Hepimiz Albayız!

Hepimiz Albayız!
Sabah yazarı Umur Talu, Mustafa Balbay'ın Tempo24.com.tr'de yayımlanan günlüklerini 'Dipsiz Kuyu' adlı köşesinde yorumladıHepimiz Albayız! Önce bir not: Gazetecilik; haber gizleme sanatı değil, haber verme zanaatıdır. Gazetecilik; devletin, başbakanın, komutanın, emniyetçinin, bürokratın, patronun, ilan verenin yaz dediğini yazma, yazma dediğini yazmama sanatı değil; kamu yararı ve halkın bilgilenme hakkı için gerçekleri arama, hakikati gerekirse onların hepsine inat yazabilme zanaatıdır. Gazetecilik; sadece resmi belge, kontrollü demeç, açık bilgi sunma, katiplik etme işi değil; didikleme, kurcalama, rahatsız etme, açığa çıkarma, soru sorma, perde arkasını bulma, gizliliği yarma, müsaade edilenden daha fazla hakikate ulaşma gayretidir. Gazetecilik; güçlü konumda bulunanların sözünü dinleme uysallığı değil, daha ziyade güçsüzlerin sesini duyurma, onlara hakikati iletme ve bu amaçla gerekirse güçlüleri huzursuz etme yaramazlığıdır. Bir de, işte bu yüzden; Birinin "özel" günlükleri onun özel hayatı değil de, memleketin karanlık dünyasına aitse... Anlama, aydınlatma yolunda belge niteliği taşıyorsa "gazetecilik" konusudur. Çarpıtarak koymak da, yokmuş gibi davranmak da "iyi" gazetecilik değildir! Fazladan... Kişisel olarak, "Balbay günlükleri"ni, birkaç günlük çalışmayla titiz biçimde gözden geçirerek ilk kez Tempo24 internet sitesinde yayınlayan, ikisi de eski Cumhuriyet çalışanı olan, ikisinin de gazeteciliğine, insanlığına inandığım Doğan Akın ve Aydın Engin'in doğru işçiliklerine güvenirim zaten. Utanç bu! Bu girizgâhtan sonra... Gerisi utançtır! Darbecilikleri bile bir yana; üstünde üniformanın en üstünü var diye, kendilerini halktan, Meclis'ten, herkesten üstün gören bir askeri zihniyet, demokrasi de bir yana, "imtiyaz ve zümre egemenliğini reddeden cumhuriyet" için bile başlı başına utançtır! Rektörlerin, bürokratların (sadece bu iktidar döneminde değil) esas duruştaki hali utançtır! Gazeteciliğini "kullandıran" gazetecilik hali utançtır! Patronunu pazarlayan gazeteciler, gazetesini pazarlayan patronlar utançtır! Gazeteciliği kışkırtıcılık, darbe organizasyonu, siyasi tezgâh aracı kılanlar utançtır! "Balbay günlükleri", aslında askeri olanını da sivil olanını da iyi bildiğimiz bu utancı bir kez daha suratımıza fırlattı. Acı olan şu ki; bu "General emrinde Albay gazeteciliği"ni eleştirecek olanların bir kısmı da, "Başbakan emrinde katip gazetecilik"ten asla utanç duymaz. Bu ikincileri hep eleştirenlerin bir kısmı da zaten birincilerdir! Askeri bir güce yanaşık düzende, yamanarak, "yalman" arak, "er uygun" olarak... doğru, kimileri darbeci olur. Ondan iyisi de, sivil bir güce yavşayarak liberal veya muhafazakâr demokrat olandır! Gazetecilik bu! "Balbay Günlükleri" kamuoyuna "Albay Gazetecilik" örnekleri sunuyor: 1. Gazeteci, notlarına, "Medyanın kontrol altına alınması, tek merkezden yönetilmesi ile ilgili altbaşlık" öngörebiliyor mesela. 2. Gazeteci; komutanlarla makamlarında bazen 75 dakikalık, bazen 3.5 saatlik upuzun görüşmeler yapıyor. Ve bunların hemen hiçbiri bir gazetecilik faaliyeti ile sonuçlanmıyor. Manipülatif yazılar dışında, pek haber olmuyor. 3. Gazeteci, sadece dinlemiyor, not almıyor, akıl da veriyor, senaryo da yapıyor, tahrik de ediyor, bilgi de taşıyor. Ve bunları yapan tek bir gazeteci de değil. Sadece, o gazetenin en kıdemlisi "İlhan Abi" de değil. İsimleri ortaya çıkmamış, ama bilinen başka gazeteciler, temsilciler de var. 4. Orgeneral Yalman gazeteciye "Medya modeliniz çok güzel olmuş. Onları kendi yanınıza çekmeye çalışın. Medyanın kesin adam edilmesi lazım" buyuruyor. Belli ki bir de model, maket hazırlanmış. 5. Orgeneral konuşma metnini gazeteciye okutuyor. O da "Bildirisinde bana bazı eklemeler yaptırdı" diye general konuşması yazdığını not ediyor. 6. Orgeneral gazeteciye gazetenin kimden sermaye bulup bulmayacağını da söylüyor. Gazetenin belediye başkanı ortağı için (Çapan) "Size para koyanın temiz adam olması lazım" diyor. Epey sonra başka bir vesileyle İlhan Abi, başka bir orgenerale bu "ortak"ı överek, "Belediyesi yeni imar bölgesi. Bazı işleri racon keserek yapmak gerekir. Ama benim sözümden çıkmaz. Yap derim yapar" diyebiliyor. 7. Orgeneraller, gazeteciye, "Gerekirse biz medya kuralım" diyor. Medya patronları için, "O buraya geldi oturdu. Gazeteni para verip almam, bunu bil, dedim... Berikinin Suriye'de fabrika kurmasına yardımcı oldum... Öteki buraya geldi, zavallı bir adam gibi oturuyor... Bize gelince bir başka halde oluyorlar. Şaşırıyor insan... Parayı hükümet buldu, teslim oldu. Kara para aklayan bir yerden buldular.... Sıra şuna da gelecek, o gün teslim olması yetmeyecek" diye konuşabilmeleri, acı ama gerçek oluyor! Gazeteci ise, "Paşam, şu patron ile bu patron bizden yana. Yanımıza çektik. Bugün öyleler ama devran dönsün bakın farklı hareket edecekler" diyor. 8. Gazeteci, Orgeneral'e, "Olup bitenleri sizinle paylaşmaya geldik" diyebiliyor. Gazeteci bunları sadece AKP döneminde değil, daha önce de yapıyor. 9. Başka gazeteciler de, "Bir Genelkurmay başkanının kaş çatması bile yeter... Bir senaryom var: Genelkurmay Başkanı Özkök'ün karşısına çıkın, sizinle olmuyor deyin, Kara Genelkurmay başkanı olur, siz Kara'ya geçersiniz, İstanbul'dakini artık ne yaparsanız..." diyebiliyorlar. 10. "Paşam sizi anlıyoruz da, yazarlardan çok gazete politikası işi. Genel yayın yönetmenleriyle, patronlarla görüşün, Patronlarla zaman zaman konuştuğunuzu biliyoruz. Onlar etkili oluyor, bilesiniz" diye taktik verene de biz "gazeteci" diyoruz. 11. Yeni iktidar için, kızsa da "Başlangıçta tepki uygun olmaz" diyen "Paşası"na bile, "En azından bir mesaj" diye gaz veren de gazeteci oluyor. 12. En kıdemli gazeteci, yazar, Abi; "üçgenli, teğet çizgili, ucu dörtgenli, ortada yuvarlak çekirdek"li toplumsal şemalar yapıp generallere sunuyor. 13. Gazeteci, "darbe heveslisi" grup namına "Genç subaylar rahatsız" diye manşet yazmış; o grupla pek uyuşmayan o günün Genelkurmay Başkanı ile bugünün Genelkurmay Başkanı Abi' ye sitem ediyor. İlhan Abi haberi yazana "Ürktüm. Bunlar kendi aralarında farklı düşüncelere sahip. Senin haberleri inceleyeceğim" diyor. Zaten gazeteci "Paşalar"a da Abi diyebiliyor. Zihniyet bu! Bu zihniyette; Sadece iktidar değil; ana muhalefet de, önceki iktidarlar ve liderler de, bakanlar da, bürokratlar da hep "hükmedilecek"ler: "(Eski BDDK Başkanı Akçakoca'yı çağırdım, bankalarda neler oluyor, anlat dedim. Bana rapor hazırla, dedim... Mesut Yılmaz'ı çektim. Seçim kararı niye aldınız, dedim. Bir şey diyemedi... Gül'e, senin yerinde olsam karımın örtüsünü çıkarırım, dedim... Merkez sağdan biri bunlara geçecekti, sordular, cemsede size de yer ayıralım, dedim... Baykal'ı çektim, dedim ki... Sanayi odalarıyla konuşuyorum, İsmail Cem'in yeni oluşumunu destekleyin, diyorum" Aynı "alttakiler" gibi: "Seçimlerde subay, astsubay oylarına baktırdım. Subayda sorun yok. Astsubaylar arasında biraz var. Öteden beri öyle zaten." "YAŞ'ta 7 dosya vardı. Hemen çağırdım, biraz daha ekleyin, şöyle 20'ye yaklaştırın. Fakat masum kişilerse atmak olmayacaktı, orada bıraktık. Bir dahaki sefer üç katına çıkarırız, görürler." Darbe bu! Anlaşılıyor ki: 1. Oramiral Örnek'in Darbe Günlükleri doğru. 2. Dört kuvvet komutanı o dönemde Genelkurmay Başkanı Org. Özkök'ü de devirmeyi düşünmüş. 3. 2003 nisanında bir, iki ay içinde "hareket" kararı alınmış. "Yola çıktık" denmiş. 4. Karargâh bünyesinde Recep Paşa Batı Çalışma Grubu yerine yeni çalışmalara başlamış. Planlar hazırlanmış. 5. Asıl çarpıcı olan, bu hazırlıkların fark edilmesiyle, Orgeneral Eruygur'un önüne "Ayışığı darbe hazırlığı bilgisayar disketleri; Oramiral Örnek'in önüne trilyonluk mal varlığının konduğu"na dair notlar. Bir de "Beythovenin önüne konanlar" var. 2003 ve 2004 Askeri Şuraları'nda ise tasfiye var! 6. "Toplumu ayağa kaldırmak" isteyenler buna emeklilikte devam etmiş. 7. Bu kadroların aklı 28 Şubat'ta kalmış:" Bu işi 28 Şubat'ta bitirecektik. O gün üç kişi planladık. Çevik Bir, Fevzi, ben (Erdal Şenel). Bakanlar Kurulu'nu bile hazırladık. Müsteşarları bile tamamladık. Karadayı bizi uyuttu... Yılmaz'a gümüş tepside başbakanlık verdik, kullanamadı. Planlar bu yüzden tam yürümedi. Doğrusu bu! Emekli Org. Eruygur'un notlarda gördüğüm bir tespitine ise, gazetecilik ortamının sivil, askeri her cihetine bakıp aynen katıldım: "Ne aşağılık iştir... Bu kadar teslimiyet!" "12 Eylül'de şuradaydım" diye övünen bir generalin, sonra Nâzım Hikmet'i anıp "Sen yanmasan, ben yanmasam..." deyişine de bayıldım. Yine de keşke Balbay içeride olmasaydı!