12 Eylül 1980 darbesinden sonra 7 Kasım 1980’de Mamak’ta dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost, ölümünün 34. yılında babasız çocukluğunu, "İlhansız" annesinin yaşadıklarını anlattı. İlhan Erdost ile kardeşi Muzaffer Erdost gözaltına alındığında 6 aylık olan Alaz Erdost, okuma yazmayı öğrenene kadar babasının trafik kazasında öldüğünü sandığını söyledi. Evde bulduğu derginin kapağındaki 'İlhan Erdost’u heceleyerek okuduğunda annesiyle teyzesinin ağlamaya başladığını anlatan Alaz Erdost "Ben her sabah uyandığımda annem battaniyenin altında Edip Akbayram’ın ‘hasretinle yandı gönlüm’ ü dinleyip ağlardı. Ben annemi hep böyle hatırladım, bembeyaz saçları vardı, çok zayıftı…" dedi.
Alaz Erdost'un Politik Yol internet sitesinde pazartesi günü (7 Kasım 2016) yayımlanan şöyleşisi şöyle:
– 7 Kasım 1980 – 7 Kasım 2016, 36 yıl geçmiş babanızı kaybetmenizin üzerinden. Hikayesini bir de sizden dinlemek istedik.
Ne zaman babamla ilgili bir şey konuşsam şöyle bir şey oluyor; bir anda bütün isimleri unutuyorum, kafamdan siliyorum. Öncesinde ezberliyorum yargılama sürecini, isimleri ama ertesi gün hatırlamıyorum.
Babam ve amcam Marksist Leninist yayınları basıyorlardı; Sol ve Onur yayınları. Sol Yayınları amcamın, Onur Yayınları ise babamın. Bu yüzden 12 Eylül’den sonra gözaltına alındılar. Gözaltına alınma sebepleri ise Lenin’in Ne Yapmalı kitabından birden fazla bulundurmak ki yayıncısıydılar. Yasak yayın olduğu iddiasıyla gözaltına alınıyorlar. Üç gün kadar gözaltında kalıyorlar.
Şimdi anlatacağım şeyi yakinen bileceksiniz, 1980’lerde yaşanmış olması bir şey değiştirmiyor çünkü aynılarını maalesef şimdi de yaşıyoruz. Üç gün Mamak Askeri Cezaevi’nde gözaltında tutuluyorlar. Tutuklanmaları cuma akşamı mesai saati bitiminde oluyor. Amcamın iddiasına göre tutuklayan er, yazarken özellikle kimin büyük olduğunu ısrarla soruyor. Tutanaklarda amcam büyük olmasına rağmen babam büyük görünüyor. Amcam bilinçli yaptılar ama beni karıştırdılar diyor.
Er Reo marka bir araç istiyor, karşısındaki ses daha küçük bir araç olduğunu söyleyince ısrarla Reo marka bir araç isteniyor ve “anlarsın ya” diyor er. Notta ise “derin inceleme yapılması” yazıyor ve o şekilde araca bindiriliyorlar. Amcam araçta ne kadar sürenin geçtiğini tam olarak söyleyemiyor ama bindiklerinde havanın aydınlık, araçtan indiklerinde ise havanın karanlık olduğunu söylüyor. Babamlarla birlikte araca bindirilen bir erin aslında o gün görevli olmadığı, ülkü ocakları bağlantılı bir er olduğu ve özellikle o gün oraya geldiği ortaya çıkıyor.
Babamı ve amcamı dövmeye başlıyorlar. Astsubay Şükrü Bağ önde oturuyor. Babam bir süre sonra başına darbe alıyor ve “küçük kızımı uyandırmaya kıyamadım, öpemedim, dövdürmeyin bizi ” diyor. Şükrü Bağ babamları indiriyor, ellerini yanlarına koymalarını istiyor, daha olmamış diyor ve döven erleri tehdit ediyor: “Onların analarını ağlatmazsanız, ben sizin ananızı ağlatırım” diyor. Tekrar araca bindiriliyorlar ve sonra koğuşa götürülüyorlar. Amcamın anlatımına göre, babamın eli yana düşüyor, “İlhan İlhan” diyor amcam, “midem bulanıyor” diyor babam ve bir daha sesi çıkmıyor, hayatını kaybediyor.
Bunlar 7 Kasım’da oluyor. Annem 8 Kasım’da çok soğuk, İlhan üşür diye yün şeyler götürüyor cezaevine ama almıyorlar, bir şey de söylemiyorlar. 10 Kasım’da haber veriyorlar. Halit Çelenk babamın avukatı, ona ve babamın amcasına haber veriyorlar. İkisi gittiklerinde babamın kanlı paltosunu ve ayakkabısının tekini veriyorlar ve öldü diyorlar. Daha sonra amcam Halit Çelenk’e “Halit Abi beni çıkar, İlhan’ı ben gömeceğim” diyor. Görüşmeler sonucunda amcamı bırakıveriyorlar.
Bizim evimiz ve amcamın evi çok yakın, birbirlerini görüyor yani evler. Babamdan haber alınamayınca annem amcalara gidiyor. Evde bir tuhaflık olduğunu görüyor, haber gelmiş, ev kalabalık ama amcamlar daha gelmemiş. Anneme “İlhan mide kanaması geçirmiş” diyorlar ama annem şüpheleniyor. Kimse bir şey söylemediği için bir okuruymuş gibi Uğur Mumcu’yu arıyor ve kendini tanıtmadan –ki çok yakın arkadaşlar- İlhan Erdost’u soruyor. Uğur Mumcu da “maalesef kaybettik” diyor ve annem böyle öğreniyor.
– Siz bir süre, belli bir yaşa kadar babanızı trafik kazasında kaybettiğinizi düşündünüz değil mi? Zor bir çocukluk olmalı.
Evet, annem çok uzun bir süre ayağa kalkamıyor, yürüyemez halde. Güven Teyzem bize taşınıyor, dayım da bizde. Amcamlarla da zaten hep bir aradaydık. Onlar sayesinde bu kadar rahat bugünlere geldik.
Ben okuma yazmayı sökene kadar baban trafik kazasında öldü dediler, fotoğrafları da vardı hatta. Çünkü babam tutuklanmadan önce babama suikast düzenliyorlar. Evimizin sokağı çok yokuştu bizim. Bir belediye otobüsünü babamın arabasının üzerine sürüyorlar. Arabada annem, babam ve ablam var. Babam fark edip anneme “atla” diye bağırıyor ve arabadan atlayarak kurtuluyorlar, otobüs arabanın üzerine çıkıyor. Ben o fotoğraflara bakıp, babamın orada öldüğünü düşünüyorum.
Hatta ilkokulda hocamız “hiç trafik kazası gören var mı?” diyince ben elimi kaldırıp “Ben gördüm, benim babam trafik kazasında öldü” demiştim ve öğretmenim gelip saçımı okşamıştı.
Bir gün annemle teyzem koltukta otururlarken ben sobanın yanında bir Tempo dergisi buldum. Derginin kapağında babamın fotoğrafı vardı ve altında ‘dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost’ yazıyordu. Ben heceleyerek okudum bunu ve annemle teyzem ağlamaya başladı.
Bizim evin her yeri babamın fotoğraflarıyla doluydu. Ben 20 yaşıma gelene kadar babam o evde yaşıyor gibiydi, terlikleri, tıraş köpüğü, diş fırçası… Sonra ev kullanılamaz hale geldi ve biz evi o zaman değiştirdik.
Ben her sabah uyandığımda annem battaniyenin altında Edip Akbayram’ın ‘hasretinle yandı gönlüm’ ü dinleyip ağlardı. Ben annemi hep böyle hatırladım, bembeyaz saçları vardı, çok zayıftı…
Ablam TED Ankara Koleji’ne gidiyordu. Ablam veli toplantısından önce bir gün ağladı, annemden utanıyormuş, Güven Teyzemin gitmesini istedi, kırmızı ruj sürerek. O gece annem, teyzem ve anneannem birbirlerinin saçlarını ağlayarak boyadılar ki bu anlattığım babamın ölümünden 10 yıl sonra oldu.
– Dava sürecinden bahsedebilir misiniz biraz?
O zaman geçici 15. Madde olduğu için kimseye dava açılamıyor sadece erlere açılabiliyor. Mahkeme sürecinde erler amcamla birebir uyuşan ifadeler veriyorlar ama bunlar mahkemede delil olarak kullanılmıyor. Galiba 7-8 yıl ceza alıyorlar, bu kadar ama Şükrü Bağ Ankara’ya yeni geldiği için, Reo marka araçta önde oturduğu, aradaki bölme yüzünden arkada olanları görüp duymadığı için görevi ihmalden 6 ay ceza alıyor, onu da yatmıyor. Şimdi de güzelce hayatına devam ediyor herhalde, hiç ilgilenmiyoruz, bilmiyoruz. Biz hiçbir zaman kin gütmedik, bizim derdimiz hiçbir zaman o maşalarla olmadı, bu sistemin bir sorunu. Darbeyi yapanların sorumluluğu.
Referandumla birlikte bu bahsettiğim geçici 15. Madde kalkınca bizim önümüze bir yol açılmış oldu. Bir şey eklemek istiyorum; ben ‘yetmez ama evetçi’ değilim ama biz bu bizim önümüze ilk geldiğinde çok heyecanlandık. Benim babamın ölüm emrini verenlerin yargılanmasını istemekten başka ne gibi bir isteğim, bir umudum olabilir ki bu hayatta. Bu bizim gibi yaşayan tüm aileler için geçerli. Ben başka, hangi yolla intikam alınır bilmem. Benim tek bildiğim yol hukuk, hukuk var mı? Yok ama benim bildiğim başka bir yol da yok. Oturduk, konuştuk. Geçici 15. Maddenin kaldırılması bizi heyecanlandırdı ama onunla beraber gelen değişiklikler o kadar korkunçtu ki ve asla hükümetin samimiyetine inanmıyorduk, o yüzden ‘evet’ demenin romantizm olduğuna karar verdik.
Geçici 15. Madde kalkınca, 2010 yılında suç duyurusunda bulunduk. 2011 yılında başlamış süreç ve bizimle beraber 129 aileye takipsizlik kararı geldi. Bizim suç duyurusunda bulunmamızdan 6 yıl sonra takipsizlik kararıyla zaman aşımı geldi.
Geçici 15. Madde 2010 yılında kaldırıldı, babam 1980 yılında öldürüldü ve zaman aşımı süresi 30 yıl. Bana dava açma hakkı verdiklerinde zaten 30 yıl dolmuş, zaman aşımı olmuş. Ben neden suç duyurusunda bulundum, neden ümitlendim?
Şimdi takipsizlik kararına itiraz dilekçemizi yazdık. Bunun hukuki değil, siyasi bir süreç olduğunun farkındayız. Ama pes etmeyeceğiz.
– Bu bir siyasi mücadele olduğu için mi Toplumsal Bellek Platformu’nu oluşturdunuz?
Tabii ki. Biz devlet eliyle ya da devlet ihmaliyle öldürülmüş ailelerin çocuklarıyız. Bizim süreçlerimiz o kadar bir ki. Dava dosyalarındaki isimler o kadar aynı ki… Çok geniş bir süreçten bahsediyorum; Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar… Biz dursun isterken, sürekli yeni kayıplar geliyor; Gezi aileleri, Suruç, Roboski, 10 Ekim Katliamı, Tahir Elçi… Biz bir arada durmalıyız. Ben düştüğümde Eren Aysan bana yardım eder, Eren Aysan’a bir şey olduğunda Arat Dink onun acısına koşar.
Ben babama ağlamıyorum ki sadece, ben Ali İsmail’e, Berkin’e Ethem’e, Dilek Doğan’a ağlıyorum, ben anneme bakıp, Emel anneye bakıp ağlıyorum. Benim acım babam özelinde değil ki… Bu yüzden Toplumsal Bellek Platformu var.
– Kenan Evren’in hayatını kaybetmesi nasıl bir his oluşturdu sizde?
Bazı ölümler hiç üzmüyormuş, başka hisler yaşatıyormuş insana.