Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, dün Sabah gazetesinin "Kandil zirvesinde hendek kavgası" başlığıyla yayımlanan haberinde yer alan, “Devletin istihbarat birimlerinin raporlarında yer alan bilgilere göre, hendek/barikat savaşı stratejisi, Kasım 2014’te Kandil’de yapılan PKK sözde Başkanlık Konseyi toplantısında belirlendi" ifadesiyle ilgili olarak, "Yani bugün Türkiye’yi yöneten kadro, PKK’nın hendek stratejisiyle bazı kentlerde özyönetim ilanına kalkışacağını biliyordu. Hem de 2 yıl önceden!" dedi. Yılmaz, "O raporları görmezden gelen kimdir? İstihbarat raporlarını kim sümen altına itti?" diye sordu.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın, "O raporları görmezden gelen kimdi?" başlığıyla yayımlanan (17 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Havuz gazetesinde dün şöyle bir haber yayınlandı:
“Devletin istihbarat birimlerinin raporlarında yer alan bilgilere göre, hendek/barikat savaşı stratejisi, Kasım 2014’te Kandil’de yapılan PKK sözde Başkanlık Konseyi toplantısında belirlendi. Sabah’ın ulaştığı bu raporda, toplantıdan sonra konseyin, Çözüm Süreci henüz devam etmesine ve HDP parlamentoda olmasına rağmen ABD’nin desteği ve kışkırtmasıyla silaha sarılma kararı aldığı bilgisi yer alıyor.”
Haberde, hendek savaşı stratejisinin 2 yıl önce belirlendiği ve PKK yöneticilerinin bu nedenle hararetli bir tartışma yaşadıkları da anlatılıyor.
Bu rapor yeni yazılmış değil.
“Devletin istihbarat birimleri” diye tanımlananlar ya MİT olmalı, ya askeri istihbarat ya da polis istihbaratı.
Yani bugün Türkiye’yi yöneten kadro, PKK’nın hendek stratejisiyle bazı kentlerde özyönetim ilanına kalkışacağını biliyordu. Hem de 2 yıl önceden!
Ama hiçbir önlem almadılar!
Zaten bunu söylemişlerdi de: Valilere emir verdiler, valiler polisin ve askerin operasyon yapmasını engelledi ki çatışma çıkmasın, şehit haberleri gelmesin, barış süreci kesilmesin diye!
Bütün bu süreç içinde PKK’nın kentleri cephaneliğe çevirdiğini de biliyorlardı.
Hendek işleri kızıştığında açıklamışlardı bunu: Bombaların, silahların nerede saklandığını sokak sokak, ev ev bildiklerini söylüyorlardı.
Ama o zaman henüz seçimler olmamıştı ve “barış süreci”nin AKP’ye oy kaybettirdiği ortaya çıkmamıştı.
Onun için sonunda ne olacağını bildikleri halde bütün bu silahlanmayı seyretmekle yetindiler.
Sonra seçimler oldu, AKP çoğunluğu kaybetti ve strateji değişti!
Kentler yandı yıkıldı, 550 şehit var. Siviller öldü.
Devletin istihbarat örgütleri bu geleceği söyledikleri halde kimin emriyle olayların böyle gelişmesine zemin hazırlandı?
Kim, istihbarat raporlarını sümen altına itti?
Bunca şehidin ve can kayıplarının, yanan yıkılan şehirlerin sorumlusu kim?
- İSTANBUL’daki LGBTİ + Onur Yürüyüşü’nü “her şeyi göze aldıklarını” söyleyerek engelleyeceklerini açıklayan Alperen Ocakları yöneticisi Kürşat Mican, gelen tepkiler üzerine geri adım atmış.
“Ben gidelim Taksim’e sopalarla kovalayalım demiyorum” diyor.
Bu tiplerin hep yaptığı da budur zaten: Herkesi aptal zannetmek!
Söylediği sözün nereye gittiğinin farkına ağzından çıkarken vaamıyor sonra durumu aklınca toparlamaya çalışıyor.
Şiddete eğilimli bu grubun başı, dün şunu da söylüyor:
“Onlar on bin kişi ise biz de on bin kişi orada olacağız, o koridoru kapatacağız, oturma eylemi yapacağız ve yürütmeyeceğiz. Onlar bize tepki gösterirse biz de tepki göstereceğiz. Ben gidelim Taksim’e sopalarla kovalayalım demiyorum. Bu cümleyi elinde sopa olarak algılamamak lazım, bir tepki olarak algılamak lazım.”
Demek ki bundan sonra bu ülkede işler böyle yürüyecek.
Kanuna gerek yok, kanun adamlarına gerek yok, polise gerek yok.
Herkes kendince bir karar verecek ve başkasının yapmak istediği yürüyüşü, mitingi vs engelleyecek öyle mi?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nı ve İçişleri Bakanı’nı buradan bir daha uyarıyorum:
Şiddet kullanarak vatandaşların anayasal haklarını kullanmalarını engelleyeceklerini söyleyen bu örgüt ve yöneticilerinin yapacağı her şeyden sizler sorumlu olacaksınız.
Biriniz açık şiddet çağrısını kovuşturmadığı için, diğeriniz de vatandaşlarınızı şiddete eğilimli bu gruba karşı korumadığınız için.
TBMM Adalet Komisyonu’nda görüşülmesine başlanan ve şirketlere kayyum atanmasını kolaylaştıran, kayyumların yetkilerini genişleten tasarı ile ilgili olarak Hürriyet Ekonomi Servisi, iş dünyasındaki önemli dernek ve odalara görüşlerini sordu.
TOBB, TÜGİAD, İTO, ATO, TÜRKONFED, İSO, EBSO, DEİK dünkü gazetedeki haberin yayınlanma saatine kadar yanıt vermemiş.
TÜSİAD cevap vermiş, onların cevabı da şu: “Konuyu inceliyoruz, gerekirse daha sonra açıklama yaparız.”
İş dünyasını çok yakından ilgilendiren bir tasarı bu.
Deyim yerindeyse “tapuyu deldirecek” hükümler içeriyor.
Birçok şirket, sahibinin elinden alınabilir, atanan kayyumlar ortaklık paylarını ve menkul kıymetleri istedikleri gibi kullanabilirler vs.
Normal olarak böyle bir tasarı ile ilgili olarak bir görüş beyan edilecekse bunu ilk açıklaması gerekenler iş dünyasının bu tür kuruluşları olmalı.
Çünkü yasa çıktıktan sonra bu konuda görüş açıklamanın bir anlamı yoktur.
Kanun çıkmadan önce yapılacak açıklamalar yanlışlardan dönülmesine yardım edecek, olumlu eleştiriler olur.
Ama iş dünyasından “tık” yok. Bunun sebebi belli: Ölesiye korkuyorlar!
Muktedirin hoşuna gitmeyecek bir söz söylerlerse başlarına gelmeyecek şey kalmayacağının bilincindeler.
Vergi denetiminden tutun da paralelci ilan edilip şirketlerine el konulmasına kadar birçok sopa kafalarının üzerinde sallanıyor çünkü.
Böyle bir iklimde, getirilmek istenen yasanın korkuyu daha da büyütmesi ve herkesi daha da sindirmesi de muktedirin istediği bir şey aslında.
Bu şirketler ve sahipleri korkunun ecele faydasının olmadığını bilmiyorlar.
Muktedir malınızı mülkünüzü elinizden almaya karar verdiğinde çıkaracağınız sesin hiçbir yararı olmayacağını ben şimdiden söylemiş olayım da sonra
“Niye kimse benim sesimi duymuyor” diye feryat etmeyin.