Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "Baba evini derhal terk edin kızlar" başlıklı yazısı sonrası Yeni Akit gazetesi tarafından hedef gösterilen ve Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın isim vermeden, "Türkiye kadına şiddet sorununu çözer, ülkemiz için asıl tehdit bu hastalıklı zihniyettir" sözleriyle göndermede bulunduğu yazar Mine Söğüt, "İsterdim ki bu ülkenin söz sahibi olan ileri gelenleri, iktidarda söz sahibi olanları, daha doğru bir yerden tartışabilsin. Sağlıklı, ölçülü ve bilimsel bir platform olabilse, keşke o zaman farklı fikirler karşı karşıya gelip çatır çatır tartışsak, ben yenilsem, haksız çıksam bunların hepsine razıyım" dedi. Yazılarının "didik didik" okunduğunu belirten Söğüt, "Belki içlerinden birilerinin küçücük de olsa aklı çelinir diye bir umudum var" düşüncesini dile getirdi.
Cumhuriyet gazetesinden Hilal Köse'nin sorularını yanıtlayan Söğüt, "Aslında hâlâ espriyle karşılamak istiyorum konu bu kadar ciddi bir konu olmasa. Çok sevdiğim Gezi sloganlarındandır, 'Vatandaşı olmasak çok komik bir ülkede yaşıyoruz'. Ama biz komik bakamayacak kadar içindeyiz işin, trajikomik bir durum var. Artık iktidardan her şeyi beklemek gerektiğini biliyoruz. Normalde böyle bir yazıya bir Cumhurbaşkanı ya da herhangi bir politikacı, dönüp de bakmaz. Evet bu tartışılabilir bir konu, çok önemli bir konu, zaten ben bunun üzerine atölyeler yapıyorum, “Ahlak belanızı versin” diye, bu konuları tartışıyoruz. Bugüne kadar bütün yazılarımın, romanlarım dahil merkezinde hep aile, sosyolojik yapının sorgulanması, kadın meselesi var. Acıklı olan, bu kadar yanlış anladıkları bir şeyi slogan haline getirme cesaretlerinin olması. Bu cahil cesareti çok ürkütücü." ifadesini kullandı.
Söğüt şunları kaydetti:
-Akit’te çıkıyor, sonra Cumhurbaşkanı o konuşmayı yapıyor…
Akit’te çıkar… Akit benimle ilgili benzer bir yazıyı daha önce de yazmıştı. Anlıyorum ben konunun tedirginlik yaratmasını, tartışma yaratmasını ama seviye bu değil. Başka bir yerden tartışmamız gerekiyor. Ahlak, örf, gelenek, inanç… Dünden bugüne halledilecek meseleler değil. İnsanlığın başına bin yıllardır sorun olmuş meselelerden söz ediyoruz. İsterdim ki bu ülkenin söz sahibi olan ileri gelenleri, iktidarda söz sahibi olanları, daha doğru bir yerden tartışabilsin. Sağlıklı, ölçülü ve bilimsel bir platform olabilse, keşke o zaman farklı fikirler karşı karşıya gelip çatır çatır tartışsak, ben yenilsem, haksız çıksam bunların hepsine razıyım. Yanlışım bulunsa, çürütülse tezler, böyle bir ülke hayal ediyorum ben onların zannettiği gibi değil…"
-Bugün (dün) neler oldu?
Ben de şu an bıraktım telefonu elimden. Akit, eski bir yazımı daha bulmuş. “Evdeki babayı öldürün diye yazı yazmış bu kadın” diye… O yazım da bence çok güzel bir yazıydı (gülüyor). En hoşuma giden şu, didik didik Mine Söğüt’ün yazılarını okuyorlar. Belki içlerinden birilerinin küçücük de olsa aklı çelinir diye bir umudum var. Hiç okumayacakları bir şeyi okuyorlar şu anda.
-Aile kavramının sorgulanması gerekiyor hele de İstanbul Sözleşmesi üzerindeki tehditlere bakınca... Ve her gün kadınlar öldürülüyor.
Her kesimden insan bu cinayetlere karşı bir şey yapılmalı diyor ama yapılacak şeyin ne olduğunu tartışmaya gelince orada birden tabularla karşılaşıyoruz. Hassasiyetler öne sürülüyor bu çok korkunç bir şey. Bunu aklıselim, çağdaş medeni düşünen hiçbir insan olumlu karşılayamaz. Hassasiyetler öne sürülüp bu kadar önemli bir toplumsal sorunun her yönüyle masaya yatırılmasını engellemek, inançlara özgürlük değildir, bildiğimiz kötülüktür.
-Sanki kadınlar ve aile karşı karşıya getirilmiş durumda... Bu söylemler bunu iyiden iyiye bunu hissettiriyor.
Tek model bir aile, tek model bir ahlak yoktur. Çağdaş yaşayan kesimin de aile, birliktelik, annelik, babalık konularında bir sürü sorunu var. Muhafazakâr kesimin de aileyle, çocuk yetiştirmeyle, kadınlarla ilgili çok ciddi sorunları var. Hepsiyle ayrı uğraşmak gerekiyor, homojen bir yapı yok ülkede. Birlikte, çok yönlü çözecek bir şekilde kafa kafaya vermeyip bir düşmanlık üzerinden kendi kabuklarımıza çekilirsek, kendi marjinal hayatlarımızı diyelim, bir tabu gibi korursak bu ahlaklı ve adil bir düzen getiremez bize. Büyük bir çatışma ve sonuçsuzluk getirir. Benim yazdığım o sert yazı tartışılabilir bir yazı. Zaten tartışılsın istiyoruz. O yüzden sert bir dille yazıyorum ama tartışma üslubumuz nedir? Önemli olan bence bu, biz burada çuvallıyoruz ülke olarak.
-Tartışma kültürü yerini linç kültürüne bıraktı... Tıpatıp aynı fikirde insanlar birbirlerini ağırlıyorlar ekranlarda da...
Zaten işi çıkmaza düşüren de bu. Bu yazıyı tartıştığımız iki üç gün içinde ardı ardına yine kadınlar öldürülüyor. Öldürenlerin hepsi baba. O babaların da birer evleri var. O evlerde çocuklar var. Baba evini hep yaşlı amca evi olarak görmek de hep patalojik bir durum, bana gelen hakaret dolu tweetlerden, e postalardan... "Kocasından dayak yiyen kız çocuklarıyla babasının evine sığınıyor" diyor mesela. Evet ama çıktığı da bir baba evi. Bu aradaki kavramsal bağlar kopuk, bu da eğitimle kültürle ilgili bir şey. Son 20 yıldır eğitim sistemimiz laiklikten uzaklaştığı, din kaynaklı geleneksel yapıyı yücelten, -sorunlu yanlarını da hiç ayıklamadan- temel eğitim sistemi oluşturulduğu için... Babanın kötü olma olasılığı üzerine düşünmek çok büyük bir ayıp. Babanın, ailenin kutsallığı üzerine tek bir laf edemezsiniz, ayıp da değil, büyük günah. O noktada hiçbir şeyi tartışamıyorsunuz. Ev içleri karanlık korkunç bir kuyu olarak kalıyor.
-Tedirgin oldunuz mu peki?
Her şeyin kontrolsüz ve tehlikeli olduğu bir ülkede, sistemde yaşıyoruz. Normal koşullarda tedirgin olmam gerekiyor ama ben korkabilen birisi değilim. Gerçekçi biriyim, evet her an, her şey, her yerde olabilir, bunu biliyorum ama bu beni ilgilendiren bir şey değil. Öyle yaşayamam, öyle yazamam, öyle davranamam. Bir şey olmaz diye düşünüyorum, bir şey olduğunda da o şey olmamalıydı diye düşünürüm. “Ne olacak acaba” diye düşünme huyum yok.
-Z kuşağı kadınları aşacak mı bu konuları sizce?
Şimdi daha çabuk bir dönüşüm var ama bir yandan da en çağdaşın, en iyi evde büyüyenin, en özgür olanın bile tuhaf tutuklukları oluyor hayatta. O kadar kolay bir şey değil. Binlerce yıllık mesele... Adem’in kaburgasından yaratılan bir kadınla başladığı için hikâye... Lilitle başlamıyor bizim hikâyemiz, anlatabiliyor muyum? Özünde o kadar karanlık ve zor bir şey var ki...Söyleşilerimde hep şu örneği veriyorum. Buraya gelen ve sayısı çok az olan erkekler, kalkıp geldiler. Fakat kadınlar yemeği yaptılar, bulaşığı yıkadılar, alışverişi ayarladılar, çocuğu okuldan aldılar, işleri varsa tamamladılar, bütün evi, her şeyi hallettiler. ütülerini yaptılar, sonra geldiler. Bu o kadar büyük bir fark ki... Bir adam çıkıp gider, bir kadın her şeyi halledip gider. Ben de dahil... O yüzden özgürlük çıtamız nedir? Bir kadın hangi noktada bir birey olabilir, birinin karısı, birinin annesi olmadan? Konu o kadar basit değil. Kuşaklar aşıyorlar ama o kadar çok duvara çarpıyorlar ki. Bir yeri aşıyorsun sonra tekrar bir duvar var, tekrar bir duvar... Bunları tartışacağımıza ülke olarak biz neleri konuşuyoruz. Adem’in omurgasından oluşturulan kadın fikri... Mesele oradan başlıyor. İlk günahı işleten kadın, yılanla işbirliği yapıp... Bunu böyle kodladığınız zaman kadına nasıl güvenebilirsiniz? Kadını nasıl sevebilir dünya? Sırf bizim ülkemiz değil dünya sevmiyor kadınları...
Peki ileride bu tabu konularını tartışabilir miyiz? Umut var mı?
Muhakkak bir aşama yaşanacak, her şey değişir ve iyiye doğru değişir ama ölçü insan ömrü değil... Maalesef milyarlarca yıl sürüyor evrim...Değerlerimiz, soyut düşünce yeteneğimiz de evrimsel süreçte değişiyor. Her şey bir gün değişecek ama biz insanlığın kurduğu uygarlığın en lanetli zamanlarından birine denk geldik diye düşünüyorum. Ortaçağ şimdi bize çok uzak ama sanırım çok da uzak değil. Bitmiş bir çağ değil ortaçağ sandığımız gibi...