TRT’de seçim propagandası için siyasi parti milletvekili adayları konuşmalarını yaptı. HDP adına konuşmayı Gezi direnişinde Ankara’da hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ün ağabeyi HDP Ankara milletvekili adayı Mustafa Sarısülük yaptı. Sarısülük konuşmasında, “Onlar ölümü bizler yaşamı, onlar zulmü bizler özgürlüğü, onlar gericiliği bizler demokrasiyi ve bir arada yaşamayı haykırmaya devam edeceğiz” dedi.
HDP Ankara 2’inci bölge 1’inci sıra adayı Mustafa Sarısülük, 10 dakikalık konuşmasında, Gezi Parkı eylemlerine de değinerek, “İktidarlar en çok ezilenlerin umutlarından korkarlar. Bu korku ile bizden en kıymetlilerimizi aldılar. Ali İsmail’i, Abdocan’ı, Ahmet Atakan’ı, Medeni’yi, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Berkin Elvan’ı, Hasan Ferit’i, Ethem’i katlettiler” dedi.
Suruç ve Ankara’da yaşanan katliamlarla ilgili hükümet politikalarını da eleştiren Sarısülük konuşmasını, “1 Kasım’da tek adam diktasına karşı kendimizi de, kentimizi de, ülkemizi de birlikte yöneteceğimiz demokratik Türkiye’ye evet demeye” sözleriyle bitirdi.
Sarısülük’ün 10 dakikalık konuşmasının tamamı şöyle:
“Türkiye halkları, işçiler, emekçiler, yoksullar, kadınlar, gençler ve tüm ezilenler, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bundan iki sene önce, Haziran ayında, Taksim’de Gezi Parkı’nda bir mücadele başladı. Bir özgürlük mücadelesiydi bu. Hep birlikte omuz verdik bu mücadeleye. Yok sayılmalara, sömürülmeye, kentlerimizin kâr ve iktidar hırsına peşkeş çekilmesine, doğanın talan edilmesine karşı ‘buradayız’ demek için bir araya geldik. Sonra diğer şehirler de katıldı çağrımıza. Özgürlük talebimiz büyüdü, bütün ülkeye yayıldı, sel oldu. Bize sadece kendilerinin uygun gördüğü bir yaşamı dayatanlara karşı onurumuzu korumak için direndik. Hep birlikte.
Farklıydık hepimiz. Belki de daha önce hiç dinlememiştik birbirimizi. Belki de birbirimize karşı çeşitli önyargılarımız vardı. İşte bu direnişle aslında bir yanımızla hiç de farklı olmadığımızı öğrendik. Birbirimizi tanıdık, birbirimize dokunduk. Yemeğimizi beraberce pişirip eşit şekilde dağıtabileceğimizi; yaşadığımız yeri el birliğiyle temizleyebileceğimizi; birbirimize bakabileceğimizi; dayanışma içinde birlikte tartışarak ortak karar alabileceğimizi; tüm farklılıklarımızla ortak bir yaşam kurabileceğimizi gördük.
Hepsinden önemlisi, ‘bir avuç seçkin siyasetçinin’ bizi yönetmesine ihtiyacımız olmadığını anlamaya başladık. Hepimizin yüreği geleceğe dair umutla doldu.
İşte iktidarı elinde tutanlar, tam da bu umuda saldırdılar. Eşit, özgür ve kendi kendimizi yönetebileceğimiz yeni bir yaşam hayaline saldırdılar. Çünkü iktidarlar en çok ezilenlerin umutlarından korkarlar. Bu korku ile bizden en kıymetlilerimizi aldılar. Ali İsmail’i, Abdocan’ı, Ahmet Atakan’ı, Medeni’yi, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Berkin Elvan’ı, Hasan Ferit’i, Ethem’i katlettiler. Binlercemizi yaraladılar, yüzlercemizi tutukladılar. Hiçbirini unutmadık, unutmayacağız.
Ama her şeye rağmen halkların ve ezilenlerin uyanışını engelleyemediler! Her gün izlediğimiz televizyonların ve okuduğumuz gazetelerin, yaşadığımız polis şiddetine dair neredeyse tek kelime etmemesi, aksine bizlerle dalga geçer gibi penguen belgeselleri göstermesi bir şeylerin farkına varmamızı sağladı. Belki de ilk defa ‘Biz ülkenin doğusunda olanları yıllarca bu televizyonlardan mı izledik?’ diye sorduk kendimize.
Evet, özgürlük, eşitlik ve demokrasi istedik diye bize bu kadar zulmü reva görenler kim bilir Kürt yurttaşlarımıza neler yapmıştı? Düşünmeye başladık. Taksim’den Lice’ye bir köprü kurmuştuk artık. Sekiz canımızı almışlardı bizden. Ancak milyonlarca canın yan yana gelmesini engelleyememişlerdi.
Farklılıkların eşit ve özgür bir biçimde bir arada yaşama sevdasında daha nice destanlar yaşandı bu coğrafyalarda. Çok uzakta değil, hemen güneyimizde, Kürtler, Türkmenler, Araplar, Süryaniler, Ezidiler ve diğer halklar Rojava Devrimi’ni gerçekleştirdiler. Ortadoğu’yu kana bulayan El Kaide ve IŞİD çetelerinin zulmünün ortasında bir kardeşlik bahçesi yaratıldı. Köy, mahalle ve şehir meclisleri yoluyla halkların kendi kendilerini yönettiği; paylaşımcı bir ekonominin kurulduğu; kadınların hayatın her alanında eşit temsilinin ve gücünün bulunduğu; çok dilli, çok inançlı ve çok kültürlü bir yaşam kuruluyor Rojava’da.
Ancak ezilenlerin umudundan korkanlar bu devrimi boğmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar maalesef. Bölge halkları yeni, özgür ve eşit bir yaşamı inşa ederken mevcut siyasi iktidar El Nusra ve IŞİD çetelerini besledi, onlara lojistik destek, silah ve mühimmat verdi. TIR’lar dolusu cephane yolladı. Sınırlarını açtı. Gün geldi ve besledikleri IŞİD çeteleri, insanlığın en güzel düşlerinden birine, Kobanê’ye saldırdı. Kobanê günümüzün Kerbelası oldu. Onlar IŞİD çetelerine alkış tuttular.
‘Kobanê düştü düşecek’ dediler. Türkiye halkları 6 Ekim günü, Kobanê’den yükselen feryada daha fazla sessiz kalamadı. Devletin IŞİD’e yardımlarını kesmesi, Kobanê’ye yardım koridorunun açılması talebiyle demokratik protesto hakkını kullanarak sokaklara döküldü. Ancak yine katledildi insanlarımız. Onlarca canımız bizzat güvenlik güçleri ve onların yönlendirdiği gruplarca öldürüldü. Katiller hiçbir ceza almadı. Hiçbirini unutmadık, unutmayacağız.
İşte Halkların Demokratik Partisi tüm bu deneyimin üzerinde yükseldi. Gezi Direnişi’nin temel talebi farklılıklarımızla bir arada, eşit ve özgürce kendi kendimizi yönetme talebiydi. Yaşadığımız şehirle ve hayatlarımızla ilgili kararları kendimizin alabilmesi talebiydi. Gezi bir özyönetim talebiydi. Rojava’nın mücadelesi de aynı şekilde insanların kendilerini yönetebileceği, özyönetime dayalı yeni bir yaşam modeli kurmaktı.
7 Haziran’a giden yolda, Gezi’den Rojava’ya, Taksim’den Lice’ye eşitlik ve özgürlük köprüsünü kuran milyonlar, tek adam yönetimine, yoksulluğa, esnek ve güvencesiz çalışmaya, işsizliğe, borçlandırılmaya, her türden ayrımcılığa, kadın cinayetlerine isyan ederek HDP’de buluştu. Gezi’nin idealleri HDP’de cisimleşti.
Kobanê düşmedi ancak AKP 7 Haziran’da iktidardan düştü. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ dedik, 1980 faşist darbesinin ürünü olan seçim barajını yıkarak meclise girdik. İşçilerin, köylülerin, yoksulların, işsizlerin, kadınların, gençlerin ve bütün ezilen halkların partisi HDP’nin zaferi eşit ve özgür bir yaşam umudunu bir kez daha yükseltti. ‘Büyük insanlık’ kazandı.
Gelin görün ki ezilenlerin umudundan korkanlar sonları yaklaştıkça zulümlerini daha da arttırdılar. Saray, tek başına iktidarı kaybetmenin verdiği korku ve hırs ile bu ülkenin en büyük sorunlarından olan Kürt Sorunu’nun çözüm sürecini bitirdi ve demokrasi cephesine karşı topyekûn bir savaş başlattı. Sarayın ve ona hizmet eden hükümetin amacı HDP’ye yönelen kitleleri korkutmak, yıldırmak ve uzaklaştırmaktı. Bunu söylemekten çekinmiyorlardı da. ‘Millet kaosu seçti, hayırlı olsun’ dediler. Bir de utanmadan sıkılmadan ‘Çözüm sürecini HDP’nin yüksek oy alması bitirdi’ dediler.
400 vekil için başlatılan bu savaşın ilk adımında Kobanê’ye okul, park ve kütüphane inşa etmek üzere yola çıkan 33 sosyalist genç, Suruç’ta barbar IŞİD çetelerinin canlı bombasıyla katledildi. 10 muhalif bir araya gelse takip edenler, dinleyenler ve saldıranlar Türkiye’yi bir üs olarak kullanan IŞİD çetelerinin bu kanlı eylemlerini önlemek için hiçbir şey yapmadılar. Katliamı gerçekleştiren IŞİD’e tek laf etmeyenler ölenleri suçladı. Bu çok açık bir mesajdı aslında.
Ülkenin batısındaki demokrasi güçlerinin, Kürt halkının acısı ve haklı mücadelesi ile kurdukları bağı parçalamayı hedeflemişlerdi katiller. Siyasi iktidarın bu katliam karşısındaki sessizlikleri ve eylemsizlikleri hep bundan dolayıydı. Çünkü bu, tam da onların istediği şeyle örtüşüyordu.
Suruç’u tartışamadı bu ülke. Yitirdiği gençlere gözyaşı bile dökemedi. Çünkü hemen ardından 24 Temmuz’da Geçici AKP Hükümeti savaş ilan etti. Güvenlik güçleri 20 Temmuz’dan 10 Ekim’e kadar 150’ye yakın sivili keskin nişancılarla, kontrgerilla çeteleriyle katletti Kürt illerinde. Aralarında 35 günlük bebek de vardı, 10 yaşında kız çocuğu da, 80 yaşında yaşlı amca da. Terörist dediler hepsine, hem de hiç utanmadan.
Halkın seçilmiş belediye eşbaşkanlarını tutukladılar, görevden uzaklaştırdılar. 100’den fazla HDP yöneticisini gözaltına aldılar. Genel merkezimizi ve 300 il ve ilçe binamızı yaktılar, tahrip ettiler. Bölgede 12 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alanı bombalarla yaktılar. Yani bizler barış diye bağırırken, onlar ‘Sonuna kadar kan dökmeye devam’ dediler.
10 Ekim günü, emekçiler Türkiye’nin dört bir yanından gelerek barış talebini Ankara’da haykırmak istediklerinde ise tarihimizin en kanlı katliamını yaşadık. Kalbimizin orta yerinde patlayan bombalar 102 canımızı aldı bizden. Hala onlarca arkadaşımız hastanelerde yaşam savaşı veriyor. IŞİD çetelerinin katlettiği 102 canımızın kanı yerde kurumamışken, yine bizleri suçladılar. Kendi kendimizi katlettiğimizi ima ettiler.
Türkiye’nin en korunaklı, istihbaratın en sağlam olduğu yerde, Ankara’nın göbeğinde patlamıştı bombalar. Patlatanlar emniyetin bildiği, aradığı şahıslardı. Katliam hazırlığından emniyetin haberi vardı. Ama engellemek için hiçbir şey yapılmamıştı. Göz göre göre gelen katliama resmi gözler yumulmuştu.
Bu seçimde sadece iki çizgi yarışıyor. Bir yanda sarayın ve onun güdümündeki AKP’nin tekçi, baskıcı ve tek adam diktatörlüğünü dayatan projesi, diğer yanda ise farklılıklarımızla hakça, eşitçe, kendi kendi kendimizi yönetmeyi temel alan yeni yaşam projesi.
Bir yanda taşeron çalışma, iş cinayetleri, kent yağması, doğa katliamı; diğer yanda sosyal haklar, güvenceli yaşam, özyönetim.
Bir yanda farklı kimlikleri, kültürleri, inançları, dilleri yok sayan tekçi Cumhuriyet, diğer yanda eşit yurttaşlık temelinde büyük insanlık değerleri üzerinde inşa edeceğimiz ve farklılıklarımızla birlikte yaşayacağımız ‘Demokratik Cumhuriyet…’
1 Kasım’da herkesi tek adam diktatörlüğüne ve tek parti hâkimiyetine dayalı yasakçı bir Türkiye kurmak isteyenlere hayır demeye çağırıyoruz. Yaşadıklarımız karşısında tek çıkış yolumuz bütün ezilenler yan yana durmaktır.
Onlar ölümü bizler yaşamı, onlar zulmü bizler özgürlüğü, onlar gericiliği bizler demokrasiyi ve bir arada yaşamayı haykırmaya devam edeceğiz.
1 Kasım’da tek adam diktasına karşı kendimizi de, kentimizi de, ülkemizi de birlikte yöneteceğimiz demokratik Türkiye’ye evet demeye çağırıyoruz.”