HDP'den ittifak açıklaması

HDP'den ittifak açıklaması

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, önceliklerinin demokrasi mücadelesi olduğunu, seçim ittifakını bu mücadele içinde şekillendirmek istediklerini söyledi. Boykot tartışmalarını hakkında açıklama yapan Temelli, HDP’nin boykot ya da Meclis’ten çekilme gibi bir tavrı olmadığını belirtti. HÜDA-PAR'ın HDP dahil tüm partilerle ittifak yapabileceği açıklamalarına ilişkin olarak Temelli, "HÜDA-PAR da dahil kurumlarla yapılacak görüşmelerle ittifak inşasını önümüze koymadık. Özellikle tabanda, halklarımızın, emekçilerin yan yana gelerek oluşturacağı bir yol almayı hedef olarak önümüze koyduk" ifadesini kullandı. 

Evrensel'den Çağrı Sarı'nın Sezai Temelli ile yaptığı söyleşi şöyle: 

Türk ordusunun ÖSO ile birlikte Afrin’e girmesi, Newroz gibi sıcak gelişmelere rağmen AKP-MHP ittifakı doğrultusunda seçim yasasında yapılan değişiklikler, sandık güvenliği gibi konular iç siyasetin önemli tartışma başlığı olmayı sürdürüyor. HDP seçimler ve ittifaklar konusunda nasıl bir strateji izleyecek?

Seçimlerle ilgili zamanında yapılacak deniyor, ama erken de yapılabilir. Fakat sürekli olarak seçim tartışmaları, seçim pazarlıkları sürüp gidiyor. İnsanların gündemine seçim dayatılmış oluyor. Erdoğan’ın karşısında kimler aday olacak ya da olmayacak tartışmalarıyla aslında kamuoyu boğulmak isteniyor. Burada Türkiye’de emekçilerin önce dönüp bakması gereken şey, nasıl bir seçim yapılacağı konusu. Bu yasa aslında referandumda gerçekleşmiş olan hileleri, yasal kılıfa kavuşturma yasasıdır. Bu kadar şaibeli bir seçim, meşruiyeti baştan sakatlanmış sonuçlar doğurur.

Nasıl ki referandum aslında hayır çıktı, referandumu aslında evet kazanmadı... Ne yaparsanız yapın referandum sonuçlarına meşruiyet kazandıramazsınız. Bu tartışmayı aşmak için yeniden yasal değişikliklere ihtiyaç var. Bu tabii işin yasa kısmı. 

Bunun ötesinde bir şey daha var; OHAL hâlâ sürüyor. 18 aydır OHAL rejimi var. Bir 18 ay da diyelim seçimlere var. Üç yıl boyunca OHAL kalacak ve OHAL ikliminde seçimlere gidilecek. Bu, seçmen iradesinin açığa çıkmasını engelleyecek. OHAL çemberinin sandıkları da çevrelediğini görüyoruz. Bizim bugünden yapmamız gereken şey, adaylar ve seçim ittifaklarına odaklanmak değil, demokratik bir seçim yapılabilir ortamı sağlamaya yönelik bir mücadele. Seçmen iradesinin belki de en önemli göstergelerinden biri olan oy verme hakkını ya da o oyların gerçek seçmen iradesini yansıtacak biçimde açığa çıkmasını engellemeye yönelik bir şeye karşı mücadele... Bu demokrasi mücadelesidir, biz de bu mücadeleye çağırıyoruz.

Bir yandan boykot tartışması da sürüyor. ‘OHAL ve değiştirilen seçim yasasıyla sandığa gidilemez’ diyenlerin yanı sıra ‘Boykot bugünün tartışması değil’ diyen de var. HDP olarak boykot fikrine yaklaşımınız nasıl?

HDP’nin gündeminde boykot yok, olmayacak. HDP’nin Meclisten çekilme gibi bir gündemi de yok. HDP olduğu her yerde mücadeleyi yükseltecek. Bu seçim süreci tartışmaları içerisinde de biz demokrasi mücadelesi vermeye devam ediyoruz. Dolayısıyla aslolan bu mücadeleyi yükseltmek. Bugünden boykot tartışmalarını sürdürmek çok anlamlı değil. Ne zaman boykot anlamlı olur, o ayrı bir tartışma. Biz şu an için baktığımızda eğer bu meseleyi faşizm olarak değerlendiriyorsak, HDP’liler olduğu her yerde faşizme karşı mücadele edecektir.

‘AKP tabanındaki gönülsüzlük açık şekilde ortada'

HDP nasıl çalışmalar yapıyor ve yapacak bu süreçte? 

Seçim güvenliği konusundaki temaslar başladı zaten. Siyasi partilerin de bu konuda duyarlılığı çok yüksek. Bu pazarlıkçı siyasi partilerin dışındaki partileri kastediyorum. Hem de sivil toplumun, demokratik kitle örgütlerinin hassasiyetleri çok yüksek. Dolayısıyla sandıklara sahip çıkma konusunda önemli bir duyarlılık açığa çıkacaktır. Biz beş seçime girdik bugüne kadar. Dolayısıyla teşkilatımız seçimlere hazır. Ve sandık güvenliği, seçmenin siyasi iradesine sahip çıkması açısından her türlü desteği, gücümüzü bu sürece katacağız. 

Fakat bu, seçim tartışmalarına kilitleneceğiz anlamına gelmiyor. Aday da çıkaracağız; HDP’nin bir adayı olacak. Çünkü biz siyaset yapıyoruz. Biz mücadele ediyoruz. Bizim sesimizi, sözümüzü, adayımız söyleyecek. Adayımızın çevresindeki arkadaşlarımız söyleyecek. Çünkü birinci tur, Cumhurbaşkanlığı seçimi aynı zamanda parlamento seçimidir. Dolayısıyla HDP parlamentoda en güçlü şekilde yer alacaktır. Faşizme karşı mücadeleye, bu sistemi demokrasiden, çoğulcu demokrasiden, yerel demokrasinin güçlendiği bir yerden dönüştürebilmek için mücadeleye devam edeceğiz. Tabi bu mücadeleyi sürdürürken adayımızla, siyasi görüşümüzle ikinci turda düşüneceğiz. Her şeyin birinci turda bitmeyeceğini ikinci turun da hassasiyetini, önemini dikkate alan bir yerden bunu bütünlüklü olarak ele alıp, programımızı, planlamamızı bunun üzerine oturtarak yapacağız. Adayımız buluşmayı sağlamış, bir siyasetin adayı olacaktır. Türkiye’nin adayı olacaktır. Biz tabi bütün partilere bu çağrıyı yapıyoruz. Yani bugün Erdoğan’ın adaylığı ayrıştırıcı bir adaylıktır. Bir cumhurbaşkanı Kürtlere bozkurt kurt işareti yapıyorsa, onun bunun kulağından tutup oraya buraya savururum diyorsa bu ayrıştırıcıdır. 

İktidar bloğunun seçimleri kazanma konusunda endişeleri olduğu, Erdoğan’ın anketlerden memnun olmadığı kulislere yansıyor. Tüm bunlarla değerlendirildiğinde, AKP-MHP ittifakının geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

AKP’ye oy vermiş insanların tümü Erdoğan’ın zihnine tutsak değil. Ama siz kalkıp iki parti biz anlaştık, buna oy vereceksiniz diyorsunuz. İnsanlar kendi duyguları ile yaşam biçimleri ve gelenekleri ile o kararları değerlendireceklerdir. Sizin yukarıda yaptığınız pazarlığın karşılığı her zaman tabanda karşılık bulmayabilir. Bu kör anlayış anketlere de yansıyor. Yarın bu hesabın tutmadığı sandıklara da yansıyacaktır. AKP tabanındaki gönülsüzlük açık şekilde ortada. İnsanlar 16 yıl boyunca süren bir iktidarın, iktidarda kalabilmek adına şiddeti, savaşı, ayrışmayı dayattığı bir şey istemiyor. 

İktisadi boyutu nerede duruyor bu gönülsüzlüğün... AKP’nin vaat ettiği hiçbir şey gerçekleşmedi. Yol yaptı, bina yaptı, ama insanlar hâlâ işsiz ve yoksul. Dolar 4 lirayı gördü. Halk, rakamlara bakıyor anlam veremiyor. Madem bu kadar büyüyoruz, her şey yolunda gidiyor, neden kapıyı çalıp da bu “iyilik” bizim eve girmiyor, neden yoksuluz, diye soruyor. AKP iktidara geldiğinde yüzde 8’lerde olan işsizlik büyümüş durumda. TÜİK bütün rakamlarla oynayıp işsizliği düşük gösteriyor, Merkez Bankası iktidarın emrine tutsak olmuş durumda. Bütün bunlara rağmen yakıcılık her evin içinde. Savaş yüzünden, bu yolsuzluk ekonomisi yüzünden... İşte, izliyorsunuz her yerden yolsuzluk patlıyor. Koşullu anket yapıyorlar, yönlendirmeli, manüple. Bizim yaptırdığımız anketler de var. Bağımsız kuruluşlar da yapıyor. Çok güçlü bir gri alanın (kararsızlar) olduğunu görüyorsunuz. Bunun içinde en önemli popülasyonu AKP’liler oluşturuyor. Evet, AKP’den henüz başka yere geçmemişler, ama AKP’den uzaklaşmışlar...

Son dönemde Saadet Partisi’nin çıkışları dikkat çekici. Afrin operasyonunun Kürtlere karşı bir operasyon olduğunu söyledi vs. Kimi yorumlarda Saadet Partisi’nin bu açıklamaları, AKP’nin MHP ittifakı nedeniyle kaybettiği Kürt oylarına talip olmasıyla ilişkilendiriliyor... 

Demokrasiden, barıştan yana, ifade ve basın özgürlüğünden yana söylemlerin, atılan adımların hepsi bizim için kıymetli. Tabii bunları söylemekle kalmamak, eyleme geçirmek; seçim hesabıyla değil demokratik değişim için atılan bütün adımlar önemli. Saadet, eğer bu konuda samimi bir açıklama yapmışsa önemlidir. Bunu Kürt oylarına talip olmak için yapıyorsa, valla söyleyeyim Kürt halkından politik bilinci daha yüksek bir halk yok, zaten bunun üzerinden yol alamaz. Ama Kürt sorununun çözümüne yönelik yapıyorsa ve çözümün nereden geçtiği meselesinde samimiyse tüm halkların oyuna taliptir. 

HÜDA-PAR da geçtiğimiz hafta, HDP dahil tüm partilerle ittifak yapabileceklerine dair açıklama yaptı. Siz nasıl değerlendirdiniz bu açıklamayı?

HÜDA-PAR da dahil kurumlarla yapılacak görüşmelerle ittifak inşasını önümüze koymadık. Özellikle tabanda, halklarımızın, emekçilerin yan yana gelerek oluşturacağı bir yol almayı hedef olarak önümüze koyduk. Bütün yaşanmışlıkları, bütün hassasiyetleri yok sayıp, kurumsal ilişkiler üzerinden ittifak kurmaya çalışmak, iktidarın yaptığı gibi bir koalisyon aklından başka bir yere götürmez bizi.

TSK’nın Afrin merkezine girmesinin hemen ardına gelen Newroz, başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere her yerde yüksek katılımlı geçti. Kürt halkı ve ülkenin barıştan, demokrasiden yana kesimleri Newroz’da nasıl bir mesaj vermiş oldu?

Newroz’dan önce 8 Mart’ta çok güçlü bir mücadele sokağa yansıdı. Newroz’da da tüm demokrasi güçlerine, sol sosyalist yapılara, faşizme ve savaşa karşı demokrasi ve barış mücadelesi verenlere bir çağrı yaptık: Gelin direnişi büyütelim, mücadeleyi büyütelim, faşizme karşı birlikte mücadeleyi var edelim diye... Bu çağrı karşılığını buldu. Bir de tabi şu çok önemliydi: Newroz gerçekleşmesin diye devlet akla hayale gelmeyecek her türlü caydırıcı faktörü devreye sokmuştu; ama insanlar çok dirençliydi. Alanlar doldu, yan yana gelmenin, birlikte mücadele etmenin kararlılığı açığa çıktı. Bu bize önümüzdeki mücadele hattı açısından önemli bir gösterge oldu. Şimdi Newroz’dan 1 Mayıs’a gidiyoruz. Faşizme karşı mücadelenin, yan yana gelmenin daha örgütlü bir hale gelmesi açısından önemli bir süreç. Bunun mahallede, sokakta, işyerlerinde örgütlenmesi, alanda insanların yan yana gelmesi büyük önem taşıyor. 

Kürt halkının AKP-MHP ittifakına tepkisi biliniyor. Newroz, Erdoğan’ın bu ittifakın bir ifadesi olarak Mersin’de yaptığı bozkurt işaretine bir yanıt oldu mu sizce?

AKP-MHP arasındaki mesele bir pazarlık meselesi, bu pazarlığı ittifak olarak değerlendirmek, ittifak kavramını kirletiyor. İttifak, Newroz alanlarındaydı! Kendi tabanlarına bile sormadan, yüzde 10 barajını geçmek, AKP için de yüzde 50 barajını geçmek için bir pazarlık gerçekleştirdiler. Bu pazarlık, Türkiye halklarının siyasi iradesine ipotek koymanın ötesinde Kürt düşmanlığına dayalı bir pazarlıktır. 

Toplumu bölen, parçalayan, ayrıştıran, nefret söylemini güçlendiren bir siyaset içindir bu pazarlık. Dolayısıyla Kürt halkı buradaki bozkurt işaretinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Kürtleri düşmanlaştırıp ötekileştiren, Kürtlere nefret söylemiyle yaklaşan bir siyasi iktidar var. Bütün geleceğini de bu düşmanlıktan beslenerek var etmeye çalışıyor. Şimdi bunu çok daha öteye taşıyan bir saldırı var. Kuşatma her yerde, sadece Kürt halkına yönelik değil. Sokaklarımızda, iş yerlerimizde, evlerimizin içinde... İktisadi anlamda da, siyasi anlamda da, sosyal haklar anlamında da bir kuşatma ve baskı ile karşı karşıyayız. 

Afrin’de ilk iş bayraklar yakılıp çiğnendi, Demirci Kawa heykeli yıkıldı. Bu görüntüler Kürt halkı üzerinde politik ve duygusal olarak nasıl yansıma buluyor?

Bir kere Kürt halkı öfkeli, bu öfkesini belki çok dışarı yansıtmıyor olabilir. Ama haklarından ya da sahip olduğu değerlerden vazgeçmemekte çok kararlı. Yani heykelini yıkarak Kawa’nın ruhunu yok edemezsiniz. Kürt olup bu iktidara oy vermiş insanlar var, bugün onlarda da bir kırılmayı, geri çekilmeyi görüyoruz. Bozkurt işareti yapmak, Yenikapı meselesi, dokunulmazlıkların kaldırılması, yargının vekillerin yargılanmasında göstermiş olduğu taraflı tavır... Bu süreç, Kürt halkına yönelik düşmanlığın pekiştirildiği ve bunun üzerinden yüründüğü bir süreç. 

Afrin'den çekilmek önemli bir politik hamleydi

YPG’nin Afrin’den çekilmesine dair tartışmalar sürüyor. YPG, sivil kayıpların önüne geçmek için çekilme kararı aldıklarını açıkladı. Ancak pazarlık yapıldığına dair iddialar da dillendiriliyor. Sizin değerlendirmeniz ne? Afrinliler IŞİD’in geçmişte yaptıklarının farkında. IŞİD’in tek giremediği yer Afrin’di. Dolayısıyla ortaya çıkabilecek katliamların, vahşetin önlenmesi büyük önem taşıyordu. Bu zihniyetin teşhiri açısından bence en önemli politik hamlelerden biriydi. Ben bunun insan ölümüne yol açmaması açısından önemli bir hamle olduğunu düşünüyorum. BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu ateşkes kararı bir an önce hayata geçsin, insanlar ölmesin, dedik. Türkiye uymadı. Ama sırf Türkiye değil, kimse uymadı. Ne ABD uydu ne Rusya... Bütün dünyanın Doğu Guta’daki gibi sahnelerin ortaya çıkmasına sessiz kaldığı bir ortamda, yapılacak en önemli politik hamle, bunu teşhir etmeye yönelik geri çekilme olmalıydı diye düşünüyorum. 

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ‘Türkiye ve Rusya arasında stratejik bir ittifak yapılmıştır. Afrin’deki direnişi durdurmak için bir heyet olarak İmralı’ya gitmişler’ dedi. Bu açıklamanın ardından ‘Afrin’den çekilme kararında Abdullah Öcalan’ın bir etkisi mi oldu?’ sorusu doğdu. Siz bu iddia için ne diyorsunuz? 

Çekilme konusundaki değerlendirmemi yaptım. Söylediğiniz bilgi bende yok... Bu bilgiyi kimse de teyit etmedi zaten.

Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonu nedir? Sadece Türkiye değil, tüm uluslararası güçler açısından soralım; Afrin’in önemi nedir?

Türkiye, “stratejik derinlik” hikayesinden başlayarak, yani Davutoğlu’ndan bugüne kadar hep Suriye’ye bir çıkar hesabıyla yaklaştı ve oradaki çeşitli güçlerin karşı karşıya gelmelerindeki ortamı kendi lehine kullanmak istedi. Tıpkı Cerablus, el Bab’taki gibi... İşte Afrin’e bakıp konuşurken ilk akıllarına gelen, müteahhitlerimiz gidecek Afrin’i yeniden inşa edecek... Çünkü Türkiye’deki en önemli sermaye döngüsü şu an inşaat sektöründe ve inşaat sektörü tıkanmış durumda. Bütün bu Afrin hikayesinin arkasında bir pazarlama faaliyeti de görüyorsunuz. Öbür taraftan AB ülkeleri, ABD ya da Rusya’nın bu sürece müdahalesini yönetmek açısından da yine savaş sanayii üzerinden diplomasi sürdürülüyor. Senden S-400’leri alırım, ABD’den şu füzeyi alırım, Fransa’dan şu silahı alırım, Almanya’da tank modernizasyon projesini yaparım gibi... Bu ülkelerin silah pazarı haline de gelmiş oluyorsunuz. Bu akıl, içinde bulunduğu sıkışmışlığı savaş siyasetiyle, ekonomiyi de savaş ve yolsuzluk ekonomisiyle sürdüren bu akıl, aslında Kürt halkını düşmanlaştırıp, diğer halkları da daha fazla sömürüyor ya da haklarını gasp ederek yol almaya çalışıyor. Bugün Afrin konusunda çok cılız sesler çıkıyor. Almanya’dan bir ses çıkıyor, bir bakıyorsunuz Fransa’dan bir ses çıkıyor ama ben bu seslerin çok da samimi olduğuna inanmıyorum. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Afrin’i Afrinliler yönetecek’ açıklamalarını sık sık yapsa da önümüzdeki günlerde Afrin’e kaymakam/vali atanacağı yönünde haberler çıktı. Bunun anlamı nedir?

Vali atama dediğimiz mesele kalıcılaşmaya yönelik bir hamle, orayı yönetmeye yönelik bir hamle. Aslında kayyımlaştırmış oluyor. İçeride kayyım atamakla Afrin’e vali atamak arasında bir fark yok. Bu anlamıyla hem kimliksizleştirme politikası hem de orada yaşayan insanların siyaset yapma hakkını elinden alıyor. Afrin halk meclisleriyle yönetilen bir yerdi. Sırf Kürtler de yoktu; Araplar, Türkmenler, Ezidiler, Süryaniler de vardı. Siz vali atayarak ben buradaki siyasi iradeyi yok sayıyorum diyorsunuz. Bu vali ne yapacak? Ankara’dan almış olduğu talimatlar gereği orada bir düzenleme yapacak. Bu düzenleme oradaki insanların siyasi iradesiyle biçimlenmeyecek.

Haftanın en çok konuşulan olayı Doğan Medya’nın satılışıydı... Bu el değiştirme size ne ifade ediyor? 

Basın özgürlüğünü ortadan kaldırmadan ayakta kalan bir faşist rejim yoktur ve bunu yapıyor. Tümüyle basın özgürlüğünü tasfiye ediyor. Doğan Medya basın özgürlüğü açısından iyi bir noktada mı duruyordu? Elbette hayır. Üstelik bunu en iyi HDP’liler bilir... Buna rağmen bu hamle yapılıyorsa; içinde bulunduğumuz durumun vehametini göstermesi açısından çok önemli. Bağımsız medya alanı daraltıldı. Bu satışla beraber medya tekelleşmiş durumda. Rekabet Kurumu var ama oradan müdahale gelme olasılığı çok yok gibi görünüyor. RTÜK yasası aynı şekilde... Bağımsız medyanın kendine bulduğu alan sosyal medya, orası da daraltılmaya çalışılıyor. VPN’ye yönelik çalışmanın yapıldığını açıkladılar: Erişim hakkı da engelleniyor. Kuşatma sürüyor, haber alma hakkımız elinizden alınıyor. Tek sesin, tek hakikat olduğu yanılsaması altında insanlar sürükleniyor. Ama bu böyle değil. Hakikatin sesini ne yaparsanız yapın kısamazsınız. Madem televizyonlardan, gazetelerden sesimizi duyuramıyoruz. O zaman sokakta olacağız, kapı kapı dolaşacağız, canlı yayını sokaktan yapacağız.