Yerel seçimlere doğru hızla ilerlenirken AKP-MHP ittifakını, potansiyel CHP-İYİ Parti ve/veya CHP-Saadet Partisi iş birliklerini, muhalefet partilerinin kritik illerde hangi adayları görüştüklerini ve stratejilerini yoğun olarak konuşuyoruz.
Peki TBMM'nin üçüncü büyük partisi HDP ne yapacak? Biraz da bunu konuşalım istedim ve 'Ne Oluyor’un ikinci bölümünde, HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan’la konuştum.
Geride bıraktığımız seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de HDP kritik parti olma özelliğini sürdürüyor. Eski eş başkanları, pek çok milletvekili, seçilmiş yerel yöneticileri, belediye başkanı tutuklu. Böyle bir ortamda seçime girecekler.
HDP ittifaklara nasıl bakıyor? Muhalefet partileri ile görüşüyor mu? Yerelde özellikle iktidar partisiyle nasıl rekabet etmeyi planlıyor? HDP’ye daha önce oy vermiş kesimlere yeni ne söyleyecekler? Cevaplarını HDP’nin kurucularından Meclis Plan Bütçe Komisyonu üyesi Garo Paylan’dan dinleyelim.
Paylan, “Türkiye’nin yeni bir başarı hikayesi yazması şart ve zamanı geldi" diyor....
"HDP’nin başına gelenlerin yüzde biri başka bir partinin başına gelseydi..."
Yerel seçimlere doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan AKP adına adaylarını açıkladı. MHP’nin 'jestini' biliyoruz. Şimdi sırada CHP’nin açıklayacağı adaylar var. Bu arada tabii HDP özellikle doğu ve güneydoğu illerinde kritik, önemli parti. Biraz stratejinizi konuşmak istiyorum ama önce şöyle başlayalım; hazır mısınız yerel seçimlere? Önünüzde nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?
Garo Paylan: Biliyorsunuz 'Barış Süreci'nden, her şeyin iyi gittiği bir dönemden, demokrasi adımlarından herkesin faydalandığı bir dönemden çok karanlık bir döneme geçtik. 2015’e kadar baktığımızda her şey iyi gidiyordu. 2015 sonrasında hem siyasi anlamda çok dar bir kanala, karanlık bir tünele girdik hem de ekonomik bir krizin içine sürüklendik.
Ve bu süreçte HDP’nin biliyorsunuz 20 binden fazla üyesi göz altına alındı ve hâlâ 7 binin üzerinde üyesi tutuklu. Eski eş başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, pek çok milletvekilimiz tutuklu; belediyelerimize kayyım atandı, bunun ötesinde basın üzerindeki, yargı üzerindeki baskılar arttı. Demokrasimiz çok karanlık bir tünele girmiş durumda ama buna rağmen, HDP’nin başına gelenlerin yüzde biri dünyadaki herhangi bir partinin başına gelseydi, mesela AKP’nin başına gelseydi, ortada AKP diye bir parti kalmazdı, dünyada herhangi bir parti kalmazdı.
Ne mutlu ki HDP hâlâ dimdik ayakta ve mücadele etmeye devam ediyor. Bu anlamda ben partimle gurur duyuyorum. Çünkü biz haklıyız. Biz makam, mevki, şan, şöhret, para, pul peşinde olmadığımız için, özgürlüklerin peşinde olduğumuz için, demokrasin peşinde olduğumuz için hâlâ ayaktayız. Tutuklanan her arkadaşımızın yerine ne mutlu ki defalarca üyeler aday oldular. Bir ilde beş kere yönetimi tekrar atamak veya seçtirmek zorunda kaldık. Çünkü beş kere aynı üyeler tutuklandı. 10’larca 100’lerce ilde, ilçede benzer operasyonlarla karşı karşıya kaldık. Buna rağmen ayaktayız. Şimdi yerel seçimlere gidiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan manipülasyonlarla, yaratılan büyük baskınlarla bir şekilde Tayyip Erdoğan gücü eline aldı. Meclis şu anda büyük oranda işlemiyor. Yürütmeyi dengeleyip denetleyemiyoruz. Çünkü Tayyip Erdoğan Meclis'te konuşturuluyor AKP-MHP çoğunluğuyla beraber. Şimdi devranı döndürmek için önümüzde fırsat var. Tekrar halkın önüne çıkacağız Partimiz tabii ki ciddi dezavantajlarla seçime girecek ama çok iddialıyız. Halkta derin bir öfke var. O derinden gelen dalga denir ya, bu şu anda özellikle bize oy veren seçmenlerde şu anda hakim.
Yeter ki özgür bir sandık ortamı olsun ve biz şu ana kadar kayyım adına bütün belediyeleri geri alacağımıza eminiz. 103 belediyemiz vardı, onların tamamını geri alacağız. Aynı zamanda 150 belediyeye çıkmak gibi bir hedefimiz var. 150 belediyeyi kazanmak. Bunun yanında da batıda demokrat adayların kazanmasını istiyoruz. Bu gerek bizim adaylarımız olabilir, gerek bu AKP-MHP faşizan iktidarına karşı onların göstereceği adaylara karşı yerelde belirlenecek en demokrat adayların kazanması için de elimizden gelen mücadeleyi yapmaya çalışıyoruz. Bu konuda da pek çok yerelde görüşmeler olacak, oluyor. Bu anlamda yerelde oluşabilecek ittifaklar konusunda da partimiz zaten görüşünü belirtti. Bu konuda da her türlü görüşmeye desteğe dayanışmaya hazır olduğumuzu açıkladı.
Bekir Ağırdır’la yaptığımız söyleşide şunları söyledi: "Artık bundan önceki seçimlerden daha farklı bir ortam var Türkiye’de, bunu iyi okuyan kazanacak ve şu anda bunu en iyi okuyan MHP. AKP'yle var olan kutuplaşmadan o karlı çıkıyor. Bugün ittifak yapmadan AKP tek başına da kazanamıyor. Dolayısıyla irtifaklara herkes gitmek zorunda ama konjonktürü okuyamayan partilerden biri de HDP. Çünkü HDP’nin tabanının artık başka bir talebi var bu bir; ikincisi de dünyadaki, en azından Orta Doğu'daki Kürtlerin mücadele sebeplerine yönelik konjonktür değişti. Hâlâ aynı yerde ısrar ederse kaybetmeye mecbur." Buradan yola çıkarak siz değişen konjonktürü okuduğuzunu düşünüyor musunuz? Ya da bir öz eleştiri yaptınız mı? Sizin şahsınızda değil tabii parti için soruyorum.
Ben partinin kurucularından biriyim. Uzun süre yöneticiliğini yaptım, hâlâ da sorumlu yöneticilerinden birisiyim. Partimizi kurarken hangi noktadaysak aynı noktadayız. Türkiye’de eşitlikçi bir demokrasi, eşitlikçi bir anayasa ve adalet peşindeyiz. Ama sorun şu; diğer partiler başka yere savruldular. Mesela AKP reform iddiasıyla kurulmuş bir partiyken MHP’yle birlikte aşırı sağa savruldu. Aslında hep şunu derler ya ‘MHP AKP’ye eklendi’. Bence tam tersi. AKP, MHP’ye eklendi. Çünkü ideolojik anlamda AKP o ideolojiyi giydi. AKP içinde bundan ciddi rahatsız kesimler var ama seslerini çıkaramıyor.
Varlar mı?
Varlar tabii. AKP’li vekillerle konuşuyorum. Sohbetlerimiz tabii açık ortamda olmuyor; kulisler çok rahatsız, o kadar çok vekil var ki: "Bizim iddiamız bu değildi. Bir Türkiye’ye demokrasi taşımak için geldik ve MHP’ydi bizim karşıt olan ideolojimiz. Biz demokrasiyi vadettik ama geldiğimiz yerde ‘MHP’ye yedeklendik" diyor. AKP milletvekilleri bunu söylüyor.
MHP’liler tam tersini söylüyorlar; "Biz niye AKP’ye yedeklendik" diye. Siz ise ruh halinin değiştiğini söylüyorsunuz.
Hayır böyle değil. İdeolojik iktidar MHP’dir, AKP de buna yedeklenmiş durumda. MHP, yüzde 10'luk oyuyla kilit parti olarak görüyor kendini. Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP MHP’ye taviz vermek zorunda kaldı. Yerel seçimlerde yüzde 50 artı hedeflediği için büyükşehirlerde MHP blöf yaptı "Biz ortaklıktan vazgeçiyoruz" diye ve AKP’yi daha da mecbur kıldı. AKP bir büyükşehir vereceğine şimde göreceğiz ki daha fazla büyükşehirde MHP adaylarını çıkaracak.
Anadolu'da, özellikle AKP’nin güçlü olduğu yerlerde dengenin MHP lehine değişeceğini ve bundan sonra çoğunlukla MHP’nin etkili olacağını düşünüyorsunuz?
Hayır öyle değil. Belli şehirlerde tabii ki AKP daha güçlü, oralarda MHP’ye ihtiyacı olmayabilir. Ama Ankara, İstanbul, Antalya'da; Balıkesir diğer pek çok diğer şehirde MHP blöfünü yaptı ve maalesef AKP buna mağlup oldu. Diyorum ya milliyetçi bir parti, AKP’yi yedeğine almış durumda ideolojik anlamda. Diğer cepheye bakalım. Bir İyi Parti-CHP birlikteliği var. İyi Parti'nin kuruluşunu hatırlarsanız; "Türkiye’ye demokrasi getireceğiz", "Türkiye aşırı milliyetçi, ırkçı bir hezeyan içinde" diye bir vaatle Meral Akşener ortaya çıkmıştı. Güya merkez sağdan bazı kişileri koymuştu ama baktığımızda savrulduğu noktada o da aşırı sağ refleksler veriyor. Hatta MHP’den daha da öte.
"Suriyeli mülteciler geri gitsin" diyebilen, Kürt meselesinde herhangi bir açılım yapamayan, MHP’den daha sağda oynayan bir İyi Parti gerçekliği var. İyi Parti-CHP birlikteliğinde de milliyetçi refleksleri maalesef görüyoruz. Aslında HDP durduğu yerde duruyor ama iki cephe de daha milliyetçi tavır gösteriyor. Zaten AKP-MHP birlikteliğiyle bizim herhangi bir şekilde temasımız dahi olamaz. Çünkü onlarla mücadele ediyoruz. Ama CHP, İyi Parti birlikteliğinde mahçubiyet çerçevesinde HDP’yle herhangi bir temas kurmakta sıkıntı çekiyor. Maalesef benim görüşüme göre İyi Parti’nin bu milliyetçi refleksleri dolayısıyla HDP’yle olan görüşmelerinde daha mahcup tavırdalar."
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı olmamış mıydı?
Garo Paylan: Öyle oldu. Siyaset cesaret işi. Şöyle bakalım; AKP-MHP madem ki aşırı sağa kaydı son derece milliyetçi bir iktidarken bunun panzehiri nedir? Merkez boş. Demokrasi tarafı boş. Merkez sol, merkez sağ boşta. Böyle bir panzehir ortaya koymak gerekiyor. O konuda cesaret göstermek gerekiyor. Ben bu konuda CHP’nin yeteri cesareti gösteremediğini düşünüyorum. Ve İyi Parti’nin refleksleriyle beraber HDP’ye karşı daha çekingen adımlar çerçevesinde yürüdüğünü görüyorum.
CHP ile HDP arasında şu an yoğun bir temas yok o zaman ya da görüşme yaşanmıyor?
Bunlar şöyle oluyor; yerelde dirsek teması şeklinde. Bu çok doğal. Zaten biz böyle öngördük. Merkez yürütme kurulumuz bunu böyle ortaya koydu. Bu anlamda yerel iş birlikleri söz konusu olacaktır.
Diyorsunuz ki ortada bir mevcut boşluk var, demokrasiyi savunan. Dolayısıyla dolayısıyla daha milliyetçi tandaslar kazanıyor. Bu noktada HDP’ye şöyle bir eleştiri getiriyor; o taraf Türk milliyetçiliğine ya da genel olarak milliyetçiliğe savrulurken, -ki bu dünyanın genelinde de böyle, HDP de tam tersinden Kürt milliyetçiliğine yönelmek durumunda kalacak. Oraya sıkıştırılacak. Özellikle büyük şehirlerde yaşayıp 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye or veren, Kürt kökenli olmayıp farklı kimliklerden Türkler de buna dahil. Ama beklentileri demokrasi özgürlüklerden yana olan o kesime tekrar hitap edebilecek misiniz? Çünkü oranın oyunu bir sonraki seçimlerde ve 'hendek meselesinde' kaybettiniz.
Şu anda AKP’nin kullandığı aygıtı, medyayı bana verin, bir hafta içinde Tayyip Erdoğan’ı dünyaya rezil edebilirim. Bu bir hafta sürer. 3 yıldır her gün her gece o aygıt bütün televizyonlarıyla, gazeteleriyle, trolleriyle HDP’ye küfrediyor. Bu algı operasyonuyla önyargıları, algıları belli anlamda değiştirebilirsiniz.
Biz şunu gördük; birkaç ay önce seçime gittik ve yüzde 12 oy aldık. Bütün dezavantajları düşünün: Cumhurbaşkanı adayınız iki yıldır rehin, partinizin binlerce üyesi hapsedilmiş, medya her gün size karşı algı operasyonları yapıyor ve yüzde 12 oy alıyorsunuz. Bir kere o hakkı teslim edelim. Bu büyük bir başarıdır net.
Yerel seçimlerde göreceksiniz, -sandık başlarına büyük baskılarla karşı karşıya kalmazsak, seçim sürecinde çok büyük saldırılarla karşı karşıya kalmazsak ki kalsak dahi söylüyorum bizim inadımız çok güçlü. Onların zulüm inadı var, bizim mücadele inadımız var. Biz 103 belediyeyi 150 belediye yapacağız. Yerellerde de eğer ki CHP ve diğer partiler demokrasi anlamında, demokrat adaylar gösterme konusunda cesaret gösterebilirlerse; göreceksiniz büyükşehirleri de AKP-MHP blogundan alacağız.
Ama siyaset cesaret işi. "Hadi gel arka kapıda görüşelim, hadi şu olsun hadi bu olsun". Olmaz. Seçmen bunu kabul etmez. Bu anlamda cesaret gösterip bütün demokratların bir araya gelip bir şekilde bu aşırı milliyetçi savrulmaya karşı bir panzehir oluşturmamız gerekiyor.
Ancak sizden tam cevabımı alamadığımı düşünüyorum. Tamam, AKP’nin iletişim stratejisi bu yönde ve zaten geçenlerde yaptığı açıklamayla sinyalini verdiler: "Daha önce hendeklerde nasıl gömdüyseniz, bugün de sandıkta gömün terör örgütünün uzantısı olan partiyi." HDP’ye yönelik sözlerin belli ki dozu artarak seçim döneminde devam edecek. Ben HDP özelinde sorayım; HDP özellikle büyükşehirlerde kendisinden uzaklaşan eski seçmenlerine -bu dezavantajları da göz önüne alarak, oyunu artırabilmek için yeniden kendini anlatma arayışına girecek mi, yeni bir iletişim stratejisi uygulayacak mı? Dışarıdan bakıldığında da HDP yönetiminden istifalar geldi, sanki HDP de savrulmuş gibi duruyor. HDP’nin yeni stratejisi dili ya da üslubu nasıl olacak?
Aslında yenisi eskisi yok. Ben mesela Ermeniyim. Partimizin merkez yürütme kurulunda Kürtler azınlıktadır kimse bunu bilmez. Milletvekillerimiz içinde her renkten insan var. Ne mutlu ki bu kadar baskıya rağmen geçen dönemi biz 60 milletvekili ile başladık 60 milletvekili ile bitirdik. Tek bir kişi istifa etmedi. Bu dönemde de 67 milletvekili ile başladık 67 milletvekili ile devam ediyoruz. Yani bu birliktelikten ayrılan kimse yok. Çünkü herkesin derdi eşitlik. Bu yalnızca Kürdün meselesi değil. Ben bir Ermeni olarak, siz bir Türk olarak gazeteci olarak özgürlük arayan insanlar olarak birikte mücadele veriyoruz.
Şunu da söyleyeyim, biz birkaç ay önce gördük ki yapılan seçimlerde oy kaybetmedik. Batıda oyumuzu artırdık. Tam tersine bölgede baskılar yüzünden bir bölüm o da çok küçük bir noktada oyumuz azaldı yüzde 12 oy aldık ve tüm baskılara rağmen. O anlamda ben oyumuzda herhangi bir düşüş olduğunu düşünmüyorum ama tabii ki bu algı operasyonları sonucu bir bunalma olabilir. Buna karşı da propagandamızı yapacağız. En büyük farkımız şu; biz yerel demokrasiyi savunuyoruz, adil ve merkeziyetçiliği savunuyoruz.
AKP ne yaptı; bütün gücü merkeze aldı. Güç bir şekilde Mecliste'ydi, bütün gücü aldı 'saray'a götürdü, tek bir adama bağladı. Şimdi artık Ağrı'da bir köprü yapılması bile Tayyip Erdoğan’ın onayından geçiyor ve müteahhitin kim olacağına Tayyip Erdoğan karar veriyor. Oysa biz ne diyoruz? Kararlar yerelden alınsın. Sinop’a nükleer santral yapılma kararını Tayyip Erdoğan vermesin, veremesin.
İstanbul’a 3. köprü yapımının kararını yine İstanbullu versin. İzmir’de metro yapılacaksa İzmirli kararını versin. Trabzon’da derenin kenarına kent kurulmasın, HES’ler yapılmasın, bunlara Trabzonlu karar versin. Bizim alameti farikamız bu. Kararların yerelden alınmasını savunuyoruz. Yerel demokrasiyi savunuyoruz. Bu iddiamızı anlatacağız . Bunu İstanbul’da da İzmir’de de, Trabzon’da da, Hakkari’de de anlatacağız. Bunun teveccüh bulacağını düşünüyorum. Çünkü iktidarın yerel demokrasi konusunda yani yerele güçlerin dağılması konusunda bir iddiası yok. Oysa biz yetki, söz, kararın yerelde olmasını savunuyoruz. Merkezdeki de bir koordinatör yönetim olmasını savunuyoruz.
CHP’nin İyi Parti’yle olan dirsek teması nedeniyle cesaretsiz davrandığını söylüyorsunuz. Tabandan kaynaklanan da kaygıları var. CHP’ye bir mesajın olur mu?
Yalnızca CHP’ye değil, İyi Parti’ye de Saadet Partisi’ne de... Bakın şöyle söyleyeyim; hakkı teslim edelim. Tayyip Erdoğan’I çözüm sürecinde hatırlayalım. Bütün basınçlara rağmen yani diğer tüm partilerin basıncına rağmen sonuna kadar çözüm sürecinin devamı konusunda pozisyon almıştı. Bu cesaret meselesi. O zaman "Sonuna kadar barış" diyordu, "Analar ağlamasın" diyordu bütün saldırılara rağmen. Toplumun yüzde 75’i, -bakın çok küçük bir oran değildir 'Barış Süreci'nin, 'Çözüm Süreci'nin arkasındaydı. Bütün anketler bunu gösteriyordu ve Tayyip Erdoğan bu anketlere bakıp "Evet ben buna yürümeliyim" diyordu ama ne yapıldı? Darbe dinamiği o 'Çözüm Süreci' masasını dağıttı ve sonrasında da Tayyip Erdoğan o yolda devam etti, o dar bir yere hapsoldu.
Madem çözüm isteyen yüzde 75 bir yere kaybolmuş değil, biz zaten bunu savunuyoruz. Bizim elimizi tutacak bir iddia bu yüzde 75’i tekrar ikna edebilir. Yeter ki bu iddiayı ortaya koyacak bir liderlik bir siyasi parti bir hareket olsun. Topyekün siyasi partilerin işi de değildir bu. Basın, sivil toplum ne kaldıysa hep berabere bu iddiayı tekrar ortaya koymalıyız. Türkiye toplumunu çatışmadan değil çözümün müzakereden, konuşmalardan geçtiğine ikna etmeliyiz. O alan boş. Tekrar eminim ki bir gün bir iddia, bir siyasi hareket, "Biz buna hazırız" diyecek, bizim elimizi tutacak ve biz tekrar yüzde 75’i yüzde 80’e barışa ikna edeceğiz.
Önemli olan bu iddianın ortaya çıkması. Tayyip Erdoğan ne yapıyor "Vay siz HDP’yle mi konuşuyorsunuz" diyor bir anda ve CHP o konuda cesaret göstermiyor. "Yok yok konuşmuyoruz aslında" diyor ve ne oluyor? HDP’lileri de bu konuda küstürüyor. "Ya nasıl konuşmuyorsun? Niye konuşmuyorsunuz? Niye, konuşsan ne olacak? Biz de bir siyasi partiyiz" noktasında. Halbuki cesaret göster. Biz demokrasi yolunda olan herkesle konuşabiliriz. Saadet Parti’yle, İyi Parti’yle de HDP’yle de diğer partilerle de.
Konuşsalar CHP tabanından oy kaybeder mi?
Hayır kaybetmezler. Buna eminim. CHP tabanının da çocukları tweet attığı için hapse giriyor. Özgür bir medya okuyamıyorlar. Her gün gelecek kaygıları var. Çocukları yurtdışına gitmek istiyor. Herkesin gelecek kaygısı var. Bugün Türk ve Kürt'ün gelecek kaygıları ortaklaşmıştır. Ortada faşizan bir rejim var. Bunun panzehirini bulmamız lazım. Bu konuda da cesaret göstermek gerekiyor. Maalesef şu anda biz bu cesareti göremiyoruz. Seçimlere 4 ay var. Bu cesareti ortaya koymalıyız. Ne derlerse desinler biz bu ülkenin çocukları olarak ülkemizi demokrasiye taşıyacağız. Türk, Kürt, Ermeni her beraber diyebilmeliyiz. Bunu dediğimiz anda emin olun o karanlığı savunanlar, o korku imparatorluğu bir anda dağılıp gidecektir.
Bu anlamda CHP, hatta belki İyi Parti bile merkeze oynuyor. Sivil toplum tarafından onların da yalnız bırakıldığını düşünüyor musunuz? CHP ya da İyi Parti’nin atacağı herhangi bir adıma destek verecek olan bağımsız örgütler, -mesela TÜSİAD, geçmiş zamanda raporlar yayınlıyordu. Bunların örgütlenmesinden destek bulabilseler daha cesaretli olurlar mı?
Mesele şu aslında, siz siyasette çekim alanı yaratırsınız ve bütün sivil toplum örgütleri oraya bakar. Ama AKP bir korku imparatorluğu yarattı. Benim yanımda olmayan bertaraf olur dedi ve bertaraf ediyor. O bütün kuruluşlar da "Ben şimdi orada gözükürsem başıma iş gelir" diye bakıyor. Oysa siz bir rüzgar, bir çekim alanı yaratırsanız ve muktedirin kaybettiğini gösterirseniz bu tarafın kazandığını gösterirsiniz. Demokrasi tarafının kazandığını gösterirseniz bütün sivil toplum örgütleri size bakar, hatta bütün dünya size bakar.
AKP bir hikaye yazmıştı ilk kuruluş döneminde ve dünyada bir heyecan yaratmıştı değil mi? Bütün gazeteciler uçaklara dolup Avrupa Birliği'ne gidiyordu, Brüksel'de raporlar… Herkes Türkiye’nin demokratik bir ülke olma iddiasına bakıyordu o zamanlar ve bu AKP’ye bir yol aldırdı. Ama Türkiye’nin her zaman reformist iddiası olan bir partisi olmuştu, şimdi yok. HDP var bu anlamda ama HDP’nin muhattabı yok. Diğer anlamda o çekim alanını yaratacak demokrasi birlikteliği yok. Bu yönde cesareti ortaya koymak lazım. O zaman emin olun TÜSİAD da, sendikalar da, bütün sivil toplum örgütleri de, hatta Avrupa Birliği de oraya doğru bakar. Evet Türkiye’nin ihtiyacı olan böyle bir iddia diye bakar ve o bir çekim alanı yaratır.
AKP de bakar mı o zaman?
AKP de bakar. Bakın Tayyip Erdoğan oportünist bir lider. O sadece anketlere bakıyor. Ben barışa yürüyorum; oy mu kazanıyorum, oy mu kaybediyorum diye baktı. En sonunda maalesef o darbe dinamiği bunu manipüle ettiğinden beri oy kaybetti ve MHP’ye döndü.Yarın öbür gün MHP ile birlikteliğinden dolayı çok oy kaybettiğini görürse ve başka bir iddia çekim alanı yaratılır, AKP’nin oyları da bu tarafa doğru çekilirse Tayyip Erdoğan da döner. Hatta AKP içinde size emin olarak söylüyorum en az 3'te 2'si mevcut durumdan rahatsız. Onlar da bu durumdan döner. Tayyip Erdoğan dönmezse onlar dönerler.
CHP ve diğer partilerin, sivil toplumun HDP’yle birlikte yaratacağı bu rüzgarla AKP de aslında tekrardan reformist kimliğine dönebilecek ortamı bulur diyorsun. Aslında zaman zaman bir yoklama geliyor, her seferinde reddediyor, asla bir daha asla ve katta bir daha dönmeyeceğiz çözüm sürecine deniyor ama…
Tayyip Erdoğan siyasi hayatında kaç defa asla asla diyip de manevralar yaptı.
Mesela Hulusi Akar en son sizin de olduğunuz meşhur Meclis Bütçe Plan Komisyonu’ndaki atışmasında "Ya biz dersimizi aldık aslında, bu çözüm sürecinden de çıkardığımız tecrübeler var. Şu anki durumdan da çıkardıklarımız var" diye konuştu. Siz sinyal görüyor musunuz?
Tayyip Erdoğan pragmatik ve oportünist bir lider. Şimdi basınç olmadığı sürece gücü o elinde tutuyor. Yürütme gücünü o elinde tutuyor. Meclis'te de pek çok parti var. Tayyip Erdoğan bir duvar görürse, bir sopa görürse veya toplumdan, uluslararası kamuoyunda basınç görürse manevra yapabilen bir lider. Şu anda bu basıncı kurabiliyor muyuz? Bence yeterince kuramıyoruz. Bahsettiğimiz demokrasi cephesi bir çekim alanı yaratabilirse, "Ben burada kaybediyorum, başka bir iddia çok daha parlıyor" diye görebilirse veya sivil toplum, basın cesaret gösterip toplumu iyiliğe doğru barışa doğru demokrasiye doğru çekecek hamleleri yapabilirse...
Avrupa Birliği'nden yetkililerle görüşüyoruz, "Siz de eskiden demokratik bir Türkiye iddiasını sevmiştiniz, Müslüman çoğunluklu bir ülkenin demokrasi olma iddiası çok parlak bir fikir olarak geliyordu, şimdi o iddiaya küstünüz. Şimdi Türkiye’den bir şey olmaz diye bakıyorsunuz. Ama siz bir şey olmaz diye Türkiye’yi yalnızca tampon ülke olarak görmeye devam ederseniz, mülteciler burada bir süre kalır ama Türkiye iç barışını bulamaz, yoksullaşır. Belki siz birkaç bin mülteciden korkarken milyonlarca Türkiyeli mülteci size doğru akabilir" diyorum. Türkiye’nin barışı, Avrupa'nın da güvenliğini ve demokrasisini ve refahını sağlar. Bu iddiaya onlar da bakabilirler. Bu hikayeyi beraberce parlatabilirsek dışardan da bir basınç görür ve o anlamda siyasette bütün taşlar yerinden oynar.
AKP’nin ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adım atmamasını biraz da Bekir Ağırdır’ın söylediği gibi bölgede konjonktürün değişmesine bağlıyor musunuz?
Ben böyle bir konjonktür olduğunu düşünmüyorum ama sorun şu; bu bölgenin halklari, -Araplar, Türkler, Kürtler maalesef birbirlerine kıyıyorlar. Amerika ve Rusya orada at koşturuyorlar. Her an her türlü manipülasyon yapabilirler. Birbirlerine vurdurabilirler, birbirlerine kırdırabilirler. Peki burda kim kaybeder? Bu ülkenin halkları kaybeder. Ülkemizde de Arap, Türk, Kürt, Ermeni bütün halklar var. Suriye’de de aynı şekilde. Biz birbirimizle konuşabilmeye başlarsak, uzlaşmaya, çözüm arayışları başlarsa Amerika'ya, Rusya’ya ihtiyacımız yok.
Türkiye, mesela bir bakıyorsunuz Amerika’ya yaklaşıyor. Amerika Türkiye’ye yaklaşınca Ruslar Türkiye’ye yaklaşıyor. Tersi olduğunda da Ruslar uzaklaşıyor Amerikalılar yaklaşıyor. Afrin’de gördük, kaybeden Kürt oldu, kaybeden Türk halkı oldu. Kazanan Ruslar oldu. O anlamda hep beraber kazanmak için halkların yani temsilcilerinin konuşmaya başlaması önemli olan. Bunu başaramadığımız için de Rusya ve Amerika hala bölgede bence daha fazla hegemonya kuruyorlar.
"Örgütün uzantısı, partisi" meselesinde Türkiye’deki seçmene bir şey söylemeniz gerekiyor. "Özür dilemeleri gerekiyor hendek meselesinde, bu konuda bağlarını koparmaları gerekiyor" deniyor. Buna ne diyeceksiniz? Gerçekten HDP’nin bu anlamda bir dil değişikliği ya da özeleştirisi var mı?
HDP zaten bu çatışmalı sürecin bitmesi için var olan bir parti. Çatışan taraflar belli, çatışmaya gerek yok diyoruz. Bütün bu halkın temsilcileri olarak diyoruz ki biz meclisteyiz gelin bu işi konuşarak müzakere ederek çözelim. Müzakere ederek çözersek, konuşarak çözersek zaten çatışmaya gerek kalmayacak. Çatışmanın panzehiri nedir? Konuşmaktır. Öbür türlü çatışma olur. Bölgedeki bütün halklar birbirini kırıyor ve şu anda, Suriye’nin halini görüyoruz.
"Türkiye’de de çatışmaya girildiği anda darbe dinamiği devrededir" dedi Sayın Öcalan ve ne oldu, darbe oldu sonuç olarak. Darbeye doğru yüründü. Bu darbe dinamiğinin devrede olduğunu göremedi AKP. Biz defalarca uyardık. İki polisin öldürülmesi, Ceylanpınar, Sur havalimanı saldırıları, Ankara ve İstanbul’daki saldırılar, bütün patlamalarda bir darbe dinamiği var dedik. Ve biz oraya gittiğimizde, bakın Selahattin Demirtaş o zaman 2 tane bakanımız vardı, 45 milletvekili gittik. Orada komutanlar bizi sokmuyorlar. Neden sokmadılar? Çünkü biz gitsek çatışmaları durdururduk. Onlar çatışmanın durmasını istemiyorlardı. O yüzden bizi Cizre’ye sokmadılar. O yüzden Cizre, Sur, Silopi yakıldı, yıkıldı. Sonuçta darbeye yüründü. Oradaki komutanların hepsi de Fethullahçı örgütten şu anda darbeci olarak tutuklandılar. Yani birisi başımıza çorap ördü.
Çatışmalı süreçlerin sonunda hep darbeler olur olmuştur memlekette. Yeni süreçte Tayyip Erdoğan diyor ki "Ben çok güçlüyüm." Etrafına bir baksın, etrafında yalnızca güvenlikçiler var. Güvenlikçiler bugün silahı eline alırlar, yarın siyasetinize ortak olurlar. Şimdi olmak üzereler. Siyaset altımızdan kaymış durumda. Siyaset nedir? Toplumsal çatışma alanlarına çözüm bulma sanatıdır. Benim iddiam ne? Çocuklarıma demokratik bir Türkiye hediye etmek. Bunu nasıl yaparım? Konuşarak uzlaşarak yapabilirim. İşi orduya verdikten sonra o konuşamaz ki çözemez ki benim meselemi. HDP bu iddiayı savunuyor. Bu iddiayı savunduğumuz için biz ordayız. Çatışmayı bitirmek için ordayız. Diğer türlü çatışırsınız ama başka birileri ellerini ovuşturur çatışmalarda ve darbeye doğru yürürler. Ülkenin üzerinde oyun oynarlar.
Hani ülke üzerinde oyun oynamaktan bahsediyor ya AKP. Bunu kesmenin yolu ne? Gidin İngiltere üzerine oyun oynayın bakalım nasıl oynayacaksınız? Basın özgür, her şeyi yazabiliyor. E yargısı var, sivil toplum örgütleri, meclisi çalışıyor, dengeliyor yani yürütmeyi. E nasıl oyun oynayacaksınız? Türkiye’de hangi kurum işliyor? Bir tek saray var. Saray ve etrafındaki güvenlikçiler. Vuralım kıralım asalım keselim hapsedelim. Başka bir şey biliyorlar mı? Ama siyasetin görevi ne? Toplumsal çatışma alanlarını çözmek. Memlekette bir Kürt meselesi var, memlekette Alevi meselesi var, memlekette basın özgürlüğü meselemiz var, hukuğun üstünlüğü meselemiz var. Bunları çözmek siyasetçinin işi ama malesef siyaseti saraya kaydırdığı zaman tek adama bağladığı zaman bunlar olmuyor.
Kendine risk alanı mı yaratıyor diyorsunuz?
Evet. Tayyip Erdoğan inanın kendisi için büyük bir risk alanı yaratmış durumda ve bu kadar gücü bir insana bağlarsanız ve her şeyi tek adama bağlı olduğunu bilirseniz o tek adamla uğraşmaya başlarsınız. Ama riski, yani gücü paylaştırırsanız... Amerika’da siz nereye darbe yapacaksınız? Kongre var, Senato var, her eyaletin kendi meclisi var, yargısı var, gazetesi var, basın var. Nereye darbe yapacaksınız? Ama burada hepsini kendine bağladığı için en büyük risk Tayyip Erdoğan’dadır.
Adaylarınız çok önemli olacak çünkü kayyımlar var. Orada propaganda açısından nasıl bir strateji uygulayacaksınız? Bir de tabii çıkaracağınız sürpriz adaylar var mı? Güçlü adaylarla geliyor musunuz? Mesela Ahmet Türk gibi, HDP’nin ve Kürt siyasi hareketinin 'akil adamları', 'ak saçları' diyebileceğimiz isimlerle mi geleceksiniz, yoksa daha genç adaylarla mı?
Bizde gençler de var, ak saçlılar da var. Eş başkanlık çerçevesinde olacak. Bu anlamda elbette bilinen isimler de olacak ama önemli olan yerel yönetim iddiamızdır. Bunu halkımıza anlatacağız. Temel hedefimiz de şu; bütün kayyımları geldikleri yere, saraya geri göndereceğiz. Ama özgür seçim şartlarının yaratılması çok önemli. Bütün siyasi partilere sorumluluk düşüyor. Süleyman Soylu’nun tavrıyla anlaşılıyor ki, onlar baskıyla şiddetle, toplumu korkutarak seçim kampanyası yapacaklar. Bizse cesaret kampanyası yapacağız ve halkımız da eminiz ki yanımızda olacak. Yeter ki sandıkları özgür kılalım, serbest seçim şartlarını yaratalım. Bu bir tek HDP’nin sorumluluğu değil, bütün siyasi partilerin özellikle bölgede sorumluluk alması gerektiğini düşünüyorum.
AİHM’in Demirtaş kararıyla ilgili ne bekliyorsunuz önümüzdeki süreçte?
Türkiye, bir hukuk devleti olmaktan çıkmıştı, artık kanun devleti olmaktan da çıkıyor. Anayasa’nın ilgili hükmü uluslararası anlaşmaların uygulanacağını ve iç hukukun üstünde olduğunu söylüyor. Mahkeme kararına uymayacağım diyen bir cumhurbaşkanı var. Bugün bu Demirtaş’ın başına gelebilir, ama iç hukukta gadre uğrayan bütün vatandaşlarımız için de Avrupa denetimi kaldığı anlamına geliyor. Demirtaş’ın başına gelenlere sessiz kalırsak, emin olun yarın herhangi bir vatandaşımız AİHM’den çıkan kararla güvence altında olamayacak. Bu da zaten özgür olmayan yargının herhangi bir denetimden geçemeyeceği anlamına geliyor. Erdoğan bu durumu normalleştirmeye çalışıyor.
Demirtaş tamamen bir siyasi rehindir, siyasi açıklamalarından, önerilerinden dolayı rehindir. İki yıllık rehinliğine AİHM, “Yaptığınız hukuksuzdur, derhal serbest bırakın” dedi. Ama Türkiye bu karara uymuyor ve bunu normalleştirmek her şeyin Erdoğan’ın iki dudağı arasında olacağını söylemektir. Türkiye yargısına güvenmiyorduk ama hiç yoksa AİHM var diyorduk, şu anda Erdoğan, Demirtaş’la bu durumu normalleştiriyor. Yarın emin olun sevmediği her vatandaşımızı aynı uygulamayla karşı karşıya bırakmak isteyecek.
Kulislerde, HDP yönetiminin Demirtaş ile arasına mesafe koyduğu, gerektiği kadar sahip çıkmadığı, ayrışmaya gidildiği, Demirtaş’ın hatta belki ileride farklı bir parti kurabileceği, arada soğuk rüzgarlar estiği çokça konuşuluyor. Öyle mi?
Böyle bir şey söz konusu olmaz. Bakın biz 6 milyonun üzerine oy aldık. Bu 6 milyonun tamamı Demirtaş’a aşıktır, bırakın sevmeyi. Hepsi odalarında, iş yerlerinde, dükkanlarında, taksilerinde Demirtaş’ın fotoğrafını asar. Bir siyasi parti bu kadar sevilen, Türkiye siyasetinin yakın dönemde yetiştirdiği en parlak siyasetçiyle arasına mesafe koyacak. Böyle bir şey yok. Bu gerçekten akla ziyan bir düşünce.
Biz eleştiri ve özeleştiri mekanizmaları olan bir siyasi partiyiz. Demirtaş parti yönetimimizi eleştirmiştir, açıktan yapmıştır. Bu da bizim hep yaptığımız bir şey. Biz birbirimizi sonuna kadar eleştiririz ama yoldaşça çıkarız kurullardan. Demirtaş benim yoldaşımdır. Bir yoldaş bir yoldaşı eleştirmezse hata yapar. Erdoğan neden çok hata yapıyor, çünkü kimse onu eleştiremiyor. Etrafındaki dalkavuklar, “Padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa”. Arka kapıya gidiyoruz AKP'li milletvekilleriyle, bin tane eleştiri sayıyorlar ama yüzüne söyleyemiyorlar. Bir insanın iyiliğini istiyorsanız yüzüne eleştirirsiniz. Demirtaş bunu yaptı. Partili arkadaşlarımız da Demirtaşa eleştirilerini sundular. Ama o tartışmanın sonucunda yoldaşlık çıktı. Herhangi bir sorun yok. Demirtaş HDP’lidir, HDP'nin cumhurbaşkanı adayıdır, HDP'nin sevgilisidir.
Saadet Partisi’yle olan durumunuz nasıl? Seçim öncesinde Temel Karamollaoğlu Diyarbakır’a gitti, önemli açıklamalar yaptı. Duruş olarak farklı bir noktaya çektiler kendilerini her bakımdan. CHP ve İyi Parti’yle olduğundan daha fazla mı ilişkiniz var?
Bunu söyleyemem ama dirsek temasları söz konusu. Resmi görüşmeler yapılmış değil. Aralık ayında suların daha da ısınacağını düşünüyorum. O zaman demokrasi cephesinde yeterli cesaretin gösterilip gösterilmeyeciğini göreceğimizi düşünüyorum.