Doğan Medya Grubu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Erdoğan Demirören’e satılmasıyla birlikte Türkiye medyasındaki hakim yapıların hepsinin 'hükümet yanlıları’nın eline geçtiğini savunan HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, "Türkiye'de medya bir bilgi kaynağı değil, bir genel lağım haline gelmiştir. Bu lağımdan uzak durmak yurttaşlarımızın zihnî ve bedensel sağlığı bakımından tayin edici önemdedir. Bu şartlar altında, Türkiye halkları bilgiye ancak ve ancak bu lağım medyasından uzak durarak, bunların ekranlarından uzak durarak, bağımsız yayınları güçlendirerek, alternatif iletişim ağları kurmak için yaratıcılığı ve zekayı harekete geçirerek ulaşabilirler” dedi.
HDP’nin, Doğan Medya Grubu’nun satışının ardından ‘medyadaki tekçiliğin ve bu durumun demokrasi açısından yaratacağı sorunların araştırılması’ için sunduğu önerge üzerine TBMM Genel Kurulu’nda söz alan Kürkçü, şunları söyledi:
"Önergemizin amacı açık: Şu an Türkiye medyasında ortaya çıkmış bulunan tekel durumunun, halkın bilgi edinme hakkını ve gazetecilerin editoryal bağımsızlıklarını ortadan kaldıran, tek yönlü bir haber akışının ve tek yönlü bir bilgilendirme rejiminin Türkiye'ye egemen olmuş olması karşısında Meclis'i göreve çağırıyoruz.
"En son, Doğan Medya Grubunun bütün varlıklarının Demirören'e satılmasıyla birlikte, şu an Türkiye medyasındaki hakim yapıların hepsi hükümet yanlısı sahiplerin eline geçmiş durumdadır. Bu satıştan önce en çok satan 10 gazetenin 7'si hükumet yanlılarının elindeydi. Şimdi tamamı Hükümet yanlılarının elindedir. Ayrıca, kamu medyası yani Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun bütün organları, Anadolu Ajansı, RTÜK, RTÜK denetimindeki bütün yapılarla birlikte aslında hem medya sahipliği hem medya kontrolü bakımından Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhurbaşkanı tarihte eşi görülmemiş, aslında Türkiye Cumhuriyetinin kurucularının bile sahip olmadıkları kadar güçlü bir haberleşme ağına ve medya kontrolü imkanına sahip olmuş durumdadırlar.
"Bu, aslında, fiilen şu anki durum itibarıyla Türkiye'deki mevcut yasaları da çelen, onları delik deşik eden bir uygulamadır çünkü Rekabet Kurumunun yaklaşımına göre, medya gruplarının, medyaya yatırım yapan işverenlerin hâkim durumunu medyada tekel oluşturmak üzere kullanması yasaya aykırıdır. Sırf bu nedenle geçtiğimiz yıllarda -2011'de- Milliyet ve Vatan gazetelerini Doğan Medya Grubu Demirören Grubuna satmak zorunda kalmıştı -bir tekel durumu oluştuğuna dair Rekabet Kurumunun ortaya koyduğu tespitler ve dayatmalar dolayısıyla. Fakat ne kadar ilginç bir paradokstur, şimdi Demirören Grubu Doğan Grubunun bütün yayınlarını satın alarak aslında Doğan Grubunun 2011'de sahip olduğu konumun aynısına yükselmiştir fakat Rekabet Kurumundan en ufak bir ses yoktur.
"Esasen olan şey şudur: Türkiye'de bilginin, doğrunun ve iletişimin tekeli iktidarın eline geçmiştir. Dünyada olmayan bir durumdur bu; Rusya'da bile durum bu değildir, Çin'de bile durum bu değildir. O nedenle, bence ve bizce, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu olağanüstü -medyada gerçekleşen- rejim değişikliği karşısında harekete geçmek zorundadır çünkü artık iktidarın faaliyetlerinin ve iktidarın bilgisinin aşağıdan, toplumun diğer kanalları tarafından denetlenmesi imkânı yoktur. En basit örneğiyle, bundan böyle seçim sonuçlarını izlemek bakımından Anadolu Ajansı dışında ve onun yaydığı bilgiler dışında başka hiçbir kanal -Türkiye'de- halklarımız için kalmış değildir.
"Buna mukabil, bugün Özgürlükçü Demokrasi gazetesinin basıldığı ve kayyum atanma girişiminde bulunulduğu, gazetenin ele geçirilme çabası içerisinde olunduğu ortadadır. Bu tekel halinin dışında kalan bağımsız yapıların tümü de son derece ağır bir basınç altındadır.
"Esasen Türkiye'de medya bir bilgi kaynağı değil, bir genel lağım haline gelmiştir. Bu lağımdan uzak durmak yurttaşlarımızın zihnî ve bedensel sağlığı bakımından tayin edici önemdedir. Bu şartlar altında, Türkiye halkları bilgiye ancak ve ancak bu lağım medyasından uzak durarak, bunların ekranlarından uzak durarak, bağımsız yayınları güçlendirerek, alternatif iletişim ağları kurmak için yaratıcılığı ve zekayı harekete geçirerek ulaşabilirler. Bu şartlar altında Türkiye aslında Hitler Almanyasının bir adım evvelindedir. Geleceğin nasıl belirleneceği meselesi, medya üzerindeki hakimiyet savaşlarının da sonucuna bağlıdır.
"Türkiye Büyük Millet Meclisi bu araştırmayı yapmadığı takdirde, aslında, olan durumu içine sindirmiş demektir. Bu durumu içine sindiren bir Meclisin durumu, medyanın durumundan daha farklı olmayacaktır. Yani, bir siyasi merkezin egemenliği altında, onun yönlendirmesi altında kendi kaderini kendi ellerinde tutmayan, sadece ve sadece hakim tepelerden yönlendirilen, yürütmenin bir aparatı haline gelmiş olan bir Meclis, yürütmenin aparatı haline gelmiş olan bir medyayı tamamladığı takdirde, Türkiye faşizmin kapısından geçecek demektir.
"Faşizm" dediğimiz zaman sadece ve sadece baskıyı değil, baskının bir özel biçimini kastediyoruz. Bu özel biçim de şudur: Yenilmeyi, yenildiğini kabul etmeyi ve yenildiğini kabul etmeyi bir şeref addetmeyi içine sindirmiş olan esirlerin, kölelerin dünyasıdır, köleliği kutsayan kölelerin dünyasıdır faşizm. Buraya bir adım kalmıştır; ya köle olduğunuzu ya da ayaklanan köleler olduğunuzu ispat edeceksiniz, şimdi onun sınavındayız."