HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, AKP'nin en üst karar organı Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan'ın "Beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan" sözlerine "Sizin ne o hayal ettiğiniz otoriter devleti kurmanıza ne de eski oligarşi yerine kendi oligarşinizi kurmanıza izin vermeyeceğiz" diyerek tepki gösterdi.
Kerestecioğlu müftülere nikah yetkisi verilmesi tartışmasına ilişkin “Evlendirme dairelerine ulaşmak zor değilken, evlilik işlemlerini kolaylaştırma bahanesiyle getirilen bu tasarının asıl amacı dini nikahı esas nikah yerine ikame etmektir. Zaten isteyen resmi nikah yanında dini nikah da yapabiliyor. Fakat hükümetin amacı dini nikahı norm haline getirmek” değerlendirmesi yaptı.
HDP’nin İstanbul’da devam eden Vicdan ve Adalet nöbetinin beşinci gününde bir konuşma yapan Kerestecioğlu “Çocuklar nasıl bu yurtlara mecbur kalıyorlar? Çünkü Eğitim Bakanlığı yurt yapmıyor! Çocukları ve özellikle maddi durumu iyi olmayan aileleri çeşitli vakıf, cemaat ve Diyanet’in yatılı Kuran kurslarına ya da çeşitli cemaatlerin yurtlarına yönlendiriyor” diye konuştu.
Bugün nöbeti kadınların devraldığını, gün boyu parkta kadınların söz alacağını söyleyen Kerestecioğlu, şöyle konuştu:
Adaletin olmadığı yerde, büyük hapishaneler inşa edilir. Bir ülkede, onlarca milletvekilinin 3 aşamalı bariyerler, zırhlı araçlar ve polis otobüsleriyle halktan soyutlandığını görenlerin ilk söyleyeceği, bu ülkede adaletin olmadığıdır. Adalet azaldıkça duvarlar yükselir.
"5 gündür bu parktayız. Biz bu parkta, geceleri adalet duygumuzla huzur içinde uyuyabiliyoruz. Ama emin olun, biri Saray’da rahat uyuyamıyor! İşte bütün bu bariyerleri bu yüzden dikiyorlar."
"Burada bulunduğumuz beş gün boyunca, vicdan ve adalet nöbetinde adalet yasaklandı. Avukatların cübbeleri, müzisyenlerin enstrümanları sanki bir suç aletiymiş gibi içeri sokulmadı… DİSK üyeleri, önlüklerini bin bir mücadeleyle içeri alabildiler… Tüm bu yıldırma teşebbüslerine karşın dostlarımız, kurumlar, siyasi örgütler, sivil yurttaşlar, ilçe örgütlerimiz, dirençle, dirayetle buraya nöbet tutmaya geldiler. Hepsine binlerce kez teşekkür ediyoruz.
Bugün Adalet ve Vicdan Nöbetinde Türkiye’de eşitliğe en çok ihtiyaç duyanlar, kadınlar bizleri ziyaret edecekler. Nöbette bugün, kadınların Türkiye’de yaşadıkları sorunları ve mücadele geçmişini konuşacağız. Gün boyu parkta kadınlar söz alacaklar. Burası kadınların kürsüsü olacak. Kadınlar inatla, mor iğnelerini kuşanarak girecekler bugün buraya. Fakat tabi yine polisler, zırhlı araçlar, otobüsler karşılayacak yine kadınları. Türkiye, milli gelirinin yüzde 4’ünden fazlasını güvenliğe harcayan bir ülke. İç güvenliğe ayrılan kamusal kaynaklar, artık eğitim ve sağlığa ayrılanın önüne geçmiş durumda. Yani emin ellerdeyiz, vergilerimiz demokratik ve sosyal bir hukuk devleti sıfatımıza yakışır biçimde bizi bizlerden korumak için kullanılıyor! Yine bugün, kadınları şiddetten koruyamayan bu güvenlik anlayışı, kadınları kadınlardan koruyacak!"
"Otoriter iktidarın çevresine duvar ördüğü Yoğurtçu Parkı, önemli bir hafıza mekanıdır. 80 darbesinin kara bulutlarını ilk burada dağıtmıştık. Dayağa Karşı Yürüyüşe öfkeyle, kahkahayla ve şarkılarla Yoğurtçu Parkından başlamıştık. Gezi direnişinde bu parkı nasıl doldurduğumuzu, forumlarda gerçek bir demokrasiyi tecrübe ettiğimizi hepimiz hatırlıyoruz. Gezi’nin feminist hareketle buluştuğu Yoğurtçu Kadın Forumu, bugün halen pek çok feminist kadının buluşma yeri. Bugün parklarda güvenlik görevlileri, kendilerini bizim şort boyumuzdan sorumlu ilan ederken Yoğurtçu Parkı, dilediğimizce, özgürce zaman geçirebildiğimiz bir yer. Bu parkların özgürlükle bir ilgili olması lazım."
"Yoğurtçu parkı kadınlar için güvensiz sokakların arasında kadınların kendilerini güvende hissettiği nadir yerlerden. Türkiye’de kadınların yüzde 74’ü kendini sokaklarda neredeyse hiç güvende hissetmiyor. Kadınların hemen hepsi, kamu ulaşım araçlarında cinsel şiddete maruz kaldıklarını söylüyorlar.
1989 yılında bir grup feminist kadın, sokak tacizine dikkat çekmek amacıyla ellerimizde mor kurdelalı iğnelerle İstanbul'da ilk defa kamusal alanda “Mor iğne kampanyasını” organize etmiştik. İronik bir pazarlama metniyle bu iğneyi diğer kadınlara tacize karşı etkili bir silah olarak satıyorduk:
Nasıl tacizci erkeklerin varlığını o zamanlar üzerimizde hissediyorsak bugün de denetleyen, hesap soran, akıl veren ve kadınlar üzerinden bir toplumu yeniden dizayn eden bu iktidarı ve ondan cesaretlenen erkeklerin varlığını hissediyoruz. O yüzden mor iğnelerimiz cebimizde geziyoruz."
"2017’nin ilk 7 ayında 215 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu. Okulların kapanmasıyla çocuk istismarı vakaları okullardan, kuran kurslarına taşındı. Mağdur kız çocuklarının yüzde 43’ü kuran kursundaki imamlar tarafından istismar edildi. Daha geçtiğimiz günlerde 9 yaşında bir erkek çocuğunun kuran kursu eğiticisinin tacizine uğradığı ortaya çıkmıştı. Çocuk istismarının nedeni, tek başına bu mekanların kuran kursları ya da dini vakıfların yurtları olması değil. Dindar bir nesil yetiştirme hedefiyle tüm eğitim sistemini yeniden dizayn etmeye soyunan AKP’nin çocuk istismarına karşı hiçbir önlem almadan, çocuklarla çalışan kişiler için hiçbir standart oluşturmadan dini kurumların yurtlarına, okullarına destek olması."
"Çocuklar nasıl bu yurtlara mecbur kalıyorlar? Çünkü Eğitim Bakanlığı yurt yapmıyor! Çocukları ve özellikle maddi durumu iyi olmayan aileleri çeşitli vakıf, cemaat ve Diyanet’in yatılı Kuran kurslarına ya da çeşitli cemaatlerin yurtlarına yönlendiriyor. Diyanetin istatistiklerine göre, son eğitim öğretim yılında kuran kursuna devam eden öğrenci sayısı 1 milyondan fazla. Bu öğrencilerin çoğu yatılı eğitim alıyorlar. Kuran kurslarında 4-6 yaştan 14 yaşa kadar çok farklı gelişim düzeyindeki çocuklar, bir arada yatılı kalıyorlar. Çocuklar yalnızca istismar nedeniyle travma yaşamıyorlar. Bu kurumlar, çocuk psikolojisi alanındaki yetkinlikleri değiller. Çocuklar, din ve ahlak gibi soyut kavramları, henüz soyut düşünce kapasitelerinin gelişmediği yaşlarda öğrenmek durumunda kaldığında, dini bilgileri somut yasaklar, yani dogma olarak algılayarak korku, endişe, umutsuzluk, suçluluk duyguları geliştiriyorlar. Daha da önemlisi, çocuklara dini kavramları anlayacak yaşa gelerek kendi seçimlerini yapma hakkı tanınmıyor.
Bakanlıklara bakıyoruz. Sağlık Bakanlığını Menzil tarikatı ele geçirmiş. Aile Bakanlığı, Nakşibendi tarikatıyla protokol imzalayarak Ankara’da 31 çocuk evi açıyor. Tarikatlar altında kurulan bu evlerin masrafları ve personelin maaşı bakanlık bütçesinden karşılanıyor. İhmal ve istismar mağduru çocukları korumakla görevli Bakanlık, bu kurumlarda istismara karşı hiçbir önlem almıyor. Tarikat evlerine emanet edilen çocukların umre gezisi, iftar programları, Kutlu Doğum Haftası adı altında denetlenemeyen etkinliklere katılması Bakana yetiyor.
Geçtiğimiz günlerde de Eğitim Bakanlığı Ensar Vakfıyla bir protokol imzalamıştı. Onlarca çocuğun istismarında sorumluluğu bulunan Ensar Vakfıyla…"
"En son icraatları ise, biliyorsunuz, Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı ile il ve ilçe müftülerine de doğrudan resmi nikah kıyma yetkisi verecek bir Kanun Tasarısı hazırladılar.
Hâlihazırda zaten her il ve ilçede belediye var. Evlendirme dairelerine ulaşmak zor değilken, evlilik işlemlerini kolaylaştırma bahanesiyle getirilen bu tasarının asıl amacı dini nikahı esas nikah yerine ikame etmektir. Zaten isteyen resmi nikah yanında dini nikah da yapabiliyor. Fakat hükümetin amacı dini nikahı norm haline getirmek. Resmi nikâh yerine dini nikâhı kim istiyor? Erkekler… Kadınlar İslam inancını taşısın ya da taşımasın, her durumda resmi nikâhlı olmak istiyorlar, çünkü kadınlar için resmi nikah mal paylaşımı gibi medeni haklara erişebilmek demek… Erkekler neden dini nikâh istiyor? Birden çok kadınla evlenebilmek veya çocuklarla evlenebilmek için.
Biz tek bir dinin ve mezhebin pratiklerinin kamu kaynakları kullanılarak hayatımıza bu kadar nüfuz etmesinin yaratacağı tehlikeyi biliyoruz. Yarın, müftülere, imam nikahı kıydırmaya başlayabileceklerini, Medeni Kanunu açık açık ihlal edebileceklerini, kadınların ellerinden haklarını almaya kalkabileceklerini biliyoruz. "
"Fakat Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya göre, bu “yapay bir gündem”. Doğru, aslında Türkiye’nin gerçek gündemi, sizin bu tip tasarılarla yarattığınız gündemler değil. Türkiye’nin gerçek gündemi, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, işçi cinayetleridir. Fakat ne Aladağ'da yanan çocukların çığlığını duydular, ne Ensar’da ciddi bir travma yaşayan çocukları anladılar, ne mülteci kadınları işittiler, ne kadın erkek eşitliği için bir adım attılar. Yapmaları gereken bunlara çözüm olmaktı; fakat Hollanda’da konsolosluklarda, Mecliste, dini cemaatlerde yapay gündemler yaratmayı tercih ettiler."
"Laik devletlerde devlet yurttaşların dini özgürlüğüne karışmaz, fakat aynı zamanda hiçbir dini desteklemek için kamu kaynakları da kullanılmaz, din devlet eliyle yönetilemez. Laik bir ülkede kamu kaynaklarının herhangi bir eğitim kurumunda dini eğitim için kullanılması skandallara yol açar ve mahkemeler derhal bu uygulamayı mahkum eder. Oysa Türkiye’de bir inanç açıkça öne çıkarılıyor. Diyanetin yıllık bütçesi 6.5 milyar lira, bu da yetmiyor, hükümetten ek bütçe istiyor.
Türkiye’de 2002’de sürekli İslamcı partilerin kapatılmasından yorulmuş, bir parti, AKP, kostüm değiştirerek Batı düşmanlığını ardında bıraktığı iddiasıyla ve bir Avrupa Birliği ve demokratikleşme hedefiyle, hükümete gelmişti. Fakat zamanla Türkiye, bu hükümetin de geçmiş hükümetlerden hiçbir farkı olmadığını, merkez sağın İslamcı bir versiyonu olduğunu gördü. Yine tek çatışma, sağ hükümet ile ordu arasındaki iktidar savaşıydı! AKP tüm kamu kurumlarını ele geçirene, orduyu siyasetten silene kadar sivilleşme ve reform adıyla yürüttüğü süreci bugün açıkça otoriterce yürütüyor.
Fakat AKP, sonunda diğer sağ hükümetlerde olduğu gibi ordunun bir kanadıyla da anlaşmanın yolunu buldu. 2015 Haziran seçimlerindeki yenilgisinin ardından barış sürecine tamamen son veren hükümet, Kürt illerinde korkunç insan hakları ihlallerine yol açtı. Yüzlerce kişi hayatını kaybetti, şehirler yakılıp yıkıldı. Birleşmiş Milletler dahil pek çok uluslararası kurumun belgelediği gibi yurttaşların yaşam hakkı dahil en temel hakları ihlal edildi. Bu sırada hükümet diğer partilerin de katıldığı orduyla gizli toplantılarla bir kanun tasarısını meclisten geçirdi. Tasarıda operasyonlara katılan askerle dokunulmazlık getiriliyordu. AKP, siyaset sahnesinden sildiği orduyla da bu noktada anlaştı."
"Bu operasyonun bir ayağı da DBP’nin tüm Belediyelerini hiçbir hukukiliği olmayan bir yöntemle, kayyım atayarak ele geçirmekti. Atanan erkek kayyımların ilk işi belediyeler bünyesinde geliştirilen kadın dernek, kurum ve destek evlerini kapatmak oldu. Yerel yönetimlere bağlı kadın Sığınıkları ve kurumlarının neredeyse tümü kapatıldı. Binlerce kadın personel işten atılarak kadınlar kamusal çalışma yaşamından dışlandı ve 'Erkek Cumhuriyeti' belediyeler aracılığıyla yeniden dizayn edildi.
Türkiye halen İstanbul Sözleşmesinin gereklerini yerine getirmiyor. Şimdi önümüzde AKP’nin hazırladığı bir kanun tasarısı daha var. Mağdur Hakları Yasa Tasarısı da Meclis açıldığında Meclise gelecek. Bu tasarıyı hazırlarken de bizlere, kadınlara, kadın kurumlarına sormadıkları için, tasarıda ciddi sorunlar var.
Bizim her daim talep ettiğimiz şey, kadınlara yönelik hizmetlerin özel yapılması. Mağdur Hakları yasa tasarısında ise hizmetler kadınlara özel olarak değil; geniş bir “mağdur” torbasının içine doldurularak veriliyor. Tasarıda, İstanbul Sözleşmesi uyarınca kurulması gereken tecavüz kriz merkezlerinden bahsedilmiyor. Tasarının bir toplumsal cinsiyet boyutu olmadığından, yani kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsizliği tanımalamadığından bu eşitsizliği önlemek için gerekli tedbirleri de getiremiyor."
"Bu siyasetsizlikten en çok kadınlar zarar görüyor. Göçmen ve mülteci kadınlara şiddeti en ağır biçimde yaşıyorlar. Erkekler, Temmuz’da 20 kadın, bir kız çocuğu, bir bebeği öldürdüler. Öldürülen kadınlardan üçü göçmendi, biri Suriyeli, biri Faslı, biri Ukraynalı… Yine geçtiğimiz günlerde Suriye İlköğretim Okulu 2. sınıfta eğitim gören Raşid Oso, Okmeydanı’nda bir zırhlı akrebin çarpmasıyla hayatını kaybetti. Akrabalarının ifadesine göre, polisler olayın ardından, Oso’nun ailesinin bulunduğu Örnektepe'deki evine gidiyorlar ve Oso'nun bütün fotoğrafları ile evdeki tüm telefonların topluyorlar. Gerekçe ne? Öyle güzel bakışları var ki Oso’nun; fotoğrafları sosyal medyada paylaşılmasın. Silopi’de gece bir panzerin evlerine girmesiyle 7 yaşındaki Muhammet ve kardeşi 6 yaşındaki Furkan can verdiğinde sorumluluk alınsaydı belki bugün Oso’yu kaybetmeyecektik.
Bu parkta ihmal nedeniyle, hafriyat kamyonunun altında kalarak bir cinayete kurban giden Şule İdil Dere’yi de sevgiyle anmak istiyorum. Onun güzel yaşamı, bir daha insanların bu şekilde hayatlarını kaybetmemesi için yürüttüğümüz mücadelede bize yol gösterecek."
"Biz yaşayabilmek istiyoruz, çocuklar yaşasın istiyoruz, işçiler yaşasın istiyoruz, halklar yaşasın istiyoruz. Hem de öyle böyle değil, cüretkarca, neşeyle insanca yaşamak istiyoruz. Kadınların gülüşü, bugün buraya taşıdıkları inat adaleti kuracak, çocukların kahkahası adaleti getirecek, inanıyorum. Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa, diyoruz ya hani! Bu erkek egemen iktidar da yerinden oynar, oynayacak ve biz kadınlar çok daha özgürleşeceğiz."
"Eski AKP MYK üyesi Ayhan Oğan’a da söyleyelim: Sizin ne o hayal ettiğiniz otoriter devleti kurmanıza ne de eski oligarşi yerine kendi oligarşinizi kurmanıza izin vermeyeceğiz. Devlet içinde yıllardır süren ikili hesaplaşmalar ve iktidar savaşı kadınlara hiçbir şey vaat etmiyor. Kadınlar, bu ülkeyi yeniden elleriyle inşa edecekler. Barışçıl, eşitlikçi ve demokratik, en önemlisi tüm kadınlar için güvenli bir ülke kuracaklar."