*Burcu Karakaş
"Malatyalı ailemin İstanbul'da dünyaya getirdiği üç çocuğun ortancasıyım. Uzun yıllar Ermeni okullarında yöneticilik yaptım. Ermeni halkının yüzyıllık adalet mücadelesinde nefer oldum." HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, sosyal medya sayfasında böyle tanıtılıyor. Kendisini aynı zamanda insan hakları aktivisti olarak tanımlayan Paylan, mücadelesine "dışarıda" devam eden HDP'li vekillerden biri. Son olarak bir Meclis konuşmasında, "1913-1923 yıllarında Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler kaybedildi. Büyük katliam ve soykırımlarla bu topraklardan ya sürüldüler ya mübadelelere uğradılar" dediği için üç birleşim çıkarma cezası verildi. Paylan karşılık olarak cezanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu ve Meclis Başkanlığı'na dilekçe yazdı. Bir yandan da tehditler aldığını söylemekten geri durmadı. Garo Paylan ile ifade özgürlüğünü, Meclis kulislerini ve referanduma giden süreci konuştuk: Anayasa sürecince Meclis hararetli günler geçirdi. Yaşananlar arasında en şaşırtıcı bulduğunuz olay ya da “Bu kadarını da beklemiyordum” dediğiniz bir durum yaşandı mı? Milletvekili seçilerek girdiğiniz Meclis’te umduğunuzu buldunuz mu?
Milletvekili olduğum dönemde hepimizin hayalleri vardı. Türkiye gibi Meclis’in de çok sesli olması ve buna uygun bir Anayasa hayali… Siyasete girme amacım ve partimin amacı da bu. Ancak maalesef Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gülen’le ittifakı bittiğinde yüzünü MHP’ye, statükoya döndü. Bu yeni normal, her şeyi daraltan, ırkçı bir iklim… “Şunu konuşamazsın, bunu söyleyemezsin” veya “Bunu yapamazsın, yaparsan Parlamento’dan atarız” gibi… Maalesef böyle bir iklim oluştu. O yüzden şaşırtan bir şey yok. Ben bunları dört kuşaktır yaşıyorum. İnsan hakları mücadelesi veren bir aktivistim. Bütün hak mücadelesi alanlarında yer almak istiyordum. Derdim, Parlamento’da özgürlük, saygı rüzgârının hâkim olmasaydı. Herkesin kendini içinde hissedeceği bir parlamento ve anayasının olmasaydı. Siyaset içindeki dengelerde kiminle yol yürüdüğünün çok önemli olduğunu gördüm. AKP ilk dönemlerinde vesayetten şikaâyet edip değişim dönüşüm vaat ederken pek çok liberal kesimle beraber yürümeye çalıştı. Son dönemde yeni yol arkadaşı MHP olunca MHP’nin ideolojisi maalesef memlekete hâkim oldu. Hep, “MHP, AKP’nin kuyruğuna takıldı” diyorlar. AKP, MHP’nin kuyruğuna takıldı. Bu, MHP için büyük bir kazanım. Bahçeli gibi yaş itibariyle siyasi hayatının sonlarına yaklaşan bir lider için çok büyük bir, tırnak içinde söylüyorum, başarı. Mesele şu: AKP’yi destekleyen yüzde 50’lik kesimin çok büyük bir bölümü o tekçi, ırkçı ideolojiye aslında inanmıyor. Yalnızca iki yıl önce barış sürecini destekliyorlardı. Bu çok önemli bir kazanımdı. AKP tabanının ezici bir çoğunluğu barış sürecini, çoğulcu bir anayasayı destekliyordu. AKP seçmenleriyle yaptığımız konuşmalarda, ben de konuşuyorum, onların da huzur istediğini görüyoruz. Bahsettiğiniz gibi, AKP seçmenleriyle en son ne zaman bir araya gelebildiniz?
Her gün görüşüyorum. Geçmişe dayalı ilişkilerim var. Hepsinin kafası çok karışık. Erdoğan İstiklal Savaşı’ndan bahsediyor, buna kısmen inanıyorlar. Herkes bize düşman, herkes bize saldırıyor. “Eski devlet de size bunu anlatıyordu” diyorum onlara. İç düşman, dış düşman… Benim en büyük umudum şuydu: Çoğunluk olan mütedeyyin Müslümanların değişime inanması gerekiyor. Onlar desteklemediği sürece Türkiye’de bir değişim olamayacak. İki yıl önce barış sürecine inandırılan bir mütedeyyin kesim vardı. O günlerde anayasa yapabilseydik o günkü destekle öyle bir anayasa geçmiş olacaktı. Bu kesimlerin buna ikna edilmesi gerekiyor ve bence ikna edilmeye de hazırlar. AKP barışı başaramadı. HDP olarak biz de bunu başaramadık. CHP tabanının da belli bir bölümü buna iknaydı. Bazı MHP’liler bile destekliyordu, bunu çok iyi biliyorum. Ama başaramadık. Bu, öncelikle iktidar partisinin sorumluluğu. Bizim de hatalarımız olmuş olabilir, elbette vardır. Bugün savrulduğumuz yer milliyetçi bir iklim. Kulislerinde Devlet Bahçeli’nin “Evet” duruşundan rahatsızlık duyan MHP’lilerle karşılaşıyor musunuz?
Bahçeli MHP’yi siyasette aktör yaptı. AKP’ye de, “Gel, Türklüğün bekası için Türklüğün anayasasını yapalım” dedi. Anayasa Komisyonu üyesi Mehmet Parsak, “Anayasamız Türk Anayasası’dır” dedi. Bu anlamda MHP’nin bu hazza kapıldığını düşünüyorum. Bir buçuk yıldır devlet içinde tasfiye edilen Fethullahçıların, demokratların yerine MHP’li kadroların getirildiğini çok iyi biliyoruz. Diyelim 20 bin polis atanacaksa 10 bini MHP’ye veriliyor. Bu yerellerde MHP’nin aktör olması, devlet içinde tekrar pozisyon alması anlamına geliyor. Bazı MHP’li vekiller rahatsızlıklarını zaten ilan etti ama onun dışında yok. Lideriniz bir şey söyler, siz onu şu ya da bu gerekçeyle kafanızda rasyonalize edersiniz. Maalesef MHP içinde de lidere biat üst düzeyde. Buna itiraz edenler açıktan itiraz ettiler, diğerleri durumu rasyonalize ediyorlar. Mithat Sancar’ın 28 Şubat’a gönderme yaparak akademisyen ihraçlarına ses çıkarmayan AKP’li vekilleri eleştirdiği sözleri çok konuşuldu. İhraçlar ya da HDP’li vekillerin tutuklanması karşısında, “Böyle olmaması gerekiyordu” diyerek sizinle konuşan, iletişime geçen AKP’li vekiller var mı?
Elbette var. Hatta AKP’li vekillerden birebir ciddi şikâyetlerde bulunan, Anayasa sürecinde ya da öncesinde olsun, vekiller söz konusu oldu. Hayatından endişe ettiğini söyleyen bile oldu. Baskı, tehdit altında olduğunu söyleyen oldu. Herhangi bir şekilde “Kral çıplak” diyemediklerini, bunu deme durumunda başlarına her türlü şeyin gelebileceğini söyleyen oldu. Olanları desteklemeyen 50’den fazladır ama bu durumda olan en az 30 vekildir. Bizim başımıza bir işler geldikçe onlar kendilerini anlatmak istiyorlar. Kulis sohbetlerimizde böyle vekillerle karşılaşıyoruz. Ciddi baskı altında olduklarını biliyorum. Bütün itirazlarını içlerine gömmeye çalışıyorlar, o yüzden belki de çok bağırıyorlar. Bir uyarı yapmaya çalışıyorsunuz, onu duymak yerine açıklamanızı boğmaya çalışıyorlar. Çünkü onlara bir ayna tutuyorsunuz aslında yaptığınız itirazla. O aynayı görmek istemiyorlar. Mithat Sancar’ın yaptığı konuşma öyle bir şeydi. Bu gerçekten ciddi bir vicdani sorgulamadır. Bu vicdani sorgulamadan kaçmak için ancak bağırmanız gerekir. ABD’de Trump’ın ‘’Müslüman yasağına’’ karşı bir direniş gösterildiğine şahit olduk. Havaalanlarında nöbet tutan insanlar gördük. Türkiye’de benzer bir durum yaşansa, dini azınlıklara karşı benzer bir refleks geliştirileceğini düşünüyor musunuz?
2007 yılında bu tepki oluşmuştu. “Hepimiz Hrantız hepimiz Ermeniyiz” diye yüz binler yürümüştü. Ama bugün oluşmaz, maalesef… Çok üzüldüm aslında. AKP tabanı için çok üzüldüm. Düşünebiliyor musunuz, hayatları boyunca mütedeyyin kesimin aşağılanmasına, İslamofobi’ye karşı mücadele ettiğini iddia eden kesimler Trump’ın bu yasağına karşı Türkiye’de gıklarını çıkarmadılar. Tek bir ses çıkarmadılar. Çok üzüldüm çünkü mücadele ettiğiniz insanlar dahi olsa kendi kimlikleriyle ilgili bir haksızlığa sırf çıkarları için ses çıkarmamaları kabul edilemez bir şey. Bırakın bize sahip çıkmasını, diyelim bugün bir Ermeni’nin başına bir iş gelse, bana sahip çıkmayacaklarını zaten biliyorum bu iklimde… Bu iklim herkesin vicdanını geri plana bıraktığı bir iklim. Bari size karşı yapılana ses çıkarın. Ben ses çıkardım. Bu da AKP’nin İslamcı demokrat olma iddiasından tamamen uzaklaştığını gösteriyor. Ve İslamcı kartını tamamen devre dışı bıraktığını, artık Türkçü kartı üzerinden yürüdüğünü gösteriyor. Bunun da mütedeyyin kesimler içinde ciddi bir sorgulamaya neden olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sorgulamayı göreceğiz. Dile getirdiğiniz ‘’Türkçü’’ kartın oynanması, kısa vadede nasıl etkiler yaratır?
Bu kart Suriye’de çöktü. Türkçü İslamcı siyasi hareketin tahterevallisi vardır. Bazen İslamcı kartı, bazen Türkçü kartı ön plana çıkar. Bugünlerde MHP ile olan ittifakın esası şudur: “Biz eski devlet kodlarına döneceğiz. Türk milliyetçiliğini öne koyacağız. Buna itiraz edenleri hain ilan edeceğiz. Ya hapse atacağız ya göç ettireceğiz”. İdeoloji budur. Bu, 100 yıl önceki pozisyondur. 100 yıl önce Enver-Talat ikilisinin aldığı pozisyondur. Sonuçlarını gördük. 100 yıl sonra maalesef tekrar aynı noktaya savrulduk. Bunun sonuçları her anlamda yıkıcı olacak. Bugün bir “tweet” atarken ya da konuşma yaparken otosansür uyguladığınızı düşündüğünüz oluyor mu?
Ben hayatımda her zaman bildiğim doğruları söyledim. Bu konuda bir otosansürüm yok ama etrafımın var. Çok net görüyorum. Gazetecilerde var. Aydınlarda var. Öyle bir çekincem olmadı hiçbir zaman. Siyasetçinin görevi insanları ikna etmek. Etrafımdaki herkes, “Şu kelimeyi dersem hapse girer miyim” duygusunda. Ya da biri bir tweet attığında, “Aman onu sil, hapse atarlar” diyenler var. Yapmaya çalıştıkları şey o zaten. “Aslı Erdoğan tutuklandıysa ben de tutuklanabilirim” duygusunu yayıyorlar. Gözlemlediğiniz kadarıyla geldiğimiz nokta itibariyle, azınlık toplumlarında bir içe kapanma söz konusu mu?
Kesinlikle. Azınlık psikolojisi böyle bir şeydir. Biz azaltılmış toplumlar olarak ne yaşadığımızı kuşaktan kuşağa anlata anlata geldik. Belki bazı toplumsal kesimlerin ilk kez başına gelenler bizim için kuşaklardır yaşadığımız şeyler. O açıdan geçen sene şu uyarıyı defalarca yaptım: “Bu devlet çok zalimdir, devletin bekası adına her türlü suçu işleyebilir. Onun için birbirimizi kollamamız gerekir”. Barış süreci bittikten sonra bunu gördüm. Azınlıklar bu noktada iki şey yaparlar: Sessizliğe bürünürler veya göç ederler. Hrant Dink konuşan bir Ermeniydi ama Sevag Balıkçı diye bir asker öldürüldü, hiç hayatında konuşmamış bir Ermeniydi. 100 yıl önce başımıza gelen felakette büyük çoğunluğu siyasetle hiç işi olmayan Ermenilerdi. Bu iklim varsa “Ermeniyim” demeniz yeterlidir başınızın belada olması için. Çevrenizde göç edenler var mı?
Maalesef var. Göç etmeyi düşünenler de var. Çoğulcu demokrasi hayalini yaşadığımız anda, “Bu ülkede bir şeyler değişiyor” duygusuna kapılmıştık. Bugün azınlık toplumları güçsüz hissediyor ve pek çok provokasyonun bizim üzerinden yapıldığını biliyor. Çocuklarını böyle bir iklimde büyütmek istemeyen var. “Zaten dört kuşaktır acı çekiyoruz, çocuğum bari böyle bir iklimde yaşamasın” duygusu içinde olanlar var. Ama görevimiz siyasetçiler olarak bu iklimi değiştirmek. Düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskıların referandum sürecini nasıl etkileyeceği kanaatindesiniz?
7 Haziran’da medya özgürlüğünün avantajlarını yaşadık ve iktidar da bunun dezavantajlarını yaşadığını gördü. Medyayı kilitlemiş durumdalar. ‘’Her yol mübah” şekilde anayasayı geçiririm diye bakıyorlar. Yapabilirler de. Bu baskıyı büyütüp yapabilir de ama inanın çok uzun ömürlü olmayacak. Biz başaracağımızı düşünüyoruz. Hayır’ın başarılı olacağını düşünüyoruz. Bu coğrafya belli istibdat dönemleri yaşamıştır. Diğer krallıklar gibi petrolü, zenginlikleri olan bir coğrafya değiliz. Buranın, bu toplumun demokrasiye ihtiyacı var. Ancak demokrasiyle daha iyi yaşayabiliriz. Bu bilince varacaktır Türkiye toplumu. Özellikle Türkiye sağ siyaseti, daha iyi yaşamak istiyor. Türkiye insanı güvende hissetmiyor. Buraya yatırım yapmak isteyenler güvenle bakmıyorlar. Her anlamda fakirleşiyoruz. Dünya liglerine baktığınızda her anlamda gerilere düşüyoruz. Bunu görecektir Türkiye sağ siyaseti. ‘’Hayır’’ çıkarsa kartlar yeniden karılacak. ‘’Evet’’ kazanırsa da sürdürülebilir olacağını düşünmüyoruz.