"Her yıkılmış ev Şırnaklılar için mezar..."

"Her yıkılmış ev Şırnaklılar için mezar..."

Cumhuriyet gazetesi yazarı Pınar Öğünç,  8 aylık sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından Şırnaklı avukat Ramazan Demir'in evini kardeşinin test kitabı sayesinde tespit ettiğini belirterek Demir'in "Her yıkılmış ev Şırnaklılar için mezar..." dediğini aktardı.Öğünç, avukat Demir'in Şırnak'ın 'dümdüz' edilmiş olmasının planlı olduğunu savunduğunu belirterek " Bu insanın içini acıtıyor. Mahallemizde genç kalmadı neredeyse" sözlerini köşesine taşıdı.

Pınar Öğünç'ün Cumhuriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:

Ayakta kalmış cami oradaysa, o zaman sokak şuradan geçiyordu, sağa dönünce üç bina vardı... İnsanın oturduğu sokağı, içindeki kişisel eşyalarıyla birlikte evini dümdüz bulması, bağırmak isteyip ses tellerinin düğümlendiği kâbus sahnelerine benziyor. Şırnak’ta 14 Mart’ta başlayan sokağa çıkma yasağı çatışmaların bitiminden sonra da uzayarak tam sekiz ay sonra kalktığında kentte sadece en küçüklerinden sayılabilecek birkaç mahalle ayaktaydı. Gerisi düzlenmiş bir moloz yığını. Şırnaklı avukat Ramazan Demir, gitti, kendi ve akrabalarının evini bulmaya çalıştı, tepesinde büyüdüğü ağaçları aradı. Şu ara tüm Şırnaklıların yaptığı gibi.

- Ufalanmış beton parçaları arasında kardeşinize ait test kitabı sayesinde evinizi bulmuşsunuz. Nasıl bir gündü o gün?

Boş gözlerle bakıyorsun etrafa. Öfke mi, üzüntü mü, çaresizlik mi, bilemiyorsun. O test kitabının dışında, bizim mutfak dolabının parçaları, babama, bana ait bir şey, bunları da gördüm molozların arasında. Bu kadar ağır bir şeyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Yine de iki arkadaş “Düşersen tutalım” diye yalnız bırakmamıştı beni. Düşmedim ama bir an beynim durur gibi oldu. Yıkımın büyüklüğü karşısında sen ufacık kalıyorsun, inanamıyorsun. Biz vahşet, yıkım görmemiş insanlar değiliz. Şırnak’ta 92’yi yaşadık. Zulümle büyüdük zaten. Ama bu sefer başka bir şey var. Tamam havan topu geliyordu, ama dönebileceğin bir ev vardı. O zaman evimiz tek katlıydı; havan topunun açtığı çukuru sığınak yapmıştık mesela sonra.

- 18 Ağustos 1992’de Şırnak dört gün bombardıman altında tutulduktan sonra, dedenizin evine gidip hayattalar mı bakma işinin size kalışı, yıkık dökük Şırnak’ı dokuz yaşında bir çocuk olarak yürüyüşünüz hakkında bir yazı yazmıştınız. 2016 yılında dümdüz Şırnak’ı yürürken o günkü Ramazan geldi mi aklınıza?

Tamı tamına aynı güzergâhı yürüdüm. O zaman yıkık dökük de olsa görebildiğim bir şeyler vardı. Bu sefer hiçbir şey yok. Mahallen, evin, dümdüz. Bunu anlatamıyorum kimseye. Dört duvardan bahsetmiyorum sadece, her dut ağacında, asmada, komşu duvarında bir anın, hissin var. Şimdiyse baktığın yerde boşluk. Evler yok, okul yok, o gün kaçtığım fırın yok. “Piyanist” filminde vardır öyle manzaralar ya da Halep’te, Beyrut’ta... Şimdi sosyal medyada görüyoruz, Şırnak’ı da Toledo yapacaklarmış galiba. O janjanlı binalar bazılarına hoş görünebilir ama hiçbir şey ifade etmiyor benim için.

- Yıkımın ekonomisi, güvenlik politikasına dair ne anlatmalı?

Ortadaki ciddi rant bunun planlı olduğunu gösteriyor. O şunu yapacak, bu bunu yapacak, insanlar ölürken projelendirmiş, üzerine çok düşünmüş bir akıl var. Duyduğum kadarıyla en azından bir kısmını da yerli sermayedarlar yapacakmış. Her zaman devlet desteğini, kamu ihalelelerini almış, almaya devam eden birtakım Kürt işadamları. Bu da insanın içini acıtıyor. Her yıkılmış ev mezar bizim için. Mahallemizde genç kalmadı neredeyse. Fizikî yıkım dışında, bitmeyecek bir yas halinden de söz ediyorum.

- Karşınızda “Hendekler açılmasaydı bütün bu anlattıkların başınıza gelmeyecekti” diyen biri var, ne cevap verirsiniz ona?

Tam dün başıma geldi. Görüşe gittiğim cezaevinde birkaç ay önce bulunduğum için beni tanıyorlar. Bir infaz koruma memuruyla konuşurken mesele Şırnak’ın yıkımına geldi, “Ama hendekler...” dedi. Teknik olarak devletin o hendeklerle mücadele etme hak ve yetkisi var. Bozulduğunu düşündüğü kamu düzeninin tesis etmek için hukuki araçlarını kullanır. Fakat şehrin iki kilometre dışına obüsler kurup her yeri yıkmak, uçaklarla bombalamak dışında o hendekleri bertaraf etmenin yolları vardı. Savaş silahları kullanılarak hendek mi kapatılır? Bir şehri tamamen silmek ne demek? Tehlikeyi kendince bitirdin, öc alır gibi şehri dümdüz etmek ne? O gardiyana da bunları anlatıp “iki dakika tefekkür et” dedim. “Belki alakası olmayan, belki o hendeklere karşı bile olan birisin, çatışmalardan dolayı evinden çıkmak zorunda kalıyorsun ve döndüğünde her yer dümdüz. 10 çocuğunla şimdi enkazın başındasın, bir düşün...”

- Gardiyan ne dedi?

Bir şey demedi. Bunun için kimseyi ikna etmek zorunda da değilim. Fakat bir hukukçu olarak bilgim ve görgümle ceza hukuku bağlamında bunu bir suç olarak nasıl temellendireceğimi bilmiyorum. O kadar ağır ki, verili hukukumuzda bunu tanımlayan bir suç bile yok. Tek başına devletin verdiği zarar diyemezsin, sadece görevi ihmal değil, mala zarar verme olarak tanımlayamayız. İnsanlığa karşı suç vasfını kazandığını düşünürsek, uluslararası mahkemelere oradan götürebiliriz.