HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, TBMM’deki yasama faaliyetlerini durdurmaları üzerine AKP’den gelen eleştirilere sert yanıt verdi. Bilgen, “Genel Kurul’da ne konuşulduğunu bilmeden elini kaldıranlar yasama faaliyeti yaptığınızı düşünüyorsanız siz böyle çalışmaya devam edebilirsiniz” dedi. Bilgen, HDP Genel Merkezi'ne partililerin giremediğini belirtirken "Biz hangi ‘eşit muamele’ye tabiysek, Allah da size iki katını versin. Ne personellerimiz, ne parti yöneticilerimiz çalışabiliyor. Bize dönük sivil siyaset çağrılarının hiçbir ciddiye alınır yanı yoktur" diyerek tepki gösterdi.
Bir gazetecinin, "Her şeyi tartışacağız sözünden, sine-i millete dönmeyi mi algılamalıyız?" sorusuna Bilgen, şu yanıtı verdi: "Gayet tabii her şeyi tartışacağız. İşlevsel olmayan, durumu kurtarmaya yönelik makyaj niteliğindeki hiçbir mekanizmada olmayacağız. Bu tartışmanın hiçbir şekilde önünü kesmeyeceğiz. Biz, bundan sonra kurullarımızda şunu bile tartışacağız: Demokratik sivil etkinliklere, böyle yasaklama, engelleme yapılmaya devam edilirse bu çalışmaları da yapmayacağız. Biz, parti yöneticilerimizi niye tartaklattıralım. Milletvekillerimize niye hakaret ettirelim. Halk tepkisini, oyunu, ülkesini, geleceğini nasıl savunmak istiyorsa öyle savunacak. Tepkisini nasıl göstermek istiyorsa artık bundan sonrasını o halk düşünecek. Biz, onlar adına karar vermeyeceğiz. Bundan sonra halk tepkisini nasıl örgütler, nasıl ortaya koyar, kendisini bu olağanüstü koşullarda nasıl ifade etmek isterse öyle eder. Biz, bırakın Meclis'ten çekilmeyi, bunun daha ötesindeki konuları bile tartışmak zorundayız. Eğer biz bunları tartışmaya imkan sunmazsak, çok daha farklı bir noktaya iş gidiyor. Nasıl sağduyu, sivil siyaset çağrısı yapılıyorsa aynı şekilde 'orada bir iş yapamıyorsanız, niye duruyorsunuz?' çağrısı da yapılıyor."
Bilgen’in bugün düzenlediği toplantıda yaptığı konuşmadan satırbaşları şöyle:
Partimizle ilgili değerlendirme yapacağım ama öncesinde 10 Ekim davasıyla ilgili söyleyeceklerimiz var. Kamuoyuna da yansıyan telefon dinlemelerine rağmen, faillerin önceden izlenmiş olmasına rağmen, katliamın önlenememiş olmasına dair herhangi bir soruşturma açılmamışken bize göre bu dava sadece suçu örtme davasıdır. Gerçek sorumluları kaçırma, birilerini cezalandırarak geçiştirerek gerçek bir yüzleşmeden kaçma olarak göreceğiz. Bugün duruşma salonunda ailelerin tüyler ürperten ifadeleri vardı. “Eğer bugün duruşma salonunda alınan güvenlik önlemleri 10 Ekim’de gerçekleştirilseydi biz çocuklarımızı, eşlerimizi kaybetmeyecektik.”
Hrant Dink davası da İstanbul’da devam ediyor. Bu davada da yıllarca asıl sorumlular saklanmaktadır.
10 Ekim davasına ilişkin yaklaşım neyse, partimize ilişkin tartışmaların düzeyi de o. Dün Başbakan, Cumhurbaşkanı, bazı bakan ve parti yöneticileri partimizin aldığı kararla ilgili tartışma yürüttü. Cumhurbaşkanın OHAL döneminde, Avrupa ülkeleri ve Avrupa Birliği ile ilgili sözleri ile AB Bakanı’nın sözleri arasında hiçbir ilişki yok. Cumhurbaşkanı “Bir kulağımdan girer, diğerinden çıkar” diyor, AB Bakanı “müzakerelere başlayalım” diyor. Bir karar vereceksiniz. O birliğe girecekseniz oranın kuralları var. Eğer umursamıyorsanız toplumu boşuna kandırmayın. Burada elçilerle kahvaltı yaparak durumu kurtaramazsınız.
Bakan diyor ki, “Bu partiye yönelik özel husumetimiz yok.” Eğer ‘suç’un şahsiliğinden söz ediyorsanız, kastettiğini buysa, o zaman cuma gününden beri genel merkezimize uyguladığınız ambargonun anlamı nedir? MYK üyelerimiz, 7 Haziran’da seçilen milletvekillerimiz genel merkezimize giremiyor. Şaka mı yapıyorsunuz, dalga mı geçiyorsunuz? Gelen heyetler giremiyor, Almanya Dışişleri Bakan Yardımcısı genel merkezimize giremedi.
“Bu partiye yönelik özel husumetimiz yok” sözlerini aynen kendisine iade ediyorum. Ve biz hangi ‘eşit muamele’ye tabiysek, Allah da size iki katını versin. Ne personellerimiz, ne parti yöneticilerimiz çalışabiliyor. Bize dönük sivil siyaset çağrılarının hiçbir ciddiye alınır yanı yoktur. MYK toplantısı yapamayan bir partiye sivil siyaset çağrısının bir inandırıcılığı olabilir mi?
Dün İstanbul’da basın açıklaması yapmak istedik, milletvekilimiz Hüda Kaya’nın karşı karşıya olduğu muameleye bakın. Danışmanı, doktor uyarısına rağmen zorla ifadeye götürüldü. Bir milletvekili ve onun danışmanı bu muameleye maruz kalıyorsa biz nerede, nasıl sivil siyaset yapacağız? Basın açıklaması yapılmasına izin verilmiyor. Biz tüm bu yaşadıklarımızı halka aktaracağız. Onun için zaten her türlü tartışmayı yapacağız dedik. Halk seçtiği milletvekilinin düşürüldüğü duruma ve partisinin genel merkezinin içinde bulunduğu duruma bakarak bizim Meclis’te siyaset yapıp yapmayacağına karara verecek.
Kimse bizi diğer partilerle karıştırmasın. Bizler milletvekili olmak için takla atanlardan değiliz. Biz inandığımız değerler için, bu ülkenin barışı, özgürlüğü ve demokrasisi için buradayız. Bir işe yarıyorsak, daha fazla fedakarlık yapmaya hazırız. Ama eğer çalışmamıza izin verilmiyorsa biz asla bir oyunun figüranı olmadık, olmayacağız. Burada demokrasi varmış gibi gösterilmesini izin vermeyeceğiz. Ya Türkiye’de gerçek bir demokrasi ve parlamenter sistem olacak ya da biz bu oyunun içinde olmayacağız. Önümüzdeki günlerde yapacağımız MYK toplantımızda ve ondan sonra yürüteceğimiz yerel tartışmalarda bunları tartışmaya açacağız.
Halkımızla her şeyi tartışmaya açacağız. Hiçbir arkadaşımız koltuğuna yapışmış değildir. Türkiye ya nitelikli, doğrudan, katılımcı demokrasi koşullarına kavuşacak ya da her gün yeni darbeler hayatın her hücresinde yaşanacak. Bu da Türkiye’yi çok daha büyük kaoslara sürükleyecek.
Dokunulmazlık oylaması Meclis’te yapılırken Sayın Kılıçdaroğlu bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu söylüyordu. Peki bile bile Anayasa’ya aykırı olan bu düzenlemeye evet oyu vermeye sizi kim, nasıl ikna etti? Nasıl oldu da Anayasa’ya aykırı olduğunu söylediğiniz halde evet oyu verdiniz?
Bugün sadece açıklama yaparak, eleştiri yaparak geçiştirilebilecek bir durumda değiliz. Eğer milletvekilleri partilerine giremiyor, sokakta hakarete maruz kalıyorsa bu hem tüm siyasi partileri, hem TBMM Başkanı’nı ilgilendirir, hem ana muhalefet partisinin hangi dozda siyaset yapacağına karar vermesini gerektirir.
CHP tabanı ve milletvekillerinin büyük çoğunluğu bu konuda kaygılıydı ve bu suça ortak olunmaması için seslerini yükseltti. Ama başka bir tavır sergilendi. Tekrar ediyorum, bizim yargılanmayla ilgili hiçbir kaygımız yok. Ne ifade vermekten, ne de cezaevine girmekten korkmuyoruz. Biz halkların birlikte özgürce yaşamasını istiyoruz. Bundan başka hiçbir gündemimiz yok.
Her arkadaşımız ifade işlemleri için gereğini yapar. Ancak hangi milletvekilimizin yurt dışında bir diplomasi çalışmasına gidip gidemeyeceğine dair bir bilgimiz yok. Yurt dışındaki arkadaşlarımız da diplomasi çalışmalarında yeni bir görevlendirme yapılarak gelmek istediklerini söylüyor. Ama bunun kararını verecek olan parti kurullarımızdır. Biz değerlendireceğiz, eğer milletvekillerimizin diplomasi çalışmaları engelleniyorsa bu durumda yurt dışındaki arkadaşlarımızın bizim acil diplomasi çalışmalarını yürütmeleri gerektiği değerlendirilmesini yapacağız.
Bize sağduyu çağrısı yapanlara şunu diyoruz, hiçbir şey olmamış gibi yapalım? Partinin eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklanırken hiçbir şey olmamış gibi mi davranalım? Burada söz konusu olan milletvekillerin maaş alıp alamayacağı değildir. İşlevsel olmayan ve durumu kurtarmaya yönelik makyajvari hiçbir mekanizma içinde olmayacağız.
Demokratik sivil etkinliklere böyle engelleme yapılacaksa, bu çalışmaları da yapmayacağız. Biz parti çalışanlarımızı, milletvekillerimize neden hakaret ettirelim? Siz bizim basın açıklaması yapmamıza bile izin vermiyorsanız bundan sonrasını halk düşünecek, halk karar verecek. Halk geleceğini nasıl savunmak istiyorsa, öyle yapacak. Halk tepkisini nasıl ifade etmek isterse öyle eder.
Bırakın Meclis’ten çekilmeyi, ötesindeki konuları tartışmak zorundayız. Bize nasıl “Geri dönün” çağrısı yapılıyorsa, “sivil siyaset” çağrısı yapılıyorsa, “Orada bir iş yapamıyorsanız niye duruyorsunuz” çağrısı da yapılıyor.
Bugüne kadar yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının göstergesidir. Mutlaka yeni bir anayasaya ihtiyaç var ama basın açıklaması bile yapılamadığı bir ortamda Anayasa tartışmaları veya referandum nasıl yapılabilir? Bir parti anayasa çalışmalarından dışlanırken, AB büyükelçilerini kandırmaya çalışabilirsiniz ama halk gerçekleri gömüyor mu? Yeni ve sivil bir anayasa yapılıyormuş gibi bir şeyin suç ortağı olmayız. Başkan olmak isteyen şahıs anayasayı kendisi için yapmıyorsa, anayasa halkla tartışılmalıdır. OHAL’i kalıcılaştıracak hiçbir oyun, hiçbir operasyonda yer almak bizim gündemimizde yok.
Küçük hesaplarla, oy kaygısıyla, başkanlık referandumunu kurtarmak için militarist söylemlere yönelinmesinin bedelini ödüyor bu ülke. Oy hesabıyla, kişisel kaygılarla “Ben ne olacağım” derdiyle siyaset yapılarak, bunun bedelini ülke ateşe atılarak ödenecek. Sözün söyleneceği ortam yoksa onun sonrası kaostur.
Biz aldığımız oyun hesabını vermekten hiç çekinmedik. Onlar kendi kurucu ilkelerine ihanet ediyor. AKP kurucularına medya ambargosu uygulamasınlar, onlar çıkıp konuşsun, bakalım kim kendine ihanet içinde. Seçmenimizle ilgili bir merakları varsa, buyursunlar hendek bahanesiyle yıkılan şehirlerde, kendi seçmenlerini dinlesinler. Gerçeği çok net göreceklerdir.
AKP’liler bizim tabanımızın ne düşündüğü kaygısını çok da taşımasınlar. Rahat olsunlar. Eş başkanlarımızın, milletvekillerimizin tutuklanmasının doğru olduğunu düşünüyorlarsa aynen devam etsinler! Yok eğer yanlış olduğunu nihayet görmüşlerse de bu yanlışlarından dönsünler.
Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için yeter sayımız yok. Bu konuyu CHP’nin tartışması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuruyu önümüzdeki günlerde kendi aramızda tartışarak belirleyeceğiz.
“Bir partiye karşı özel bir husumetimiz yok” deseler de, şimdiye kadar hiç almadıkları Genel Kurul yoklamalarını alabilirler. Devamsızlıktan ihraç şimdiye kadar hiç uygulanmamışken, bize karşı uygulayabilirler. Ancak biz bunu tartışacak durumda değiliz. İnsanlar her gece “Bugün de bir KHK çıktı mı” kaygısı yaşarken, milletvekillerinin kendi durumlarını düşünmesi büyük bir ayıptır.
Başbakan Genel Kurul’a devamlılık konusunda okul, öğrenci göndermesi de yapmasın. Bu tür göndermeler akla diplomayı getirir. Çünkü çok alıngan bir Cumhurbaşkanı var. Havada bulut var denildiğinde kendisine ördek denildiğini iddiasıyla dava açan bir Cumhurbaşkanı. Bugünkü başbakan, öncekinin işten çıkarıldığını unutmasın. Bize böyle göndermeler yapmasın.
Biz biliyoruz Genel Kurul’a kimlerin devam ettiğini Sadece geçen haftanın Meclis TV kayıtlarına baksınlar. Dışarıda ihale takip edip, Genle Kurul’da ne konuşulduğunu bilmeden eli havada içerde koşulmasını TBMM çalışması olarak görüyorsanız, siz böyle çalışmaya devam edebilirsiniz.
Muhalefet olmazsa düzenlemeler hızla geçer diyenler, bu Meclis’i noter gibi görenlerdir. Beyler Meclis’i talimatını onay yeri gördükleri için, milletvekilini de onay memuru zannediyor galiba. Şimdiye kadar hiç Meclis’e gelmeyen kendi milletvekillerine uygulamadıklarını bize uygulamak istiyorlarsa kendileri bilirler.
Yurt dışındaki arkadaşlarımız da, Nihat Akdoğan da ifade vermekten kaçınmamaktadırlar. Biz, Cumhurbaşkanı’nın 17-25 Aralık’ta ifade vermemesi için kaçırdığı oğlu ve dört bakanı değiliz. Bizler bu trene binmişsek, demirden korkmuyoruzdur. Bağımsız yargı varsa, dört farklı şehirde devam eden ‘yargılama’ sürecinin bir gecede aynı dakikalarda evlerin basılmasına nasıl dönüştüğünü izah etsinler.