HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, partisinin Meclis’teki grup toplantısında Anayasa değişikliği teklifi ile ilgili "Demokratik bir anayasa için 'hayır' diyeceğiz" dedi.
Bilgen, HDP’nin anayasa değişiklik teklifi oylamalarına katılmama kararına ilişkin “Evet oyu vermenin bir yolu var. Ama Hayır oyu vermenin 4 yolu var; ret oyu verirsiniz. Geçersiz oy atarsınız, boş oy verirsiniz ya da ‘biz bu kirli oyunda yokuz’ dersiniz. Bunların hepsi hayırdır. İzin verirseniz nasıl hayır oyu vereceğimizi biz belirleyelim. Biz sizin kirli dedikodularınızın öznesi değiliz” ifadelerini kullandı.
Bilgen, partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuştu. Bilgen’in açıklamaları şöyle:
Dün gece yarısı bir oyun oynandı, bir şov vardı. Dün aslında Türkiye tarihinin çok önemli dönüm noktalarından birini daha, tam bir şov ve meydan okuma havası içinde, bu Meclis yaşamak zorunda kaldı.
Emek ve demokrasi güçleri sözlerini söyleyebilmek için, tepkilerini dile getirmek için Meclis önünde buluşmaya çalıştılar. Ama 15 Temmuz’dan beri herkesi Meclis’e buyur edenler dün Anayasa gibi son derece kritik bir konuda sözlerini söylemek isteyen sendikaların, baroların Meclis önünde buluşmasına izin vermediler. “Milletvekili de olsa süpürün” talimatıyla Meclis’ten uzaklaştırıldılar. Bu tablo Meclis’in çatısı altında neyin kaçırılmaya çalışıldığının bir göstergesi aslında. Halktan bir şey kaçırmıyorsanız, halkın Meclis’in önünde seslerini duyurmaya çalışmalarından neden korkuyorsunuz?
Dün Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın TBMM Başkanlığına bir başvurusu vardı. Oy kullanmak, yasama faaliyetine katılmak istediğini ifade etti. Ama oturumu yöneten başkan duymazlıktan geldi. Daha utanç verici olan, partiler adına konuşan sözcüler de sanki 11 milletvekili cezaevinde değilmiş gibi duymazlıktan gelmeyi tercih etiler. Peki, siz duymazlıktan geldiniz diye, siz siyasi ahlakı bitirdiniz diye biz de mi arkadaşlarımız unutacağız sanıyorsunuz? Biz de mi onlar tutuklu değilmiş gibi davranacağız sanıyorsunuz?
Oy kullanılan kabine 3 milletvekili birlikte girip oy kullanıyorsa, bizim diyebilecek bir şeyimiz yok. Birileri, milletvekili iradesi üzerinde baskı kurmayı anayasa yapmak sanıyorsa, bunun böyle olmadığını ilk günden görecekler. Bu anayasa değişikliği, hem içeriği hem de topluma sunulma biçimi açısından Evren anayasasından fazla bir meşruiyete ulaşamayacaktır. AKP’li milletvekilleri “Evet” oyu verdiklerinden emin olamadıkları için, evet oyu verdiklerini izlemek üzere kulübeye bir kişi, sonra izleyenin doğru izleyip izlemediğini kontrol etmek için bir kişi daha yerleştiriyor. İşte bu çatı altında demokrasi bu düzeyde.
“Evet” oyu vermenin bir yolu var. Ama Hayır oyu vermenin 4 yolu var; Birisi, girersiniz, ret oyu verirsiniz. İkincisi, bilerek geçersiz oy atarsınız. Üçüncü seçenek, boş oy verirsiniz. Dördüncü seçenek de “biz bu kirli oyunda yokuz” dersiniz. Bunların hepsi “hayır”dır. İzin verirseniz nasıl “hayır” oyu vereceğimizi biz belirleyelim. Biz sizin kirli dedikodularınızın öznesi değiliz, olmayacağız. Bu halk bizi ne için gönderdiyse, onun gereğini yapmayı, ilkeli ve tutarlı siyasetin bir gereği olarak görüyoruz.
Fil Suresinin Müslümanlar için verdiği bir mesaj vardır: Kuşlar filleri yenebilir. Sizler tanklarla, toplarla bu halkın özgürlük talebini asla yenemeyeceksiniz. Bunu Kuran’dan öğrenmediyseniz hayatın gerçeğinden öğreneceksiniz. Siyasetteki kokuşma, yozlaşma, siyasi partilerdeki ilkesiz, tutarsız tutum; bir yerlerde alınan kararları topluma dikte etmenin aracı haline geliyor. Biz bu kokuşma içinde kararlı biçimde değerlerimizin mücadelesini verirsek bizler kazanacağız, Türkiye kazanacak, Ortadoğu halkları kazanacak.
Siyasette ilkeli olmak hem siyasi etik hem de demokrasi meselesidir. Bugün Türkiye’de siyasetin ayakları yerden kesilmiştir. Dün akşam izlediğimiz oyunla, bu bir kez daha görülmüştür. Bu ülkede 11 milletvekili tutuklu, yasama görevleri devam ettiği halde, oy kullanma hakları olduğu halde diğer partiler bunu kendisine dert etmiyor. Bir başbakan çıkıyor kürsüye, kendisine verilen görev, başbakanlığın ne kadar gereksiz bir makam olduğunu anlatmaya çalışıyor. “Başbakana ihtiyaç yoktur” diyor. Bir başbakan, henüz Meclis’te oylama bitmemişken, referandum henüz kesinleşmemişken veda konuşması yaptı. “Artık bana gerek yok” gibi bir sürü gerekçe saydı. Kendi mesleği gemicilik olduğu için “Bir gemiyi iki kaptan yönetemez” diyor. Ama başka bir örnek var, daha uygun bir örnek: Bir ipte iki cambaz yürümez.
Dün gece oylaması yapılan şey, bu Meclis’in feshedilmesidir. Meclis’in denetim işlemini yapmamasıdır. Meclis’in partili Cumhurbaşkanı tarafından dizayn edilmesidir. Demokrasi adına da, ülke yararına da çıkan hiçbir şey yoktur bu anayasa değişikliğinde.
Dün kavga ettiğine bugün yalvaran, Dün “Benim kıratımda değilsin” dediğiyle bugün kapısında el ovuşturan bir yönetim anlayışıyla karşı karıyayız. Cumhurbaşkanı ve yanındakiler “Trump’ın gelmesi bize fayda sağlar mı” telaşı içindeler, bakanlar yürek yemiş gibi “İncirlik’i kapatacağız” diyorlar. Tüm üsleri kapatırsanız biz varız ama yapamayacağını şeyleri söylemeyin. İnsanları kandırmaktan vazgeçin. Bir ay önce AB’ye kafa tutan Dışişleri Bakanı şimdi “AB’siz Türkiye olmaz” diyor. Rusya ile ilişkiler de aynı. “Başika’dan çıkılırsa, Hakkari’den çıkılmış olur” diyenler onların yeni ortağı. Şimdi de müsait bir zamanda gideriz diyorlar.
Bir tek beklentileri var, “Kürt anasını görmesin”, Suriye’de Kürtler bir statü elde etmesin anlayışı. Sırf bu nedenle içeride Kürt siyasetçileri rehin alıyor, dışarıda da ülkeyi rehin bırakıyorlar. Türkiye enerji politikalarında Rusya’nın rehinesi oldular. Elinize dürbünü alıp televizyonlara poz verebilirsiniz sanki güvenlikten çok iyi anlıyormuş gibi ama yakını da göremiyorsunuz uzağı da. Ortadoğu’da burnunuzun ucunu görmedikçe, Kürtleri görmeden Ortadoğu’da nasıl büyük devlet olacaksınız? “Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumu olmasın” diye El Bab’da her gün askerleri kurban veriyorsunuz. Siz El Bab’ı yönetmek mi istiyorsunuz? Suriye’de kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Siz de biliyorsunuz bunun mümkün olmadığını. O askerler bunların Kürt korkusunun kurbanlarıdır. Dış politikada işte Kürtlerle diyalog kurmak yerine Kürtlerin kazanımını bir fırsat gibi okumak yerine onlar bir şey elde etmesin diye bu ülkenin çocuklarını El Bab’da ya da başka yerde kurban vermeyi göze alabiliyorlar.
Usulsüz OHAL uzatmak için sahte MGK bile dizayn ettiler. Peki, getirdikleri kararnamede ne vardı? Kendilerinin büyük açılışlar yaptıkları, Kürtlere büyük lütuf gibi sundukları kazanımların bir bir geri alınması vardı. Ağar döneminde kurulmuş kurumlara kilit vurmak vardı. Ağar’dan bile geriye düşmüş bir anlayış bu. Kapatılan derneklerden biri Roboski derneği. Roboski’nin faili hala meçhul. güçleri dernek kapatmaya yetiyor. Güçleri Roboski anıtını sökmeye yetiyor. O anıttan bile korkuyorlar. Anıtta hayatını 34 kişini isimleri var, o isimleri parçalıyorlar. Kürt Enstitüsü kapatıldı, Kürt diline tahammülü gösteriyor. 33 Düş Yolcusu Derneği kapatıldı. Ekoloji Derneği kapatıldı. İşte KHK’lerin mirası budur. Kürtçe oyunları sergilendiği tiyatrolar, Kürtçe kreşler kapatıldı. Bu fotoğraf, OHAL’in neyi kapsadığını göstermeye yetiyor. Akademisyenler var görevden alınan, ‘suç’ları barış demek olan akademisyenler ihraç edildi. Akademisyenleri işlerinden atarak onları ekmekle terbiye edeceğinizi sanıyorsunuz. Tıpkı gazetecilere yaptığınız gibi.
Mili Piyango ve diğer kumar oyunlarını Varlık Fonuna devrediyorlar. Yani halk bilet aldığında ya da atlar koştuğunda hangi at kazanırsa kazansın, kazanan Cengiz İnşaat olacak. “Millete bilmem ne yapayım” diyenler kazanacak. Çünkü bu “yap işlet devret” modelinin işaret ettiği başka bir şey yok.
Bu ülkeyi bu Nazi kararnameleriyle yönetmeye niyet edenler, bunu çok net yansıtıyor. Hakim ve savcıların artık 70 not alması gerekmiyor. Ne yapması gerekiyor, sadece AKP’den ya da onun yeni paralellerinden referans bulması gerekiyor. .
Bir de vatandaşlıktan çıkarma düzenlemesi var. Bunlar vatandaşlığı da pazara çıkarmış durumda. Muhalifleri de, eleştiren gazeteciye de vatandaşlıktan çıkarma tehdidinde bulunuyorlar.
Bu ülkenin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, bu oldu bittiyi Meclis’ten geçirmek için savunurken hızını alamadı, parti devletini de savundu. Türkiye tarihinde bunun tek örneği Milli Şef Dönemidir. Tek parti dönemini savundu. “Bu ülkeyi yeniden Atatürk Anayasasına döndürüyoruz, buna mı karşı çıkıyorsunuz” diyor, AKPliler de alkışlıyor. 1930’ların hakkını da teslim ederek yapılan yanlışlarla yüzleşmek ve demokrasiyi bir kazanım olarak görmek yerine 100 yıl öncesine dönmeyi bir marifet gibi kamuoyunun önüne sunuyorlar.
Çok yakında ya kaosla karşılaşacak bu ülke ya da bir mutabakat hükümeti kurulacak. O zaman bu milletvekillerine yol görünecek. Tercih onların. Cemil Meriç’in güzel bir sözü var, “sağcı solcu yok, namuslu namussuz var”. Bizim tavrımız parlamentoda da net sokakta da net olacak. Demokratik bir anayasa için “hayır” diyeceğiz, kadın temsili için hayır diyeceğiz, emeğin gasp edilmemesi için hayır diyeceğiz, bu ülkenin doğal varlıkları talan edilmesin diye hayır diyeceğiz.
Bizim “hayır”larımız, büyük bir hayra vesile olacak, ülke büyük bir şerden kurtulacak.
Önemli olan bu ülkede yaşayanların kendi kaderleriyle ilgili seyirci olmamasıdır. Ana Muhalefet lideri diyor ya Meclis TV’yi izleyin diye. “Neredeyse çekirdekleri alın, televizyon izleyin” diyecek. Hayır, insanlar seyirci olmamalı. Kurtuluş izlemede değildir. Kurtuluş yan yana gelmektedir, birlikte mücadele etmektir. Biz sizi izlemeye, çekirdek çitlemeye değil, bedeli daha yoğun yaşayacağımız günlerde birlikte mücadeleye davet ediyoruz.
Bu topraklarda özgürlük de mümkündür, barış da. Birlikte kazanacağız, mutlaka kazanacağız.