Cengiz Çandar
(Radikal, 27 Mart 2012)
Yoğun bir Suriye haftasına giriyoruz. Hafta sonu İstanbul’da ‘Suriye Dostları’ toplantısı yapılacak. 137 ülkeye davet mektubu gönderildi. 60-100 arası bir ülkenin katılımı bekleniyor.
‘Suriye’nin Dostları’, BM’nin Suriye konusunda ‘işlemez’ hale getirilmesi sonucunda, Türkiye’nin başını çekenler arasında yer aldığı çok önemli bir ‘uluslararası koalisyon’un adı. Suriye’nin yakın gelecekteki kaderi büyük ölçüde ‘Suriye Dostları’nın alacağı kararlardan etkilenecek.
Şu anda Türkiye’nin neredeyse tüm enerjisi Suriye’ye kilitlenmiş vaziyette. Başbakan Tayyip Erdoğan, ta Güney Kore’de ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmeye Suriye konusunun damga vurduğunu ilan etti. Tayyip Erdoğan’ın Seul’den sonraki ikinci durağı olan Tahran’da da ele alınacak başlıca konunun Suriye olacağı şimdiden açıklandı.
İstanbul toplantısının alması söz konusu olan en önemli karar, Suriye muhalefetini teke indirmek ve bu çerçevede merkezi İstanbul’da bulunan muhalefet örgütü ‘Suriye Ulusal Konseyi’ni (SUK) tüm muhalefetin altında temsil edeceği bir ‘şemsiye’ ya da ‘çatı’ örgütü haline getirmek. SUK’nın bu görüntüyü verebilmesi için ve İstanbul toplantısından “SUK, Suriye halkının yegâne meşru temsilcisidir” kararının çıkmasına uygun bir yapıya ve Suriye azınlık haklarını net biçimde içeren bir ‘siyasi-ideolojik program’a kavuşturulması gerekiyor.
SUK, bu amacı yerine getirmek için birkaç gündür İstanbul’da harıl harıl birleşik bir muhalefet haline gelebilmek için yoğun görüşmeler halinde. 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak ‘Suriye’nin Dostları’ toplantısı, SUK’yı ‘Suriye halkının yegâne meşru temsilcisi’ ilan ederse bu, bir anlamda ‘SUK’nın FKÖ’leşmesi’ anlamına gelecek.
Kısa süre önce SUK’nın 15 kişilik en üst düzey yönetici organı olan ‘Mekteb Tenfizi’ (Yürütme Bürosu) üyelerine bu değerlendirmeyi sordum, onayladılar. Hafızamızı zorlarsak, Filistinliler uzun süre Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Filistin halkının ‘yegâne meşru temsilcisi’ olarak kabul ettirmek için büyük çaba harcamışlar ve 1974 Rabat Zirvesi’nde bunu kabul ettirdikten kısa süre sonra, FKÖ’yü tanıyan ülkelerin sayısı, İsrail’i tanıyan ülkeleri geçmişti.
2012 İstanbul Suriyeliler için, 1974 Rabat Filistinliler için neyse, ona dönüşebilir. Erdoğan-Obama görüşmesinin ‘en önemli sonucu’nu da şu anda devam eden çalışmalar ve yakın gelecek planlarına göre algılamakta isabet var. Obama, ABD’nin, ‘non-lethal means’ (ölümcül olmayan araçlar’ konusunda yardımını arttıracağını ifade etti. ABD’nin askeri müdahaleye karşı olduğu, BM Güvenlik Konseyi, şu ara Kofi Annan misyonuna destek verdiğini açıkladığına göre, ‘non-lethal means’ desteğini nasıl anlamalıyız.
Üst düzey Türk yetkililerinin buna ilişkin yorumu, Suriye’nin içinde dağınık ve birbirinden bağımsız bir şekilde hareket eden ve her biri ‘Hür Suriye Ordusu’ adını kullanan grupları, ‘tek bir kumanda-kontrol’ mekanizması içinde birleştirmek ve bunun için araç-gereç sağlanması da dahil, gerekenleri yapmak. Türkiye topraklarında Hatay’da ‘Hür Suriye Ordusu’ adında bir merkez bulunuyor. Bu merkezle Suriye’de aynı ismi kullanan gruplar arasında iletişim ve eşgüdüm sağlanması ve tümünün SUK’nın siyasi-sivil otoritesine bağlı kılınması. Erdoğan ile Obama arasındaki görüşmelerin bu gözden kaçmaması gereken can alıcı yönü, hafta boyu İstanbul’da yürütülecek çalışmaların sonuçlarını da etkileyecek gibi gözüküyor.
Suriye konusu, sadece bu hafta boyunca Türkiye’nin ve uluslararası topluluğun gündemine damgasını vurmakla kalmayacak. Suriye’de rejim düşene dek, süresi belirlenemeyecek uzunlukta bir süre bu böyle olacak.
Türkiye’nin ‘Kürt sorunu’nu da bundan böyle, Suriye’deki gelişmelerin prizmasından okumamız gerekecek. En azından bizim devletin en üst kademelerinde böyle bir ‘algı’ ve ‘okuma’ var. Üst düzey yetkililerden biri, ‘Rusya-İran-PKK; PJAK ve Suriye’nin aynı ekseni teşkil ettiğini’ söyledi. Aslında, PJAK’tan ziyade PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD’yi (Demokratik Değişim Partisi) bu ‘liste’ye dahil etmek daha gerçekçi olur. PYD’nin, Suriye rejimi ile sıkı ilişkisi ve PYD lideri Müslim Muhammed Salih’in ‘Kürtler için Türkiye’nin Suriye’den daha öncelikli düşman’ olduğunu defalarca söylemiş olduğu bir sır değil.
Müslim Muhammed Salih, aynı zamanda, Suriye içinde bulunan ve SUK’ya oranla daha zayıf bir muhalefet örgütü olan ‘Heyet al-Tensik el Vahdel Vataniye’nin (Ulusal Birlik İçin Eşgüdüm Kurulu) Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyor. Bu, PKK’nın durumun gidişatına göre hızla ittifak değiştirebilmesinin ipucunu veriyor.
Kürtler ve onlarla bağlantılı olarak PKK, ‘denklem’e girince, konu iyice çetrefilleşiyor. Türk devletinin bakış açısındaki ‘genellemeler’ yanıltıcı olur. Zaten o geleneksel ve ‘genellemeci’ bakış açısı, hafta sonu dolaşıma sokulan ‘Devletin Yeni Kürt Planı’nın ‘ölü’ doğumuna neden oldu. Tayyip Erdoğan, Kore’ye giderken Ankara’da söylediğini, Obama görüşmesinden edindiği büyük ‘güven’le Seul’de de tekrar etti. Seul’de “Bölücü terör örgütü ile mücadelede ABD’yi yanımızda görmek bizleri ayrıca memnun etmiştir” dedi. Obama’dan Predator’ların (insansız hava araçları), PKK’ya karşı mücadelede ‘sonuna kadar kullanılacağı’ sözünü almış. Suriye konusuna ilişkin ABD-Türkiye işbirliği, Başşar Esad diktatörlüğünün saflarında görünen PKK ile ‘savaşılma’sını daha da meşrulaştırıyor ve buna ‘Transatlantik desteği’ daha da rahat sağlamış oluyor.
Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan, PKK ile BDP’yi birbirinden ayırmayı deniyor, ‘PKK ile savaşa devam’a ilişkin sözlerinden sonra “Ama siyasi uzantılarıyla müzakere etme şansımız mevcuttur” diye eklemeyi ihmal etmiyor.
Yani, önümüzdeki dönemde BDP ile ‘müzakere şansı’ mevcut. ‘İmralı’ ve ‘Kandil’den uzak durmaları’ ve ‘siyasi inisiyatif koymaları’ şartıyla olduğunu biliyoruz. Bunun geçerli olamayacağını da gayet iyi bildiğimiz gibi, doğru da olmayacağını savunuyoruz. Devlet, geleneksel Kürtleri bölme ve kendisinin ‘İyi Kürt-Kötü Kürt ayrımı’na bu kez BDP’yi de dahil etme niyetini hissettiriyor.
PKK’nın ‘kötü Kürtleri’ni BDP’nin ‘iyi Kürtleri’ne dönüştürmek mümkün olur mu? Bunun denenmesinin zaman kaybından, dolayısıyla yeni can ve mal kayıplarından başka sonuç getirebileceğini sanmıyoruz.
Yarın bu konuya devam edelim. Zira Türkiye’nin Suriye politikasındaki ‘yumuşak karnı’ kendi içindeki ‘Kürt sorunu’ ve bunu gerçekten ve doğru yöntemle çözme rotasına bir türlü girememesidir.