HDP: Van'da ikinci çığa neden olduğu iddia edilen Gülşen Orhan'la ilgili soruşturma başlatılmalı

HDP: Van'da ikinci çığa neden olduğu iddia edilen Gülşen Orhan'la ilgili soruşturma başlatılmalı

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, haftalık gündem değerlendirme toplantısında 41 kişinin hayatını kaybettiği Van-Bahçesaray'daki çığ faciasıyla ilgili eski AKP Van Milletvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gülşen Orhan hakkındaki iddialarla ilgili "soruşturma başlatılmalı" dedi. 

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında Orhan'ın kalabalık bir ekiple Van'daki çığ bölgesine gittiğini ve oluşan sesten kaynaklı ikinci çığ düştüğüne dair iddiaları gündeme getirdi.

"Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gülşen Orhan'ın çoğunluğu korucu ve askerlerden oluşan kalabalık bir ekiple bölgeye gittiğine ve oluşan sesten kaynaklı ikinci çığ düştüğüne’ dair iddialar var" diyen HDP Sözcüsü konunun geçiştirilmemesi gerektiğini, iddialarla ilgili soruşturma başlatılması gerektiğini söyledi.

Kubilay'ın konuşmasından satır başları şöyle:

"Bir İçişleri Bakanı var, elinde kırbaçla dolaşıyor"

"Bir İçişleri Bakanı var, elinde kırbaçla dolaşıyor. Deprem olmuş, insanlar ölmüş. İnsanlar verdiği verginin nereye harcandığını soruyor. Bakan soru soranlara yanıt vermek yerine kırbaç sallıyor. Çünkü, susturmak istiyor. Çünkü, ertesi gün Küba’da ve Jamaika’da 7,7 büyüklüğünde deprem oluyor. Bir kişinin bile burnu kanamıyor. Ama Türkiye’de 6,8 büyüklüğünde bir depremde 41 kişi öldü AFAD'ın açıklamasına göre. Gerekli tedbirler alınmayınca, depremin yaratacağı felaketi önlemek için gerekli yatırımlar yapılmayınca, ikna edici yanıtlar olmayınca, geriye zorla susturmak kalıyor. İçişleri Bakanının elinden sadece insanları susturmak geliyor. İnsanlar, partiler, sendikalar, dernekler… Yardıma koşuyor, büyük bir dayanışma ağı kuruyor. Bakan yardımları yasaklıyor, yardımların ihtiyacı olanlara ulaşmasını engelliyor."

"Erdoğan, bunca insan yaşamını yitirmişken Ahlat’a saray yapmaktan söz ediyor"

"Uçak kazası da yaralılar konusunda büyük bir özensizlik ve tedbirsizliğin söz konusu olduğunu gösterdi. Yaralıların servislerle uçaktan alındığı, yaralanan insanların ambulanslarla hızla kaza alanından uzaklaştıracak, ağır hastalara anında gerekli ilk yardımı yapacak hiçbir hazırlığın olmadığı görüldü. Biz bu vesileyle hayatını kaybedenlere rahmet diliyoruz. Yakınlarının acılarını en içten duygularımızla paylaşıyor, sabırlar diliyoruz. Yaralılara acil şifalar diliyor, en kısa zamanda aramıza dönmelerini bekliyoruz. Böylesi acı dolu karanlık günlerden geçerken tek ihtiyacımız olan dayanışmadır. Güçlü dayanışma ağlarının kurulmasıdır. Dayanışma duyguları zayıf toplumlarda ne yazık ki sadece ateş düştüğü yeri yakıyor. Erdoğan, Bahçesaray’da bunca insan yaşamını yitirmişken Ahlat’a saray yapmaktan söz ediyor, meclis birinci gündem olarak saray yasasını konuşuyor. Buna artık vicdansızlık demek bile az kalır. Dalga geçer gibi “Allah rahmet eylesin” dedikten sonra Ahlat’a sarayı birinci gündem yapmak büyük bir siyasi sorumsuzluktur."

"İnsanlar Elazığ’da evsiz barksızken, Van’da çığ altındayken çay dağıtmak utanç vericidir"

"İnsanlar Elazığ’da evsiz barksızken, Van’da çığ altındayken sarayı konuşmak, çay dağıtmak, TOKİ güzellemesi yapmak her şeyden önce utanç vericidir. Evvelki gün Meclis'te Ahlat’a saray yasasını değil, Bahçesaray’daki yaraların nasıl sarılacağını konuşalım diye HDP grubu olarak çağrı yaptık. Hiç oralı bile olmadılar. Bahçesaray’ı değil, Ahlat’a sarayı konuşmaya devam ettiler. HDP grubu bu nedenle Meclis çalışmalarına katılmadı, bu siyasi sorumsuzluğun, duyarsızlığın ortağı olmak istemedi. Çünkü, HDP içinde milletvekillerimizin de olduğu Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli’nin başkanlığında bir heyet bölgede bulunuyor. Halkımızla birlikte el ele vererek, omuz omuza durarak, bu felaketlerin üstesinden de geleceğiz, daha önceki felaketlerde olduğu gibi."

"Askerlerin İdlib’de ne uğruna öldüğünü Erdoğan açıklamalıdır"

"Suriye meselesine gelince her geçen saat İdlip’te topyekün bir savaş riskinin yükseldiğini görüyoruz. Ortaya çıkan tablo AKP-MHP iktidarı açısından son derece vahim bir durumu gözler önüne seriyor: Bir yanda Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye Ordusu bulunuyor. Diğer yanda ise HTŞ ve ÖSO’ya kol kanat germek ve korumak için emir almış Türkiye askeri var. Suriye ordusu kendi topraklarını El Kaide uzantısı HTŞ çetelerinden temizlemeye çalışıyor. Peki Türkiye orada ne yapıyor? Türkiye askerinin İdlib’de ne işi var? Daha birkaç gün önce 8 asker İdlib’de hayatını kaybetti. Bu askerlerin İdlib’de ne uğruna öldüğünü, Türkiye’nin neden Suriye topraklarından askeri güçlerini çekmediğini Erdoğan açıklamalıdır. Erdoğan, bu tür açıklama yapmasını isteyen ve sorular soran herkese fena halde öfkeleniyor. Öfkelenmeyecek, Erdoğan herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değil ki öfkelensin. Üç sıfatı birden taşıyor, halka hesap vermesi gereken üç koltukta birden oturuyor. Biz Türkiye’nin parlamentoda grubu bulunan üçüncü büyük partisi olarak bölgeyi yaşanmaz bir cehenneme çeviren saldırgan bir dış politikanın, komşularla sıfır sorundan sıfır komşuya evrilen dış politika macerasını halk adına Erdoğan’a sormayacağız da kime soracağız?"

"Cezaevlerindeki işkence artık gizlenemez bir boyut kazandı"

"Cezaevlerindeki hak ihlalleri ve işkenceler artarak sistematik biçimde devam ediyor ve artık yaygınlaşarak gizlenemez bir boyut kazanmış bulunuyor. Cezaevlerindeki hasta tutsakların tedavi edilmemesi, tedavi süreçlerinde ise kelepçe dayatılması, çıplak arama, gazete, dergi ve kitap kısıtlaması, koğuşlara yapılan baskınlar, kadınların erkek gardiyanlar tarafından aranması, banyolara dahi kamera yerleştirilmesi, darp, tehdit ve hakaret şeklinde süren işkence yöntemleri sık sık gündemimize geliyor. Bu konuda iki örnekle yetinelim: Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi Eğitim Kurul Başkanlığı, çok sayıda kitap ve gazetenin tutuklulara verilmesini yasaklamış. Bu kitapların adları ve içeriğindeki kavramlar eğitim kurulunun düşüncelerine aykırıymış. Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevi’nde hücrelerde keyfi biçimde arama yapıldığını, aramalara ise gardiyanların dışında dışarıdan özel harekât polisleri de katılıyormuş. Cezaevlerinde gizlenemez biçimde yaygınlaşan işkencelere ses çıkarılmaz, hasta tutsaklar ölüme terk edilirken Sivas Katliamının katillerinden Ahmet Turan Kılıç hasta ve yaşlı olduğu için Erdoğan tarafından affedilmiş ve serbest bırakılmıştır."

"Soylu’ya soruyoruz: Kayıp insanlara ne oldu?"

"Son zamanlarda kayıplar Türkiye’nin öncelikli gündemleri arasında yer almaya başladı. Geçen hafta da üzerinde durmuştuk. Bu hafta da tekrarlamak isterim. Dersim'de üniversite öğrencisi olan Gülistan Doku 34 gündür kayıp. Olayın şüphelisi Zainal Abarakov adlı şahıs yurt dışına kaçıyor, bölgedeki MOBESE kayıtlarına ulaşılamıyor, şüpheli herkesin ifadesi alınmıyor. Dersim’de bu tarz olaylara göz yumma, üstünü örtme, şüphelilerin korunduğuna dair kuşkular daha da güçleniyor.  Diğer bir kayıp. Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde yaşayan ve İstanbul Keldani Kilisesi Papazı Remzi Diril’in babası 71 yaşındaki Hurmuz Diril ile annesi 65 yaşındaki Şimoni Diril’den de 11 Ocak’tan bu yana haber alınamıyor. Çiftin kaybolduğu bölge askeri yasak bölge ve karakol komutanı ‘Olaya yasak getirildi. Ailesi dışında kimseyle bilgi paylaşmıyoruz’ diyor. Ne yazık ki çiftin bulunması için yeterli çalışma da yapılmıyor ayrıca kamuoyunun bilgilenmesi de engelleniyor. Bir ilginç kayıp haberi daha; hapishanedeki oğlunu ziyaret etmek amacıyla Batman'dan İstanbul'a gelen ve aynı gün akrabalarıyla görüşen Mehmet Bal'dan 24 Ocak’tan sonra bir daha haber alınamıyor. 7/24 kameralarla izlenen İstanbul gibi bir şehirde, bir insan nasıl kaybolabilir? Bakan Soylu’ya soruyoruz: Yukarıda adı geçen insanlara ne oldu, akıbetleri ne durumda? Çıkıp başta kayıp yakınları olmak üzere kamuoyuna doyurucu, ikna edici açıklamalar yapın, kayıpları bulun. "

"Gezi’den ceza verecekseniz toplumun hepsine müebbet vermeniz gerekir"

"Biliyorsunuz Gezi Davasıyla ilgili savcılığın mütalaası yayınlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi davası savcılık mütalaasında, tutuklu iş insanı Osman Kavala, mimar Mücella Yapıcı ve Yiğit Aksakoğlu hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapsi talep etmiş. Savcının mütalaası Türkiye’deki hukuksuzluğun geldiği ve içine sürüklendiği vahim noktayı bir kez daha gözler önüne seriyor. Davayı Fethullahçı savcılar açmıştı, şimdi hiçbir şey olmamış gibi dava devam ediyor. O gün ‘hepimiz oradaydık’, bugün hepimiz buradayız, her şeyin farkındayız ve mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Gezi'yi bize unutturmaya çalışanlara inat Gezi’yi unutmayacağız. Bu vesileyle herkesi 18 Şubat’taki Gezi Davası’nın 6. duruşmasına davet ediyoruz."