet Altan açısından kararlı bir tercih, irade beyanı olarak görüyorum. Hiçbirini o raddede kişisel olarak tanımıyorum. Gidip Ahmet Altan'a "Hadi" diyemem. Çok kararlı olduğunu biliyorum. Bu noktaya geldiğine göre haklı sebepleri vardır.
- Altan’la krizden sonra görüştünüz mü? Arslan’ın “İsterse geri dönebilir” çağrısına Altan’ın olumlu yanıt verme ihtimali yok mu?
Bir kez “Buluşalım” dedim. Ama "Romanımı yazacağım, ara vermek istemiyorum" dedi. Bu onun tercihi. Başbakan'a hesap soran, Genelkurmay Başkanı'na "haddini bilmelisin" derken hakkını savunan birey için örnek bir tavrı gösteren insan sizce geri adım atar mı?
- Altan’ın Çongar önerisini Başar Bey’in onaylamaması üzerine çıkan tablonun Çongar'a haksızlık olduğunu düşünüyor musunuz?
Gazete operasyonunu tanımıyorum. Bardak süreç içinde bir şekilde dolmuş. Müdahalenin olmaması sıkıntıyı doğurmuş. Kızdığımız zaman konuşmamak kültürümüzün bir parçası, muhtemelen böyle şeyler de oldu. Bardak başka türlü dolmaz. Müdahale edilmemesi hoş gözüküyor, ama bu noktadan baktığınızda "Keşke müdahale etseydin de iş buraya gelmeseydi" diyorsunuz.
- Müdahaleden kastınız ne?
Yönetim Kurulu aracılığıyla yapılan toplantılar ve performansların koyulan hedeflere uyup uymadığına dair yapılacak değerlendirmelerden bahsediyorum. Başar Arslan’ın "Ben müdahale etmiyorum" sözlerinin iki taraflı çalıştığını süreçte gördük. Bu müdahale etmeme de iletişim kazasına yol açtı. Demek ki müdahale etmek gerekiyor.
- Basının temel dertlerinden biri patron ve gazeteciler arasında aşılan çizgiyken size göre müdahale neden gerekli?
Müdahale var, müdahale var. Tornavidayla vidayı sıkmak için de müdahale edersiniz, adam öldürmek için de. Bence sorun müdahalede değil, müdahalenin arkasındaki zihniyette. Sonuçta müdahale yapılmadan da devreye giren oto-sansürler var.
Ankara’da Başbakan’la yapılan toplantıda Yasemin Çongar, Hasan Cemal'i Başbakan'a karşı savunan tek kişi oldu. Başka bir isim daha yok muydu bu savunmayı yapabilecek? Bence orada ortaya şu çıktı; gazeteciler ne kadar başarılı olursa olsun patronlarının yanında konuşamıyorlar. Problem gazetecilerde değil, o gazetecilere damgasını vuran zihniyette. Bu gazetecilerin tarih boyunca gösterdiği cesaretler var, olmadık yerle gidip haberler yaptılar. Mehmet Ali Birand'ın cesur ve başarı yüklü bir gazetecilik geçmişi var. O toplantıda konuşmuyor. Şimdi buna engel olan nedir diye baktığınızda imkanı tanımayanın patronlar olduğunu görüyorsunuz. Yıkıcı bir travma doğuyor. Taraf'ın yaptığı yenilik bu zihniyetin yıkımına hizmet veriyor.
- Siz alışılageldik medya patronu kalıbına girmeden Taraf’a müdahale edilebileceğini mi düşünüyorsunuz?
Amerika'daki basın kuruluşları yapıyor. Watergate'i çıkarmak için Taraf mı olmak gerekiyor? Vietnam’daki usulsüzlükleri, Irak'taki işkenceyi çıkarmadılar mı? Saygın gazetecilik örnekleri tüm dünyada var. Taraf’ta, logo yanında yazan "Düşünmek taraf olmaktır" dışında benim bildiğim bir değer, ilkeler, kurallar dizini yok.
- Doğan Medya Grubu ilkelerinin Taraf'casını da mı öneriyorsunuz?
Tabii. İlkeler listesi yayımlayacak, yanı sıra hedefler belirlenecek, onlara göre adımlar atılıp atılmadığı gözden geçirilecek. Hedefin bir ayağı da yayın politikası; haberi nasıl vereceksiniz, kimleri röportaja konusu alacaksınız, Türkiye 75 milyonluk bir nüfusa sahip, ekonomiyle ilgili neyin haberini yapacaksınız? Neye odaklanacaksınız? Bir taraftan okuyucuyu bilgilendirme diye bir kaygınız var, diğer yandan da gazeteyi bir yere götürme kaygınız var. Bana göre basını bu ikisi yürütüyor. Bir şeyi öne çıkardığınız anda, diğerini batıyorsunuz. Her şeyin net olması gerekiyor. Ne kadar alt maddeyi tanımlarsanız, o kadar başarılı olursunuz.
- Bugün Başar Arslan, ortaklık teklif etse ve "Krizi birlikte aşalım" dese yanıtınız ne olur?
Düşünürüm. Ne evet, ne hayır diyebilecek lükse sahip değilim. Önce birisini görevlendirir, “Git, incele” derim, sonra da düşüncelerimi daha etraflıca bir şekilde anlamaya çalışırım.
- Bir varsayım: Taraf’a ortak oldunuz ve yönetim kurulu gibi mekanizmalar kuruldu. Ne yaparsınız?
45 kişiyle her gün toplantı yaparım. Başında ve sonunda "Dün bu gazeteyi çıkardık, memnun musunuz, eksik veya fazla gördükleriniz ne? Neleri atladık? Kendi içimizde alışveriş yaparken birbirimizle ne hatalar yaptık?" diye sorarım. Burada, 1- Açıklık ilkesi var, 2- Eleştiri ilkesi, 3- Gözlemi paylaşma, 4- Bundan sonra yapılması gereken konusunda algı olgunlaştırma var.
- Yazı işleri zaten her gün toplanıyordur.
Orada günlük konuşmalar yapılıyor. Beni bir kere yazı işleri toplantısına soktular, sonra da "Bir daha buraya giremezsin" dediler. "Peki" dedim.
- Taraf ekibi, size bu fikirleriniz yüzünden “gelmeyin” demiş olabilir mi?
Ben bunları Taraf'a hiç anlatamadım. O masada illa ki hiyerarşi olması gerekmiyor, masaya oturanlar liyakata göre belirlenebilir. İşyerlerimde bunun etkisini çok gördüm, insanlar birbirleriyle konuşabiliyorlardı. Bana resmen küfür eden çalışanlarım bile oldu. Son derece aykırı bir şey değil mi? İşten hemen atarsınız, fakat haklı olduğunu anladığım an bitti.
- Her gün yapılan toplantıya gazete sahiplerinin katılması gazetecilerin meslektaşları yerine patrona sorumlu hissetme riski getirmez mi sizce?
Ben bir işadamı olarak bakıyorum ve bu yöntemin işlediğini gördüm. Bu bir yöntemi benimsetmek. O kültür olgunlaşıncaya kadar toplantılar yapılabilir. Ama daha önce de dediğim gibi, böyle bir yönetimin bir riski de Taraf’ın aynı Taraf kalmaması.
- Bir işadamı olarak yanıtlar mısınız; istifaların Taraf'a maddi olarak zararı ne?
Göremiyorum, bilmiyorum. Bundan sonra atılacak adım önemli. Krize yol açan sebepler, iletişim yetersizliği masaya yatırılıp değerlendirme yapılır, ders çıkarılır ve Taraf’a çekidüzen verilirse yolu farklı olabilir. Ama bunlar yapılmazsa başka bir kriz ortaya çıkar. İstifalardan sonraki pazar günü hiçbir köşe yazısı yoktu, çok hüzünlüydü. Taraf, terk edilmiş ev gibiydi. Ama bir gün sürdü. Ertesi gün “Taraf'ta neler yapacağız", "Biz yokken cenazemizi kaldırmaya teşebbüs etmişsiniz" yazıları yazıldı. Kararlı ve başarmaya istekli insanlar orada olduğu sürece bunun basit bir kavga olmadığı daha çok ortaya konulacak. Muhtemelen demokrasi temel hakların mücadelesi veren başka insanlar, basın mensupları da gelecektir.
- Bugün Taraf'ın genel yayın yönetmenliğine gelse “İçime siner” dediğiniz isimler kimler?
Taraf'ın zihniyetine, çizgisine uygun bir isim düşünemiyorum. Basın takibim sınırlı. Yazı açısından bir kişi bile aklıma gelmiyor, ama yayın yönetmenliği için Alper Görmüş veya Alev Er olabilir.
- Alev Er, geri gelebilir mi?
Teklif edilirse belki geri dönebilir, bilmiyorum.
- Taraf dışından bir isim geliyor mu aklınıza?
Hiç bilmiyorum. Benim adayım yok. Başar Arslan'ın tercihi gazete içinden birinin bu görevi üstlenmesi. Onun da şu an delege ettiği kişi Markar Esayan. Markar’ın insanlarla ilişkisinin iyi olduğunu duyuyorum, yönetebileceğini düşünüyorum.
- İstifaların ardından Taraf'ta yayımlanan "AVM'de çocuklara içki servisi rezaleti" başlıklı bir haber göze çarptı.
Basın dünyasında olan diğer arkadaşların da dikkatini çekmiş. Korkunç bir haberdi. 28 Şubat darbesi öncesinde de sokuşturulan haberler olmuştu. Böyle dezenformasyonları gazetelere sokma gayretleri oluyor. Taraf'a da bu haberi sokuşturdular. Ben de Markar'a ilettim.
- Yanıtı ne oldu?
"O haber bizde de çıktı" dedi. Onun sokuşturulmuş bir haber olduğunu o anda fark etmedi zannediyorum.
- O haberi gazeteye kimin soktuğunu düşünüyorsunuz?
İçkiye karşı kampanya yürüten dinciler arasında kararlı bir grup da olabilir, Ergenekon marifeti de. Ahmet Altan zamanında da böyle haberler çıkıyordu. Ama Altan, olduğu için "Çıksa ne olur" deniliyordu. Ama şimdi insanlar daha dikkatli, "Taraf'a ne oluyor" diye soruyorlar. Bu geçiş döneminin sancısı.
- Hasan Cemal zamanında Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Ali Sirmen Cumhuriyet'i terk ettiğinde tirajlar 110 binden 30 binlere düşmüştü. Sizce, Altanların ayrılması ardından tarih tekerrür eder mi?
Her şey mümkün. Tiraj düşebilir. Taraf, şimdi aynı lezzeti verecek mi konusunda benim de endişelerim var. Ahmet Altan'ı okuyamamak kayıp olacak. Önümüzdeki günlerin tiraj rakamları Altan'ların yokluğunun etkisini gösterecek. Belki de başka isimleri dikkatle incelemek için bir fırsat olacak. İş geliyor, yönetime dayanıyor.
- Taraf yönetimi kurumsallaşmazsa ikinci bir kriz...
Olabilir. Şartlara uygun, gerçekçi bir yeniden yapılanma kaçınılmaz. Doğan Medya Grubu gibi yapılansın demiyorum, o zihniyet umuyorum ki Taraf'a hakim olmaz ama bu zihniyetle krizleri bir daha getirmeyecek bir yapılanma yaratılırsa sürdürülebilirlik ortaya çıkar.
- Tirajlar nedeniyle ikinci bir kriz yaşanırsa, Taraf'a yardım eden bir Mehmet Betil olur mu?
Bir noktadan sonra sürekli paraya dönüşüyor iş. Emekleme sürecinde destek gerekiyordu ve ben de destekledim. Ama 5 yaşına gelmiş bir gazetenin kanımca mali desteğe ihtiyacı yok. Daha iyi yönetilerek performansını mali açıdan düzeltmesi gerekiyor. Ki son 2 yıldır benim hiçbir mali desteğim olmadı. Taraf’ın kendi maliyetini çevirebilecek bir gelir yapısına kavuşması lazım. Bunu sonsuza dek borç alarak yürütemezsiniz. Çözüm bulunmak zorunda.
- “Sonsuza dek sürmez” sözlerinizin somutlaştığı bir tarih var mı?
Şimdiye kadar götürdüler. Ama iş hayatında böyle devam etmek zor.
- Söyleşinin başında “gazetecilik açısından yapılan maddi hatalar”dan bahsettiniz. Taraf okuyucusu olarak yanıtlayabilir misiniz, maddi hata olarak gördükleriniz nelerdi?
Cevap veremem, çünkü şartları göz önüne almadan bunları söylemem doğru olmaz.
- Tam da bu yüzden “okuyucu” kimliğinizin altını çizerek sorduk.
Ergenekon ve Balyoz sürecinde Baransu'nun getirdiği belgeler can alıcıydı. Ama can alıcı olanlar dışında bence 5N 1K temel prensibinin ihlal edildiği çok sayıda haber oldu. Basının içindekiler olaya daha hakim, ben o donanıma sahip değilim ama okumaya teşebbüs ettiğimde de "Anlayamıyorum" dediğim çok şey oldu.
- Aklınıza gelen haberler neler?
Hatırlamıyorum. Ben haberden çok siyasi yorum ve bakış açısıyla ilgileniyorum. Örneğin, Ahmet Altan’ın yazıları; gündemin özünü yakalama kabiliyeti bence olağanüstü. Artı büyüleyici bir yazı tarzı vardı. Yazdıkları doğru mu, değil mi tartışmasına girmek bile çok zor. Ama yüzüne karşı da söyledim, "İktisat konusunda yazma. Yazınca bilmediğin çok belli oluyor" diye.
- Bir parantez açsak: Geçtiğimiz hafta Koç ve Sabancı'ya reklam uyarısında bulunan Star Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu'nun “Reklam bütçeleriyle korunan eski medya düzeni” başlıklı yazısını Ahmet Altan'ın kaleminden okumak sizce mümkün müydü?
Mümkün değil. Birileri birilerine yaranma gayreti içindeler. Mesela Orhan Miroğlu olayı... Tarihinde neler yazdı ve gazete içinde nasıl bir iddiayla ortaya çıktı, şimdi de kendini Star'da buldu. İnsanlar önlerine hedef koyuyorlar ve buna uygun hareket ediyorlar.
- Miroğlu tartışmasını siz nasıl izlediniz?
Tüylerim ürpererek. Olsa olsa maddi bir sıkıntı içinde olabileceğini düşündüm. Geçmişi hakikaten çok ilginç, yaşadıkları ve bunlara karşı verdiği mücadele çok değerli bir isimdi ama direnemedi. Altanları PKK ile ilişkilendirme noktasına gelmesini üzücü buluyorum. Buna sadece maddi sıkıntı veya hastalık sebep vermiş olabilir. Miroğlu, benim için acıklı bir hikayedir. Ama bu onun tercihi.
- Aydınlık geçmişi olan biri olarak, Halil Berktay'ın başlattığı "1 Mayıs 1977 katliamından solcular sorumluydu" tartışmasında Taraf'ın taraflara zamanında eş mesafeyle yaklaşmamasını siz nasıl izlediniz?
Bence taraflara eş yaklaşıldı. Berktay'ın iddiasına karşı Dev-Genç lideri Celalettin Can'ın yazısı yayımlandı. Bence kendisi de Halil'in iddialarını doğruladı. Cebinde tabancayla geldiğini, etrafa kurşun sıktığını söyledi.
- O gün solcuların üzerinde hafif silahların olduğu pek çok isim tarafından söylendi, ancak katliamı başlatanın Sular İdaresi'nden ateşlenen ağır silah olduğu görüşünü de not düşelim. Taraf’ın editoryal açıdan diğer tarafa koyduğu mesafe Alper Görmüş tarafından da eleştirildi.
Halil Berktay'ın bir iddiası var, hiçbir konuyu bırakmıyor, hafızası da tanıdığım kadarıyla çok güçlü. Karşı tarafta aksini savunan insanların da iddialı olmaları ve Taraf'a yazıp göndermeleri lazım. Gazete bunu engellemiyor. Bildiğim kadarıyla kim ne gönderdiyse bastılar.
- Nabi Yağcı'nın "Taraf'ta farklı bir tarih yazılmaya çalışılıyor" sözleri sizde soru işareti yaratmadı mı?
Hayır. Dediğim gibi hepsinin köşesi var. Keşke yazmaya devam etselerdi. İnsanların karşıt görüşlere tahammülü olmalı. Örneğin, Ahmet Altan, AKP'ye bindirirken Yıldıray Oğur da "Hayır, yaptıkları iyi şeyleri görmüyorsunuz" dedi.
- "Ergenekon ve Balyoz davalarına ilişkin bazı kişiler hakkında yargısız infaz yapıldı, görmezden mi geliyorsunuz" diyenlere ne dersiniz?
Mehmet Baransu, Feyyaz Öğütçü’ydü sanıyorum, onun ailesiyle görüştü; Dursun Çiçek'in hukukçu kızı İrem Çiçek, Taraf’a yazdı. Ama, evet, hatalar yapıldı. Örneğin, Balyoz davası benim gözümde çöktü. Çünkü çok temel bir hata yapıldı, Doğan Akın da yazdı, delilleri sorgulama aşaması atlandı. Bu hukukta yapılabilecek en büyük hata, bir hukuk katli.
Ama yalnız bu davada mı böyle oldu? Türkiye, cumhuriyet kurulduğundan beri aynı hataları yapıyor. 1960 darbesinden sonra yargılanan insanlara da, bugün ismini bilmediğimiz, 9 yıldır yargılanmadan cezaevinde PKK'lı olduğu iddia edildiği için tutuklu bulunan insanlara da yapıldı bu hatalar. Ama diğer yandan çok yavaş da olsa bir gelişme olduğunu görüyoruz.