Çocuk istismarına karşı bütünlüklü bir politika izlenmesi gerektiğini belirten ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile iç düzenlemelerde, ’18 yaşın altındaki herkesin çocuk kabul edildiğini’ ifade eden HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, “Ne yazık ki Türkiye’de bir gençlik hukuku yok. Biz çocuk istismarını önleme komisyonunda aradaki yaş farkı yüksek olan ilişkilerle akran ilişkilerini ayrı değerlendirmek için Almanya’daki gibi bir gençlik hukuku oluşturulmasını önermiştik” dedi.
“Çocuğun cinsel istismarının önlenmesinin yolu, 'hadım' gibi popülist cezalar getirmek değil” diyen Kerestecioğlu, çözüme ilişkin önerilerini, TBMM’de geçtiğimiz hafta müzakereleri yapılan ‘Başta Cinsel İstismar Olmak Üzere Çocuklara Yönelik Her Türlü İstismar Olaylarının Araştırılarak, Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Komisyonu Raporu’na sundukları muhalefet şerhinde tek tek belirttiklerini hatırlattı.
Birincil, ikincil ve üçüncül önleme basamakları önerdiklerine dikkat çeken Kerestecioğlu, T24’e yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:
"Çocuk koruma sisteminde birincil önleme basamağı; çocuğun yararlanması gereken bütün hizmetlerin, ülkedeki bütün çocukların kolaylıkla erişebilecekleri biçimde sunulmasıdır. Yani bütün çocukların sağlık hizmetlerinden yararlanması, okula gitmesi ve ücretsiz temel eğitimden eşitlik prensibine uygun biçimde yararlanabilmesi, çocuğun yaşadığı hanelerde çocuk yoksulluğunun ortadan kaldırılması için temel yurttaşlık geliri gibi sosyal mekanizmaların oluşturulması gibi hususlardır. Çocuk istismarının nedenlerinin ortadan kaldırılması için alınacak ekonomik ve sosyal önlemler birincil basamağı oluşturur ve bu hizmetleri sağlamak devletin görevidir.
"İkincil önleme, bu hizmetlere erişen çocukların izlenmesi ve istismar halinde istismarın tespit edilmesidir. Üçüncül önleme ise, mağdurun rehabilitasyonu ve failin cezalandırılması gibi tekrarı önleyecek ve istismarın çocuklar üzerinde yarattığı etkiyi azaltmayı hedefleyen hizmetlerdir.
"Ne yazık ki Türkiye’de bir gençlik hukuku yok. Biz çocuk istismarını önleme komisyonunda aradaki yaş farkı yüksek olan ilişkilerle akran ilişkilerini ayrı değerlendirmek için Almanya’daki gibi bir gençlik hukuku oluşturulmasını önerdik. Fakat akranlar arasında ve rızaya dayalı bir ilişki olsa dahi bu çocukların da mutlaka izlenmesi ve devletin bu çocukları korumak için çeşitli hizmetler vermesi gerekir."
HDP’nin ‘Başta Cinsel İstismar Olmak Üzere Çocuklara Yönelik Her Türlü İstismar Olaylarının Araştırılarak, Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Komisyonu Raporu’na düştüğü muhalefet şerhinde çözüm önerileri arasında yeri alan bazı düzenlemeler şöyle:
-TCK 103. maddesindeki değişikliğin en önemli etkilerinden biri ruh sağlığı muayenelerinin yapılmamasıdır. Bu da hem fiziksel bulgu olmayan hallerde eylemin ispatlanması bakımından ruh sağlığı muayenesi sonuçlarının değerlendirilmesi olanağını ortadan kaldırmakta ve bir anlamda cezasızlığa neden olmakta, hem de mağdurun alması gereken psikososyal desteğin fark edilmesini engellemektedir.
-Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ve komisyonda dile getirilen öneriler de bir başka tehlikeye işaret etmektedir. Evlenmenin bir cezalandırmama gerekçesi olması mağdurların zorla istismarcı ile evlendirilmesine neden olacaktır. Bu nedenle, çocuğa yönelik cinsel suçlar aşağıdaki ilkeler dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir:
1. 18 yaşından küçük herkes çocuktur. Yetişkinlerden çocuklara yönelik cinsel içerikli eylemlercinsel istismar suçunu oluşturur. 2. Bu kuralın tek istisnası yaşıtlar arasındaki eylemlerdir, onlar bu kapsam dışında tutulmalıdır. 3. Şu haller için suçun basit haline göre daha ağır ceza öngörülmelidir: - Ebeveyn ve çocuğun bakım gözetimden sorumlu kimselerin cinsel içerikli eylemleri. - Suçun çocuğa hizmet vermekten sorumlu kurumlarda işlenmesi 4. Çocuğun evlendirilmesi cezayı ortadan kaldıran bir hal olamaz. 5. TCK 103.7’de yer alan ruh sağlığı bozulmasının ağırlaştırıcı sebep olmaktan çıkarılması ile, uygulamada eylemin ruh sağlığına etkileri mahkemelerce dikkate alınmaz oldu. Her çocuğun ruh sağlığının bozulmuş olduğu (farklılıklar gösterse bile) esas alınmalı ve buna göre telafi edici çözümler getirilmelidir. İstismara uğrayan bir çocuğun ruh sağlığının bozulmamış olduğunun düşünülmesi mümkün değildir. Ayrıca bu suçların ispat araçlarına dair de düzenleme yapılmalıdır.
Çocukla İlgili Risk Faktörleri
-Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği: Sadece cinsiyet değil cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği de çocuklar için risk oluşturmaktadır. Örneğin Roşin Çiçek henüz 17 yaşında, eşcinsel olduğu için amcası tarafından öldürülmüştür. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kavramlarının da risk faktörleri arasında yer alması, bu nedenle ayrımcılık ve şiddete uğrayan çocuklarla ilgili çözüm önerileri getirilmesi gerekmektedir.
Bakım Verenlere ve Aileye İlişkin Risk Faktörleri
-Madde ve alkol kullanımı: “Ebeveynin alkol veya madde kullanımı çocuğun istismarı ve ihmali için risk oluşturmaktadır.” ifadesi itirazımız sonucu “aşırı alkol ve madde kullanımı” biçiminde değiştirilmiştir; fakat “aşırı alkol kullanımı ifadesi” bilimsel bir ifade değildir ve etiketleme riskini taşımaktadır. Bu nedenle, çocukların istismar riskini artıran sebepler tarif edilirken “kullanımı” değil; “alkol ve madde bağımlılığı” ifadesi kullanılmalıdır.
Kimyasal Kastrasyon
Çocuğun cinsel istismarının önlenmesinin yolu, “hadım” gibi popülist cezalar getirmek değildir. Cinsel taciz ve istismara zemin hazırlayan toplumsal değerlere, cinsiyet eşitsizliğine müdahale edebilecek kapsamlı politikalar geliştirilmesi, cinsel suçlarla ilgili kamu duyarlılığının artırılması, mağdurun adalet sistemine erişiminin kolaylaştırılması, başvuru, soruşturma ve yargılama aşamalarından yeniden travmatize edilmesini engelleyici, koruyucu tedbirlerin düzenlenmesi, ceza ve yaptırımların belirlenmesi ve uygulamasıyla ilgili, özellikle hafifletici etkenler ve salıverilmelerle tetiklenen, adaletin yerini bulmadığına ilişkin yaygın kanıya neden olan düzenlemelerin gözden geçirilmesi gibi birden çok boyut içeren bir strateji” oluşturmaktan geçmektedir.
Bireyin fiziksel ve psikolojik bütünlüğüne yönelik en ağır şiddet suçlarından biri olan cinsel saldırı suçuyla ilgili olarak kadınların, kadın örgütlerinin, feminist mücadelenin biriktirdiği deneyimler ve yapılan pek çok akademik çalışma, özellikle yetişkin kadınlara yönelik cinsel saldırıların cinsel bir eylem değil; cinselliğin sadece araç olarak kullanıldığı bir şiddet suçu olduğunu göstermektedir. Cinsel saldırı suçunda, “mağdura yönelik öfke, erkeklik güçlerini ve üstünlüğünü gösterme, erkekliğini ispatlama, hükmetme ve saldırganlık” gibi duygu ve eylemlerin belirleyici olduğu; Türkiye’de yapılan “Cinsel Saldırı Olgularının Suç Motivasyonuna Göre Sınıflandırılması” başlıklı araştırmada da Türkiye özelinde ortaya konmuştur. Söz konusu duygular ve eylemler, kadınlara ve erkeklere yüklenen, esas olarak erkek egemenliğine dayalı toplumsal rollerin yarattığı eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Türkiye Psikiyatri Derneği’nin cinsel suçlara ilişkin görüş yazısında ifade ettiği gibi, bu suçların faili olan her bireyin ruhsal bozukluğu olduğu varsayımı da doğru değildir.
Cinsel saldırı eylemleri kişilerin hormon veya libido seviyelerine bağlı olmadığından, cinsel saldırı suçlularının zorunlu kastrasyona maruz bırakılmaları bu suçları engellemek için bir çözüm sunmamaktadır. Üstelik, cinsel suç işleyenlerin, cinsel disfonksiyon yaşamaları halinde kurbanlara farklı biçimlerde cinsel şiddet uygulayabildikleri bilinmektedir. Cinsel saldırıyı sadece cinsel birleşme olarak tanımlamak da hatalıdır. Tüm bunların yanında, çocuklara yönelik cinsel saldırılarda, cinsel motivli saldırıların daha fazla olduğu görülmektedir. Kimyasal kastrasyonun uygulandığı kimi ülkelerde suçluların bir kısmı, iradelerine bırakılan kimyasal (ilaçla) kastrasyona gönüllü olmaktadırlar. Burada vurgulanması gereken, özellikle Avrupa’daki örneklerde kimyasal kastrasyonun cezalandırmak amacıyla değil; riski düşürmek amacıyla suçlunun iradesine bırakılarak uygulandığıdır. Türkiye’de ise “kısasa kısas” gibi, Anayasa’ya aykırı bir saikle, işkenceye benzer biçimde caydırıcılık ve cezalandırmanın hedeflendiği görülmektedir. Kastrasyon, ülkemizde maalesef popülist bir cezalandırma aracı olarak ele alınmaktadır.
Ceza adaletini bir toplumsal sorumluluk olarak gören Danimarka gibi İskandinav ülkelerinde ise cinsel şiddet eylemleri, öfke ve iktidar kurma duygularıyla ilişkilendirilmekte, kimyasal kastrasyon çok kısıtlı bir suçlu grubuna uygulanmakta, kastrasyona mutlaka terapi gibi tedaviler eşlik etmektedir. Diğer yandan ise kastrasyon, cinsel suçları meşrulaştıracak biçimde de ele alınmamaktadır. Gönüllü kastrasyona tabi tutulan ve testesteron seviyeleri ilaçla düşürülen kişiler düzenli olarak izlenmekte, dışarıda bulunan kişiler, kliniklere rapor vermekte, düzenli olarak teste tabi tutulmaktadırlar. Bu kişiler genelde, çocuk cinsel istismarından hüküm giymiş ve pedofili teşhisi konmuş kişilerdir. Fakat, pedofililerde dahi cinsel davranış yalnızca hormonlarla açıklanmamakta, fanteziler de pedofililerin suç davranışı göstermesinde etkili olmaktadır.
Ensest
Yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkarılan raporlara göre ensest, yol açtığı sosyal sonuçların yanı sıra, bir cinsel şiddet olgusu olarak, kısa, orta ve uzun vadede üreme sağlığı açısından birçok sağlık sorununa neden olmaktadır.
Türkiye’de sayısal veriler, hem ensestin saklanması, hem de ulusal kayıtların olmaması nedeniyle sınırlıdır. Ensest, konuşulmaktan kaçınılan ve toplumumuzda varlığı inkâr edilen bir konudur. Sorunun araştırılmaması ve bu sayısal verilere ulaşılamaması nedeniyle ensestin önlenmesi için bugüne de dek bir siyaset oluşturulamamıştır.
Ne var ki, toplumumuzda ensest vakaları hiç de az değildir. Türkiye'de en sık baba-kız ensestine rastlanmaktadır. Ailede bir çocuk istismara uğruyorsa diğer çocukların da istismara uğrama riski yüksektir. Ensestin bebeklik yaşından başlayıp uzun yıllar devam edebildiği, saldırganların çoğul istismarda bulunabildiği, toplum ve ailenin çoğunlukla bu durumu görmezden gelip üzerini örtmeye çalıştığı ve bunu yaparken de ensest yaşayan kişiyi suçladığı, çaresiz durumda bıraktığı, ensestin devam etmesine ve istismarcının başka çocukları da istismar etme riskinin artmasına neden olduğu bilinmektedir. Ensest olaylarının yasal değerlendirilmesinde temel kaynak, 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'dur (TCK). Ancak ensest bu kanunda özel olarak tanımlanmamıştır; verilecek ceza TCK'nın cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlara yönelik altıncı bölümünün çocuk istismarıyla ilgili 103. maddesinde, saldırganın “üstsoy, ikinci ya da üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen” kişi olması durumunda verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı şeklinde ifade edilmiştir. Ancak ensest mağdurunun 15 yaşından büyük olması, şiddet ve zorlamanın kanıtlanamaması hallerinde ve ancak şikayete bağlı olarak failin altı aydan iki yıla kadar hapis ile cezalandırılabilmesi, faillere yönelik caydırıcılık yönünden tartışılması gereken bir yaklaşımdır.
Ensestin görmezden gelinmemesi, yasalarda tanımının yapılması, enseste karşı farkındalığı artıracaktır.