Hep çocuk kaldık

Hep çocuk kaldık
İstanbul Oyuncak Müzesi ve yazar Ekrem Kocabaş'ın ortak projesi "Hep Çocuk Kaldık" adlı kitapta, 40'ı aşkın tanınmış ismin bilinmeyen çocukluk anısına ve bu anıların yaşama etkisine yer verildi. Kitaba göre, 3 erkek çocuğun arasında evin tek kızı olarak büyüyen yazar Adalet Ağaoğlu, okumak için mücadele verdi. Ağaoğlu, kitapta çocukluk dönemine ilişkin şu anısına yer verdi: "İlkokuldan sonra ağabeyim gibi yatılı okula gitmek istedim. Okumakta çok ısrarlıydım. Hatta okula gitmek için grev bile yapmıştım. Çünkü babam, 'Yeter artık, kız çocuğunu daha fazla okula gönderemem' diyordu." Dünyaca ünlü piyano virtüozu Anjelik Akbar'ın ise aklına gelen ilk oyuncağı bir piyano. Daha bir kaç aylıkken yatağının dibine piyano konan Akbar, kitapta başka bir ilgisini de şöyle anlattı: "Marangozluk tarzı şeylere de ilgim vardı. Annemin bir arkadaşı, oğluna tamir takımı almak istediğini söylemişti. Ben de hangisini alması gerektiği konusunda ona yardımcı olmuştum. İlgim böyle yüksek seviyedeydi." Kitapda, diğer bazı ünlü isimler de şu anılarına yer verdi: Betül Mardin: "Şişli'de doğdum. Ailemin Arap olmasından dolayı erkek çocuk onlar için tabii ki daha önemli. Büyükbabam geliyor. Kur'an-ı Kerim'i açıyor. Parmağını rastgele bir yere koyuyor ve Betül çıkıyor. Sonra dilsiz dönem başlıyor ve konuşmuyorum. 5 yaşında ilk kez konuşmaya başladığım zaman da kekemeyim." Beyazıt Öztürk:  "Benim için en önemli oyuncak telli arabaydı. Diyebilirim ki hiç kavga etmedim. Her zaman konuşarak çözüm üretmeyi seven bir insanım. Küçüklüğümde çok paylaşımcıydım. Çocukluğumda mahalleden geçen ve kuru ekmek toplayan amcalar vardı. Çoğunlukla annem beni onların yanından sökerek alırdı. Eve gelip yemek yemezdim. Onların yanında oturup torbalarından yemek yerdim." Demet Akbağ: "Denizli'de doğmuşum. 2,5 yaşımda İstanbul'a geldik. Hatırladığım ilk oyuncağım turuncu renkli plastik bir kahve takımıydı. Eski eşyalarımız atılmaz, sandık odasına konurdu. Annemin bize verdiği sarı bir eşarp vardı. O eşarp benim Filiz Akın peruğumdu. Siyah bir eşarp vardı, o da Türkan Şoray peruğumdu. Çocukluğumda sinema ve tiyatroya olan aşkımı anneannem ve babaanneme borçluyum. Banu'yla (arkadaşı) oynarken annem beyaz bir peçete koluna sarılı halde garson rolünde yanımıza gelirdi. Annem saç rengimize göre kimi canlandırdığımızı bilir ve o isimle, 'Ne arzu edersiniz efendim?' derdi. Biz de siparişlerimizi verirdik." Kiraya verilen Vahdettin Köşkü Prof. Dr. Emre Kongar: "Babam Makedonya, annem İstanbul doğumlu. Çarşıkapı'da cadde üzeri bir evde büyüdüm. Yazın da Çengelköy tepelerine Vahdettin'in köşküne giderdik. Köşkü Vahdettin'in bir cariyesi kiraya verirdi. Vahdettin kaçarken köşkü ona emanet etmiş. Bu köşkte ceviz, erik, at kestanesi savaşı yapardık. Çocukluğumun devamında ağabeyimin ölümü beni çok etkiledi. Ağabeyimin ölümü beni 'dünya boş, kavgaya ne gerek var' noktasına getirdiğinde 15 yaşındaydım. O duygu benimle hep yaşadı. Bisiklete binmeyi çok istedim, ama hiçbir zaman olmadı. Ağabeyimin oldu, ama onu kullanmama izin verilmedi. Hep arkadaşlarımın bisikletine bindim. Çünkü 14-15 yaşıma gelip tam bisiklete binme çağım yaklaştığımda ağabeyim dağdan düşüp öldü. Bir çocuklarını daha tehlikeye atmak istemeyen annem ve babam bana bisiklet almadılar." Erol Günaydın: "Oyuncak denince aklıma ilk olarak otomobil ve kamyon geliyor. Çünkü babamın kamyonu vardı. Erzurum'a, Kars'a, Iğdır'a gider, dağlardan pamuk getirirdi. Küçüklüğümde de bana otomobiller, kamyonlar alırdı. Bahçede topraktan dağlar yapardım. Anneannemin ununu aşırır, kar serperdim bu dağlara. 1933 yılında doğdum. 1937'de Atatürk Trabzon'a geldi. Babam beni omzuna alarak bana Gazi Paşa'yı gösterdi. Atatürk'ü gören mutlu insanlardan bir tanesiyim." Fuat Güner: "Çocukluğumda pek oyuncağım yoktu. Aslında neredeyse bütün çocukluğum hep topun peşinde geçti. Pek uslu değildim. Annem, 'Seni büyütene kadar 4 tane çocuk yetiştiririm' derdi. Çünkü hep bir taraflarımı kırardım. Çocukken çok şarkı söylerdim. Kızıltoprak'ta otururduk. Dedem bazı geceler dışarıdan bir şeyler almamı isterdi. Ben de o zaman 5-6 yaşlarındaydım. İstasyona doğru kendi kendime oyunlar yaparak, ıslık çalarak veya yüksek sesle şarkılar söyleyerek giderdim. Evde de hep şarkı söylermişim. Hatta 'bu çocuk şarkıcı mı olacak?' derlermiş." Cama para bırakan Rum komşu Gani Müjde: "Çocukluğum Balat, Fener'de geçti. Bir göçmen çocuğu olarak oyuncaklarımı hep kendim yaptım. Oyuncak denilince aklıma gelen ilk objeler tel takılan plastik arabalardır. Sünnetimde gelecek olan parayla tren almayı arzu ediyordum. Fakat sünnet olduğumda hiç kimse bana para vermedi. Çünkü Yugoslavya'da adet gereği sünnet çocuklarına kesme şeker getirilirmiş. Treni alamadım ve babamdan para istedim. Sonra da bir süre berber çıraklığı yaptım ve çıraklıktan kazandığım tüm para ile oyuncak almaya başladım. Dört çocuklu fakir bir aileydik. Babam lastik fabrikasında çalışıyordu. Anlattığım olay 1964'ten öncedir. Etrafımızda hep Rumlar ve Ermeniler vardı. Adeta kozmopolit bir New York şehriydi. Her sabah biz uyurken evimizin camı çalınır ve camın önüne para bırakılırdı. Bu olay her gün yaşanırdı. Sonra takip ettik ve bir de baktık ki parayı bırakan ayakkabıcı Yorga Ağabeydi. Babam sonra ona, 'Yorga efendi, bunu niye yapıyorsun?' diye sordu. O da 'Göçmenliğin ne demek olduğunu iyi bilirim' dedi. Çocukluk anısı deyince aklıma bu gelir." Haldun Dormen:  "Okula gittiğim ilk gün Alman şivesiyle Türkçe konuşuyorum diye benimle alay etmişlerdi. Dadım Alman olduğu için ben de daha çok dadımla birlikte olduğum için Almancamın gelişimi öncelik kazanmıştı. Bu olaydan ötürü Türkçe'yi ileride çok iyi öğrenmeye karar verdim. 'Herkesten daha iyi konuşacağım' dedim." Haluk Bilginer:  "Çocukluğum İzmir'de geçti. Etrafımda bana yakıştırdıkları sıfat 'Meraklı'ydı. Okumaya başladığım zaman 'Resimli Bilgi Ansiklopedisi' vardı. A'dan başlar Z'ye kadar okurdum. Önce resimlerine bakardım. Bunu bitirince de içindeki bilgiyle ilgilenerek 12 cilt civarında olan tüm ansiklopediyi okurdum. Ben hep doktor olmak isterdim. Ayrıca bir şeylerin birbiriyle karıştırılması merakımın soncu kimya mühendisi olmayı da arzu ediyordum. Bu karışımlarla dünyada çığır açacaktım. Doktor olmayı istememin sebebi de kansere çözüm bulmaktı. " Hıncal Uluç:  "Bilye oyunları özellikle çok ustalık isterdi. Bu anlamda benim pek fazla yeteneğim yoktu. Mesela seksek de oynardık. Kız oyunu diye bilinir ama ben onda çok ustaydım, genelde kazanırdım. Erkekler bu oyunu oynamayı pek tercih etmedikleri için genelde kızları ben yenerdim. En keyifli, neşeli dönemim bir facia ile ortaktır. Meşhur Van depremi, Türkiye'de yaşanan en büyük zelzelelerden biridir. Kış günü zelzele olduğunda biz oradaydık. Van'da ev kalmadı, bütün insanlar çadırlara taşındılar. Karın altındaki çadırlarda yaşıyorduk. Bir gece yağan kardan çadır bile üstümüze çöktü. İnanılmaz bir çaba ile ayakta kalıp nefes aldık ve boğulmadık. Sonra askerler geldi ve bizi kurtardılar. O ortamda okul olmadığı için çocuklara ayrı bir çadır yaptırmışlardı ve biz orada envai çeşit oyunlar oynuyorduk. Biz çocuklar o felaketi hiçbir psikolojik sorun oluşturmadan atlattıysak bu sayededir. " Prof. Dr. İlber Ortaylı:  "Avusturya'nın Bregenz kentinde doğmuşum. 1,5 yaşındayken anne ve babamla İstanbul'a gelmişiz. Bizim zamanımızda belli bir yaştan sonra, mesela 10 yaşından itibaren oyuncukla oynamak ayıptı. Bebek emziği gibi bir şey olarak görülürdü. Bu nedenle ilkokul çağından itibaren oyuncaklar çocukların hayatından uzaklaştırılırdı. Geçenlerde Portekiz'de bir oyuncak gördüm, araba durmadı. Dursa alacaktım. Oyuncaklar halen ilgimi çeker." Manisa Tarzanı’nın kucağı İlhan Şeşen:  "Ben Manisa Tarzanı'nın kucağında büyüdüm. Hiç yoksa 5 kere kucağına almış ve sevmiştir. Bir gün arkadaşlarımla bir yerden çiçek kopardık. Ben mi kopardım, yoksa arkadaşlarımdan birisi mi tam olarak hatırlamıyorum. Birdenbire Tarzan göründü, içimizden birini kucağına aldı ve 'Bak, bak, koparmadan daha güzel kokuyor değil mi?' dedi. Bunun bendeki duygusal izlerini 'Sen benim Şarkılarımsın' albümünde, bir şarkımda şöyle dile getirdim, 'Koparmadan çiçek koklar gibi..." Prof. Dr. İskender Pala:  "Uşak'ta bir nahiyede bahçeler içinde bir evimiz vardı. Babam orada görevliydi. O yıllarda küçük çiklet ve çikolata kutularının içinden artistlerin, futbolcuların resimleri çıkardı. Çikleti bu resimler için alırdık. Kendimi o zamanlarda müthiş bir aktör veya futbolcu olarak düşündüğümü hatırlayabiliyorum. Hatta kendi resmimin de bir gün böyle bir yerlere konulmasını isterdim. Çocukluk hayalimdi. Kitap olmayan bir evde büyüdüm. Kitap diye sararmış solmuş bir Muhammediye veya İlmihal vardı. Onlar da çok yıpranmış haldeydi. Kitap bizde okuldan alınan ders kitabıydı. Fakir bir aileydik. "