İran’a güven duyulabilir mi? Bu soru İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e sorulsaydı, yanıtı kesinlikle “Hayır“ olurdu. Peres, daha ocak ayında Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda İran’ı “günümüzdeki terörün merkezi“ olarak tanımladı. İsrail Cumhurbaşkanı, Tahran’ın Lübnan’daki Hizbullah milislerine silah sevkiyatı yaptığı ve nükleer silah üretme çabası içinde olduğu kanısında. Yeni İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bu yöndeki iddiaları defalarca reddettmiş olsa da.
Yıllardan beri İsrail’in İran’a karşı askeri operasyon hazırlığı içinde olduğu iddia ediliyor. Bu iddialar özellikle de Yahudi Soykırımı’nı inkâr eden ve Filistin bölgelerindeki İsrail işgalini kınayan eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad döneminde sık sık dile getiriliyordu. İktidarı Ahmedinejad'dan devralan Ruhani ise ılımlı açıklamalarıyla dikkat çekiyor. Gerçi Ruhani de İsrail’in var olma hakkını tanımıyor, ancak yine de selefinin antisemitist ifadelerinden uzak durmaya özen gösteriyor.
İsrail'in kuruluşu
Derin bir güvensizliğin hakim olduğu iki ülke arasındaki ilişkiler aslında her zaman böyle değildi. İsrail, 14 Mayıs 1948’deki kuruluşundan sadece bir gün sonra kendini komşu Arap ülkeleriyle savaşın içinde bulmuştu. Ve Filistinlilerle başlayan savaş, İsrail’in kurucusu David Ben Gurion’a ülkesinin düşmanlarla nasıl çevrelendiğini açıkça göstermişti. Gurion da bölgede Arap olmayan ülkelerle ittifak kurmayı hedefleyen Periferi Doktrini’ni geliştirdi. İsrail bu yolla Türkiye, Lübnanlı Hrıstiyanlar ve İran’la iyi ilişkiler kurmayı hedefliyordu.
1950’lerin başında Tahran’da da artan Arap milliyetçiliğine karşı rahatsızlık gözleniyordu. Bu nedenle İran, Washington’ın desteklediği İsrail‘i komşu Arap ülkelerini bölgede dengeleyecek bir faktör olarak karşıladı. “İki ülke arasındaki ilişkiler mükemmeldi“ diyen Hamburg merkezli Küresel ve Bölgesel Çalışmalar Enstitüsü’nden (GIGA) Henner Fürtig, o dönemde İsrail’in İranlı tarım uzmanlarını eğittiğini, ayrıca İran Silahlı Kuvvetleri’nin yapılandırılmasına da destek verdiğini belirtiyor. İran Şahı’nın da bu yardımların karşılığını petrolle ödediğini söyleyen Fürtig, ekonomik olarak kalkınmaya çalışan İsrail’in petrole acil ihtiyacı olduğunu dile getiriyor.
Fürtig, “70’lerin sonunda Şah’ın devrilmesinden kısa bir süre öncesine kadar, İsrail’in petrol ihtiyacının yüzde 80’i böyle karşılanıyordu. İki ülke arasındaki sıkı bağ işte böyle kurulmuştu“ diyor.
İslam Devrimi
İran’da 1979 yılındaki İslam Devrimi, bu işbirliğinin sonunu getirdi. İsrail’in Filistin bölgelerini işgal etmesini sert bir şekilde eleştiren Ayetullah Humeyni, İsrail’le daha önce yapılan bütün anlaşmaları feshetti. Ayrıca İsrail, 1982’de Lübnan savaşını başlatırken ve ülkenin güneyinde ilerlemeye başlarken, Humeyni de Şii milisleri desteklemesi için İran Devrim Muhafızları’nı Beyrut’a gönderdi. Ve o günlerden bu yana Hizbullah milisleri, Tahran’ın Lübnan’a uzanan kolu oldu.
İran - İsrail ilişkilerinde gerginlik ortaya çıkmaya başlarken, iki ülke arasında gizli bir işbirliği ağı kuruldu. Bu gizli işbirliğini tetikleyen başlıca gelişme ise 1980 eylülünde başlayan İran – Irak Savaşı’ydı. Saddam Hüseyin rejimi, İsrail için daha büyük bir tehditti ve İsrail bu savaşta Humeyni tarafında yer aldı. Tel Aviv’deki Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün bir araştırmasına göre, İsrail bu savaşın ilk üç yılında İran’a 500 milyon dolarlık silah sevkiyatı yaptı.
Ortadoğu uzmanı Henner Fürtig, o dönemin koşullarını şöyle anlatıyor:
“80’lerin ortalarında Irak’la devam eden savaş İran açısından pek iyi görünmüyordu. Şah döneminde İran’a silah sevkiyatının yüzde 90’ı ABD’den sağlanıyordu. Ancak daha sonra 80’lerin başında İran Silahlı Kuvvetleri’nin silahları, cephaneliği ve ikmal malzemeleri neredeyse tamamen bitmişti.“
İsrail’in yardım teklifi tam da İran’ın savaşta sıkıntı çektiği sırada gelmişti. Ayetullah Humeyni bu yardımı karşılıksız bırakmadı. 80’lerin başında Irak’ın nükleer silah üretmeye çalıştığı iddia ediliyordu. Bu da ne İsrail’in ne de İran’ın kabul edebileceği bir tehditti. İran gizli servisi, İsrail hava kuvvetlerine Irak’taki Osirak nükleer tesisini bombalarken değerli bilgiler aktardı.
İki ülke arasındaki gizli işbirliğinin büyük boyutlarda olduğunu söyleyen Henner Fürtig, “Her iki taraf da bu işbirliğini gizli tutmaya çalışıyordu. Bunu açıklamak ne İranlıların ne de İsraillilerin işine geliyordu“ diye konuşuyor.
Gizli işbirliği bitiyor
Ancak İran - Irak Savaşı’nın 1988 yılında sona ermesi ve bu gizli işbirliğinin ifşa olması, İran ve İsrail arasındaki ilişkinin de bitmesine neden oldu. Zayıflayan ortak düşman Irak, üç yıl sonra ABD’nin düzenlediği operasyonla da iyice zararsız hale getirilmişti. İran açısından İsrail’le işbirliği içinde olmanın artık bir anlamı yoktu. Filistin sorununun Tahran’ın dış politik merceğine yine girmeye başladığını belirten Alman uzman Henner Fürtig, o dönemde yaşanan değişimleri şöyle aktarıyor:
“Filistin sorununun İslamî Arap konseptinden çıkarılması, aslında İran’ın uyguladığı istikrarlı dış politikayla mümkün oldu. Filistin sorunun sadece Arapların değil, bütün Müslümanların sorunu haline dönüştürülmesi, İran’ın kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi için mükemmel bir oyun alanı yaratıyordu. İran bu sayede liderliğe oynayabileceğini hesap ediyor ve bunu elden çıkartmak istemiyordu. "
İran ve Amerika kökenli Ortadoğu uzmanı Trita Parsi ise bir adım daha ileri gidiyor. İki ülke arasındaki rekabetin son yıllarda varoluş boyutuna ulaştığı değerlendirmesini yapan Parsi, İran’ın Yahudi devletinin yok olacağı tahmininde bulunurken, İsrail'in de İran'ın her türlü nükleer teknolojiyi kullanma hakkını reddettiğine dikkat çekiyor.
Ortadoğu uzmanı Henner Fürtig'e göre de bu koşullar altında iki ülke arasındaki ilişkilerde öngörülebilir bir zaman içinde iyileşme beklenmemeli.