Oral Çalışır
(Radikal, 4 Nisan 2012)
Bugün Kenan Evren’i yargılıyoruz. Tarihimizde askeri darbe yapmış iki sorumluyu geç de olsa ilk kez sanık koltuğuna oturtmayı başarmış bulunuyoruz. Yüz yıllık darbelerle dolu bir tarih açısından bu yargılama önemli...
Öncelikle şu saptamayı yapalım: Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, toplumun çoğunluğu 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği referandumuna “evet” dediği için yargılanabiliyor.
Bu başlangıcın, işkencecilerin ve zalimlerin tümünden hesap sorulmasına kapı açmasını bekliyoruz. 12 Eylül askeri darbesinin hazırlandığı dönemde yitirdiğimiz Doğan Öz’lerin, Abdi İpekçi’lerin, Cavit Orhan Tütengil’lerin hangi amaçlarla katledildiğinin aydınlatılmasını, gerçek darbeciliğin arkasındaki korkunç cinayet ruhunun ortaya çıkarılmasını istiyoruz.
Evren’in yargılanmasının sembolik olduğu kadar psikolojik etkileri de olacak... Darbe yapmanın, darbe yapmaya kalkışmanın, dünyayı darbe umutları üzerinden okumaya çalışmanın tarihe karışması, halka zulmedenlerin er ya da geç hesap vereceği bilincinin oluşması, derin bir sonuç.
Son kanun değişikliğiyle sahiplerine geri verilen Karaköy Rum İlkokulu’nu gezmiştim. Uzun yıllar kapalı kalan bu ilkokula Türkiye Cumhuriyeti devleti el koymuş. Okulun bütün duvarları Atatürk posterleriyle, Atatürk büstleriyle, “Türk’üm, doğruyum”larla, ‘Andımız’, ‘Ey Türk Gençliği’, ‘İstiklal Marşı’ gibi ant ve marşlarla doldurulmuş. Kenan Evren’in ruhu o okulun duvarlarında yaşadığı gibi, başka binlerce okulun duvarında da yaşıyor. Hâlâ ağır bir ideolojik yapı, yoğun bir kamplaşma anlayışı topluma birçok açıdan egemen... Dersim’deki 1937-1938 katliamını savunanların, başörtülü kızları üniversiteye sokmayanların 12 Eylülcülüğün devamı olduklarını artık hepimiz görebiliyoruz. Ama Hocalı mitinginde “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” diye slogan atanları da bundan çok farklı bir çerçevede değerlendirmek zor...
Örneğin şu sözler bu ülkenin İçişleri Bakanı’na ait: “Büşra Ersanlı Profesör Hanımefendi’nin ’80 öncesi gençlik yıllarına bir yolculuk yapmanızı tavsiye ederim değerli arkadaşlar. Hangi suçtan, hangi komünizan faaliyetten mahkûm olduğunu, cezaevinde yattığını, akrabalarının kim olduğunu, eniştesinin bu ülkede bir başka faaliyetten tutuklu olduğunu, bir başka sevdanın yolcusu olduğunu araştırırsanız görürsünüz. İsim vermek istemiyorum.”
İçişleri Bakanı 2012’nin değil de 1980’li yılların, darbe yıllarının anlayışıyla ve diliyle konuşmuyor mu?
Örneğin şunu da sorgulayalım: İmroz’daki (Gökçeada) Rum yurttaşların mal edinmesini engellemek amacıyla, bunca kanuna, bunca değişime rağmen Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün kanunlarda olmayan yasaklamaları ve engellemeleri sürdürerek direnebilmesi hangi anlayışın ürünü?
12 Eylül yönetimi, Alevi köylerine cami yaparak Alevileri Sünnileştirmeyi hedefliyordu. Evet, şu an o günlerden daha farklı bir noktada olduğumuz bir gerçek. Ama şunu sorgulamakta yarar var: Cemevlerini ibadet yeri olarak kabul etmeyen zihniyet, hâlâ Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki egemenliğini sürdürmüyor mu? 12 Eylül 1980’den bu yana köprülerin altından çok sular aktı. İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi noktasında mesafeler alındı. Ama temel milliyetçi, ırkçı zihniyet, temel otoriter zihniyet, ‘tek kişi yönetimine yatkınlık’ hastalığı bütün haşmetiyle varlığını sürdürüyor.
12 Eylül 1980’de bu toplumun kurtarıldığı düşüncesini bilinçaltında taşıyan anlayışların yıllardır medyada etkili yerlerde durmayı başarabiliyor olmaları ise tablonun bir diğer boyutu...
12 Eylül günlerinin gazetelerini karıştırdığımızda, mesleğimiz adına ve diğer birçok meslek kuruluşu adına karşılaştığımız tablolar ortada...
Onun için diyorum, hepimiz Kenan Evren’iz, hepimizde biraz Kenan Evren ruhu yaşamaya devam ediyor...