HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, anayasa değişikliği teklifinin Meclis'ten geçmesi sonrası referandum sürecinde aktif bir şekilde "Hayır" sonucu çıkması için çalışacaklarını ifade ederken "Hayır, diyerek Erdoğan'ı demokratik bir biçimde durdurabilmek mümkündür ve zorunludur" ifadelerini kullandı.
Bilgen, referandum sürecinde nasıl bir çalışma yürüteceklerini konusunda "Şimdiye kadar ulaşamadığımız kesimlere ulaşabileceğimizin olanaklı olduğunu görmemiz gerekiyor" dedi.
HDP Genel Merkezi'nde gerçekleştirilen Parti Meclisi toplantısının açılış konuşmasını yapan Bilgen şunları ifade etti:
Değerli arkadaşlar, dün Merkez Yürütme Kurulumuz ile Meclis Grubumuz bir ortak toplantı yaptı, Meclis’teki son dönem çalışmalarını ve önümüzdeki dönemi değerlendirdi. Bugün de Parti Meclisi toplantısını gerçekleştiriyoruz. Bundan sonra da Merkez Yürütme Kurulumuz toplanarak sonuçları değerlendirecek ve somut planlamayı çıkaracak.
Bugün referandum sürecini burada birlikte tartışacağız, ama öncesinde birkaç noktaya değinmek istiyorum. Birincisi ‘evet’in de ‘hayır’ın da Türkiye siyasi hayatında doğuracağı ciddi sonuçlar olacaktır. Bu sonuçların neler olabileceğini soğukkanlı bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
Bizler ‘hayır’dan Türkiye toplumu için olumlu ve demokratik sonuçlar çıkarmak için bir stratejik plan yapacağız. Şüphesiz ki, ‘hayır’ diyeceklerin içinde bizim dışımızda olan, barış, adalet ve demokrasi isteyen kesimlerin dışında olan, hesap yapanlar da var. Aynı şekilde ‘evet’ hesabı yapanlar içerisinde de farklılıklar var. Yapıların durdukları yerlerle, söyledikleri sözler arasında çelişkilerin olduğu bir süreçten geçiyoruz. Kimle yan yanayız, kim karşı tarafta, kimin sözü bizimkiyle örtüşüyor, kimin hesapları halkın çıkarları ile örtüşüyor sorularına net cevaplar vermek gerekiyor. Böyle karmaşık dönemlerde sözü net söyleyebilmek, safı netleştirebilmek siyaset açısından bir başarı ölçüsüdür.
Özellikle şimdiye kadar HDP ve bileşenlerinin on yıllardır söylediği sözün kıymetinin en çok anlaşılabileceği bir döneme giriyoruz. Ben özellikle şuna yoğunlaşmak gerektiği düşüncesindeyim. Bu dönemdeki bizim asıl gücümüz toplumsallaşma olacak. Etkili, güçlü bir halk çalışmasını organize etmenin, şimdiye kadar ilişki kuramadığımız farklı toplumsal dinamiklerle buluşmanın imkanları doğuyor.
Türkiye dış politika açısından da iktidarın yaptığı yanlışlar nedeniyle son derece zorlu bir süreçten geçiyor. Bu hafta içerisinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Türkiye gündemli toplanıyor. Bu toplantı da Türkiye’nin, Avrupa ve batı ile ilişkileri açısından kritik bir önemdedir.
Hükümet Türkiye başlığının AKPM'nin bir sonraki toplantısında ele alınması için ciddi bir çaba sarf etti. Üç ay daha kazanma eğilimindeydi. Ama bu kabul edilmedi. İktidarın yanlış uygulamaları Türkiye’yi yeniden 'izleme süreci' tartışmasına sürükledi. Bu, Türkiye toplumu için çok büyük bir statü kaybı anlamına gelmektedir. Bu hükümet neredeyse tüm ilişkilerin yeniden, başka bir düzeyde ele alınması tartışmasına yol açan işler yapmaktadır.
Ortadoğu, Irak ve Suriye politikalarında da aynı yanlışların sonuçları ortadadır. Amerika’da Trump artık görev başındadır. Kürt sorununa, Ortadoğu’ya nasıl bakacak, Türkiye ile ilişkilerde nerede duracak bunları ayrıntılı olarak tartışmak gerekiyor. Rusya ile ilişkilerde de Türkiye’nin temel paradigmasını sorgulamak, tartışmak gerekiyor. Hükümet o kadar yanlış işler yapıyor ki, artık kendi siyasetini Ruslarla müzakere etmek gibi isteklerde bulunması bile söz konusu değildir. Ne isterlerse onu yapan bir yerde duruyor Türkiye. Bunun çok net yansımalarından birisi Suriye ilişkileridir.
Bu yanlışların kaynaklandığı en önemli konu, Türkiye’nin en vazgeçilmez konusu ise Kürt fobisidir. Türkiye mi Kürt sorununu yönetiyor, yoksa Kürt sorunu mu Türkiye’yi yönetiyor, bunun tipik bir yansımasını bir kez daha göreceğiz. Türkiye’nin yeni ittifakları iktidarın bu konuda ne kadar ilerlemesine izin verecek? Suriye’deki yeni yapılanmada iktidarın dayatmasına ne kadar yol verilecek? Bu soruların cevaplarının görüleceği bir dönemdeyiz.
Bu gelişmelerin iç politikaya yansımalarından en somutu, oradan çok yoğun biçimde IŞİD, Nusra, muhtemelen önümüzdeki günlerde Ahrar-u Şam, ÖSO diye sunulan yapıların içerisindeki çoğu El Kaide kökenli olanların çok yoğun biçimde Türkiye’ye taşınıyor olmasıdır. Bu ayyuka çıkmış bir şey. Ankara’da bir pazar oluşmuş durumda, 1250 dolara düzenli olarak Rakka-AŞTİ seferleri yapılıyor. Çok yoğun bir taşıma olduğunu herkes biliyor. Türkiye’nin güvenlik, istihbarat birimleri bunun neresinde duruyor? Kim onları oraya götürdü, götürülenler mi geri getiriliyor? IŞİD yapılanmalarının, Nusra gibi ekiplerin getirilmesine dair ne tür beklentiler var, bunlar ciddi tartışma konusudur.
Erdoğan’ın birkaç gündür “terör örgütlerine” çağrı yaparak “elinizden geleni yapın” sözlerinin de rutin devlet dilinin ötesinde olduğuna dair çeşitli tartışmalar var. İster bu dönemi kaosa sokmayı, bu referandum sürecini çatışma olan bir ortam içerisine sokmayı Erdoğan karşıtları yapıyor olsun; isterse Erdoğan, kontrollü bir gerilimden faydalanmak istiyor olsun, somut gerçeklik bol miktarda çatışma ve gerilim olacak bir süreci birkaç ay yaşayacağız.
Bizler en aktif biçimde, güçlü bir ‘hayır’ çıkmasının yöntemini zorlayacağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bir seferberlik atmosferinde yeni çevrelere ulaşmamız; bizim geleneksel kitlelerimizi kararlı biçimde sandığa gitmeye ve ‘hayır’ çıkacağına inanarak çalışmaya teşvik etmemiz gerekiyor. Bu hem mümkün, hem de zorunlu. Bu, Erdoğan’ı demokratik bir biçimde durdurmak için de zorunludur.
Referandum kampanyası sürecinde nasıl bir çalışma yürütelim, neye odaklanalım konusunu bugün tartışacağız. Sadece zaten ulaştığımız, örgütlü politik kitlemizi motive etmeyi değil, ki elbette bu da çok önemli, şimdiye kadar ulaşamadığımız kesimlere ulaşabileceğimizin olanaklı olduğunu görmemiz gerekiyor. Hepimize bu çalışmalarda başarılar diliyorum. Hepimize kolay gelsin.