HDP: Fıkra gibi; bir Türk bir Rus, bir İranlı oturmuş Suriye'yi konuşuyor

HDP: Fıkra gibi; bir Türk bir Rus, bir İranlı oturmuş Suriye'yi konuşuyor

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin katıldığı Ankara'daki Suriye konulu üçlü zirveye ilişkin "Suriye hakkında konuşması gerekenler Suriye halklarıdır. Suriye’de yaşananlara ilişkin konuşanlara bakın fıkra gibi; bir Türk bir Rus, bir İranlı oturmuş Suriye’yi konuşuyor. Oysa konuşması gereken Suriyelilerdir. Demokratik çözüm ancak böyle inşa edilir" değerlendirmesinde bulundu. 

HDP'nin iki gün sürecek Parti Meclisi Toplantısı önce gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan  Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, şöyle konuştu:

Afrin işgaline bağlı olarak Afrin’de yerinden yurdundan edilmiş 200 bin insan bugün çok zor koşullarda yaşamak zorunda. Hem gıda hem su hem barınma sorunuyla karşı karşıyadırlar. Afrin’de yerinden yurdundan edilenlerin Afrin’e dönme koşulları yaratılmalıdır. Afrin’de bulunan IŞİD artığı ÖSO’cuları oaraya götürenler onları da alıp oradan ayrılmamalıdır. Buradan başta BM olmak üzere bütün uluslararası kuruluşlara ve tabi Türkiye Cumhuriyeti Devletine çağrı yapıyoruz. Daha büyük hatalara sürüklenmemek için herkes inisiyatif almalıdır. 

"Huzur Afrinlilerin dönmesiyle gelir"

Bugün Afrin’de talan yağma var. Hatta yağmacılar, birbirlerini vuracak noktaya geldiler. Böyle bir ortamda ülkenin cumhurbaşkanı, AKP Genel Başkanı “Suriye’de huzur olmadan Türkiye’de huzur olmaz” diyor. Siz, Suriye savaşı boyunca yegane huzurlu bölge olan Afrin’de huzuru kaçırdınız. Afrinlilerin dönmesiyle oraya huzur gelir. 

"Afrin’e vali atayan zihniyet, kentlerimize kayyum atayan zihniyet ile aynı"

Huzuru yok etmek Türkiye’de 7 Haziran’dan sonra başladı. Bu süreçte Türkiye’de birçok kentte yerinden yurdundan edilme sahneleri yaşandı. Kentler yıkıldı, bu kentlere kayyum atandı. Aynı zihniyet Afrin’de devam ediyor. Afrin’e vali atayan zihniyet, kentlerimize kayyum atayan zihniyet ile aynı.

"Meclis Başkanı Meclis iradesine ipotek koymuştur"

Bu zihniyet o kadar yaygın ki, Meclis’te Meclis Başkanvekili yerine bile kendini kayyum olarak atayan bir Meclis Başkanı var. Meclis çatısı altında da bunu izledik. Demokratik teamülleri yerine getiren Meclis Başkanvekiline tahammül edemeyen Meclis Başkanı Meclis iradesine ipotek koymuştur.

"Fıkra gibi; bir Türk bir Rus, bir İranlı oturmuş Suriye’yi konuşuyor"

Suriye hakkında konuşması gerekenler Suriye halklarıdır. Suriye’de yaşananlara ilişkin konuşanlara bakın fıkra gibi; bir Türk bir Rus, bir İranlı oturmuş Suriye’yi konuşuyor. Oysa konuşması gereken Suriyelilerdir. Demokratik çözüm ancak böyle inşa edilir. 

"Bu üçlü Suriye’de çözümü değil, ganimeti konuşuyor"

Suriyeli olmayan bu üçlü, aslında Suriye’de çözümü değil, ganimeti konuşuyor. Suriye’yi işgal ederek, oradaki pozisyonlarını koruyarak enerji ya da inşaat ihalelerini konuşuyorlar. Bu ülkelerin; Türkiye, Rusya ve İran’ın ortak özellikleri de otoriter rejimler olmalarıdır. Her otoriter rejim diğer ülkelere ancak huzursuzluk ancak huzursuzluk ve savaş ihraç edebilir. 

"Afrin operasyonu seçim hesaplarıyla başladı"

Afrin meselesi gündeme geldiğinde bu iktidarın danışmanları, bakanları, hatta AKP Genel Başkanı “Metal yorgunluğunu attık” dedi. Yani Afrin operasyonu seçim hesaplarıyla başladı. Danışmanı dedi ki “Afrinle birlikte ekonomiye katkı sağlanacak, inşaat sektörünün önü açılacak”. Suriye’de demokratik çözüm bu ülkelerin kaygısı değil. Bu ülkelerin kaygısı, emperyal mekanizmayı çalıştırmak. 

"Bütün ülkeler Afrin'den çıkmalıdır"

Sanırsınız ki, bu iktidar mensupları Moskova Marksizm Enstitüsü mezunu. Sürekli emperyalizm tahliliyle konuşuyorlar. Eğer emperyalizm tahliliyle konuşacaksanız önce ulusların kendi kaderini tayin hakkını öğrenmelisiniz. Suriye Suriyelilerindir, Afrin de Afrinlilerindir. Bütün ülkeler oradan çıkmalıdır. 

"Savaş politikalarıyla yolunu açmaya çalışan bir iktidar var"

“Suriye’nin toprak bütünlüğü kırmızı çizgidir” diyorlar, ya da “Irak’ın toprak bütünlüğü kırmızı çizgidir” diyorlar. Evet, toprak bütünlüğü ile ilgili kimsenin kaygısı yok. Mesele o toprak bütünlüğü içinde nasıl bir Suriye’nin hayat bulacağıdır. Aynı şey Türkiye için de geçerli. Mesele Türkiye içinde nasıl bir demokrasi inşa edileceğidir. Yoksa sınır meselesiyle ilgili kimsenin alıp veremediği yok. Ama bir algı yönetimi var. Bu zihniyetle ayakta duran bir iktidar var. Savaş politikalarıyla yolunu açmaya çalışan, bunu saplantılı hale getirmiş bir iktidar var.  Bu iktidar, bir yanıyla yolsuzluk ekonomisi, bir yanıyla savaş politikası üzerinden önümüzdeki seçimi planlamaktadır. Seçim başarısını ancak bu sayede kazanacağı fikrine sahiptir. Oysa çok iyi biliyoruz ki bu savaş politikaları sürdürülemez. Bu savaş politikaları yıkımdır. Sadece Kürt halkı düşmanlaştırmamaktadır, bu her yere sirayet etmiş, bütün bölgeyi kaplamıştır. 

"Meşruiyet krizi var"

Ekonomi de büyük bir çöküntü içindedir. Artık iktisadi kriz değil iktisadi bir çöküşten bahsediyoruz. Kriz söz konusu olduğunda krize karşı tedbirler alınabilir. Ama bugün sadece iktisadi kriz yok, ülkede topyekün meşruiyet krizi vardır. Bu krize karşı ayakta kalmak için ülkenin bütün kaynakları çarçur edilmektedir.  “7.4 büyüdük” diyenler bu büyümenin yarattığı tahribattan bahsetmiyor. Her büyüme sağlıklı değildir. Türkiye’de büyüme inişli çıkışlıdır. Büyürken de küçülürken de yaratılan tahribat çok derindir. 

90’lı yıllara gönderme yapıyorlar

Dolar 4 Lirayı geçti, doları bastırmak için tedbirler alınıyor ama başarısız olunuyor. Hatta suç işleniyor. Sermaye Piyasası Kanunu ihlal eden bir bakan var, doların düşmesi için suç işliyor. Bu suçu işleyebilecek kadar acze düşmüş bir iktidar var.  Zaman zaman Tansu Çiller’e, 90’lı yıllara gönderme yapıyorlar. 90’lara geri dönünce onun iktisadi aklına da geri dönülüyor. Eğer Çiller’e gönderme yapıyorsanız ben de 5 Nisan’ı hatırlatırım. Kur-faiz makasından bihaber olan iktisat profesörü olan Çiller ülkedeki dengeleri öyle bozmuştur ki, etkileri 2001’e kadar yaşanmıştır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek hazine bonosu faizini veren insan olarak tarihe geçmiştir. Şimdi Türkiye’nin kapısında Türkiye’yi bekleyen en büyük sıkıntılardan biri fonlama krizidir. Bu krizin yaratacağı tahribat 90’larda 5 Nisan’da yaşanan tahribattan çok daha büyük olacaktır. 

"Akkuyu, Afrin’deki hava sahasının açılmasının diyetidir"

Savaş politikalarının bizi sürüklediği yer budur. Savaş ve ekonomi arasındaki diyalektiğe dikkat etmek gerekir. Bunu Akkuyu’da gördük. Bunca kriz içinde 20 milyar dolarlık ihale ile Akkuyu inşaatı başladı. 20 milyarın nasıl bulunacağı hala bilinmiyor. Rus firmadan yapılan açıklamalarda da bunu görüyoruz. Ama bu ihale, Afrin’deki hava sahasının açılmasının diyetidir. Hava sahasının açılmasının diyeti 20 milyar dolardır.  Güneş enerjisi ile 3 sente üreteceğimiz enerji için 13 sent ödenecek bir yola Türkiye girdi. Bu enerjinin Türkiye’ye hiçbir yararı olmayacak. Tam tersi bu anlaşma Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almaktadır. Sadece iktisadi anlamda değil, yaşam hakları anlamında da ipotek altına almaktadır. 

Hiroşima’yı, Nagazaki’yi, Çernobil’i unuttunuz mu?

Ne yazık ki DNA’nın korunması üzerine hayatını harcamış bilim insanları bu nükleer kirliliğin reklam yüzü olmuştur. Ne yapacak insanlar gelecekte uranyum mu yiyecek? Hiroşima’yı Nagazaki’yi, Çernobil’i unuttunuz mu? Tüm dünya nükleerden kaçarken, Türkiye nükleer santral devrimmiş gibi anlatılıyor. Nükleer santral sadece enerji değil savaş projesidir. İran’ın, Kuzey Kore’nin nükleer santral geliştirmesi savaş politikalarının yansımasıdır. 

Eskişehir zanlısı Cumhurbaşkanından aldığı feyz ile 4 kişiyi katletti 

Savaş politikaları ülkenin her yerini sardı. Bu zihniyet artık her yerde, sokaklarda, iş yerlerinde, üniversitelerde. Bir bilim insanı niye silah taşır, niye arkadaşlarını öldürür? Evet, suç kişiseldir ama bu suçun arkasındaki toplumsal ve siyasal ilişkilere de bakmak zorundayız. Bunu Eskişehir’de izledik.   Zanlı “Ben Cumhurbaşkanı'nı dinledim, ondan feyz aldım” dedi. O feyz ile insanları FETÖcü olmakla suçlayıp ihbar eden bu insan 4 kişiyi katletti. Silahlanmadaki bu artış aslında bu sahneleri önümüzdeki dönemlerde yaşama riskini de katlamaktadır. Her yeri militarize ederseniz, silahlanmaya destek verirseniz bu sonuçlarla karşılaşma olasılığımız yükselecektir. 

Bir damat enerji bir damat savaş sanayi üzerinden aile saadeti yaşıyor 

Savaşın ve bu iktisadi anlayışın maliyetine kimler katlanıyor? Borç bulunuyor, borç alınıyor. Şirketler zorda, çünkü dolardaki artış borçların ödemelerinde büyük zorluğa neden oluyor. Bakın, bu sabah büyük bir şirket, borçlarını yeniden yapılandırmak için bankalara başvurdu. Önümüzdeki günlerde bu tür olayları çok göreceğiz.  Ama diğer taraftan ülkenin başbakanı İHA ve SİHA pazarlaması yapıyor. Tıpkı Akkuyu Nükleer Santral projesinde olduğu gibi savaş yatırımlarında da önlenemez yükseliş var. “İHA ve SİHA’lar olmasaydı Afrin’de başarılı olamazdık” derken aslında damada olanakların nasıl açıldığını da gözler önüne seriyor. Bir damat enerji bir damat savaş sanayi üzerinden aile saadeti, saadet zinciri yaşıyor. Çiftlikbank gibi bir saadet zinciri. Oğlanlar ortada yok, Bilal ve diğeri görünmüyor ama damatlar ön planda. Bu saadet zincirinin maliyetine kim katlanıyor, çiftçi esnaf emekçi katlanıyor. Her gün artan fiyatlar bunu bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Ama TÜİK Başkanı, “bu artış gıdadan kaynaklanıyor” diyor ve enflasyon sepetindeki gıdaları azaltıyorlar. Halkı aldatmaya devam ediyorlar. Halk bunların farkında. Farkında olduklarını Newroz alanlarında gösterdiler. Kürt halkı ve Kürt halkıyla dayanışma içindeki emekçiler, işçiler, çiftçiler, esnaf Newroz alanlarında bu direnişi ortaya koydu. Şimdi aynı şeyi 1 Mayıs’ta faşizme karşı göstereceğiz. Yoksa seçim tartışmaları içine hapsolarak bu mücadeleyi sürdüremeyiz. Mücadelemizi yükselteceğiz. 

“Nasıl bir seçim” meselesini konuşmalıyız

Seçim gündemini yok sayamayız. Tabi ki bizim de gündemimizde seçim var. Ancak “nasıl bir seçim” meselesini konuşabiliriz. Nasıl bir seçim dediğimizde OHAL koşularına karşı mücadele etmeyi OHAL’in kalkması yönünde muhalefeti yükseltmeliyiz. OHAL koşullarında seçime gitmek cumhur ittifakının arzuladığı bir senaryodur.  Bakın, gene OHAL’i uzatacaklarını söylüyorlar. Çünkü OHAL olmadan seçime gidebilecekleri bir tablo yok. Hangi kirli pazarlığı yaparlarsa yapsınlar meşruiyet krizini aşamazlar.   

"OHAL’e ve faşizme karşı örgütlenmek gerekiyor"  

Bugün Türkiye’nin krizlerini aşmak için sadece seçimleri değil seçimlere kadar olan süreç hatta seçimden sonrasını da konuşmamız gerek. Ancak demokrasi mücadelesini yükselterek bu sorunları aşabiliriz. Biz buradan tüm parti seçmenlerine, AKP seçmenlerine de sesleniyoruz. Kendi geleceğinize sahip çıkın. Siyasi iradenizin ipotek altına alınmasına izin vermeyin. Eğer biz demokratik bir çözüm, onurlu bir barış istiyorsak o halde onurlu ittifakları da toplumla birlikte mahallelerimizde, sokaklarımıza, iş yerlerimizde var etmeliyiz. Seçim sonuçlarına dair konuşmak yerine bu sürece dair konuşmak, OHAL’e ve faşizme karşı örgütlenmek gereklidir.  Bugünkü PM toplantımızda da bu süreci başarılı bir şekilde nasıl yürüteceğimize dair tartışacağız.