Charlie Hebdo saldırısıyla ilgili konuşan Taraf yazarı, Prof. Dr. Murat Belge, “Batı’da yükselen bir İslam düşmanlığı var. Öteden beri emperyalizmi, kendinden saymadığı dünyayı adam yerine koymama gibi eğilimler yaygın zaten. Bu iki akım birbirini besliyor. Böyle bir olay olduğunda Marie Le Pen (Fransa’da Ulusal Cephe Partisi’nin lideri) doğrulanmış oluyor. Onun bundan sonra söyleyeceği şeyler de İslami cephede benzer formasyonda olanları doğrulayacak. Herkes gayet doğru bir noktada durduğunu düşünerek birbirini boğazlayacak. Sürecin mantığı bu” dedi.
Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan silahlı saldırının üstünden 11 gün geçti. Prof. Dr. Murat Belge ve Prof. Dr. Samim Akgönül bu sürede yaşanan gelişmeleri Milliyet gazetesinden Güliz Arslan’a değerlendirdi.
Prof. Dr. Murat Belge (İstanbul Bilgi Üniversitesi)
Müslüman ülkelerde veya Müslüman azınlıkların kalabalık olduğu yerlerde dünyanın gidişine öfkeyle bakan, hakkının yendiğini düşünen kesimler ve bunu teşvik eden odaklar var. Humeyni’nin Salman Rüşdi’nin öldürülmesine dair fetva verdiğinde de yazmıştım; Humeyni gibi, El Kaide gibi İslam adına konuşma hakkını kendisinde görenler Müslüman dünya ile onun dışında kalan dünya arasındaki alışveriş, özellikle de kültürel alışveriş kanallarını kapatma eğiliminde.
Batı’da yükselen bir İslam düşmanlığı var. Öteden beri emperyalizmi, kendinden saymadığı dünyayı adam yerine koymama gibi eğilimler yaygın zaten. Bu iki akım birbirini besliyor. Böyle bir olay olduğunda Marie Le Pen (Fransa’da Ulusal Cephe Partisi’nin lideri) doğrulanmış oluyor. Onun bundan sonra söyleyeceği şeyler de İslami cephede benzer formasyonda olanları doğrulayacak. Herkes gayet doğru bir noktada durduğunu düşünerek birbirini boğazlayacak. Sürecin mantığı bu.
Türkiye toplumunda garip bir şey var; kendinden başka bir şeyle ilgilenemiyor. Ne olursa olsun, onu önce kendisine tercüme edecek. Davutoğlu gitti, yürüdü. Bu doğru bir karardı. MHP’nin başkanı kalkıp “Netanyahu’nun olduğu yürüyüşte sen ne arıyorsun?” diyerek işi bir iç politika malzemesi haline getirdi. Verilen cevap da; “Netanyahu’ya mı bırakacaktık?” Şurada insanlar ölmüş, biraz ondan bahsedin...
“Nijerya’da da 2 bin kişi öldürülmüş, Batı’nın laf ettiği yok” denmesi de tuhaf. Nijerya’da bu ilk defa olmuyor. Boko Haram kızları kaçırdığında Türkiye’deki Müslümanların “İslam adına niye böyle şeyler yapılıyor?” diye bir tartışma başlattıklarına rastlamadım. Şimdi Batı’ya laf çakmak için bir vesile olarak kullanılıyor. Her şey bizim kendi tartışmamızı yürütmemiz ve haklı görünmemiz için araç haline geliyor.
Cumhuriyet’in karikatürleri yayımlama kararı kınanacak bir karar değil. Bunu oldukça duyarlı bir şekilde yaptıklarını tahmin ediyorum. Hakaret sayılabilecek şeyleri elemişlerdir. Matbaaya polisin gitmesini de doğru bulmadığımı söyleyebilirim.
Kuran’ı birkaç çeviriden okudum. Onu da tartışmaya başladığın zaman “Senin okuduğunun çevirisi yanlıştır” diye ortalık bulanıyor. Kuran’da suret yapmayın deniyor. Tek tanrıcılığın başından beri mücadele ettiği putperestlik nedeniyle. Hz. Muhammed’in resmini yapmayın diye bir şey yok ama belli bir formasyon içinden dünyaya bakan Müslümanlar elbette yapmazlar. Resmini yapmaya kalkışan kimse Hz. Muhammed’de olması gereken güzellikleri o resme koyamaz. Bunun gibi kaygılarda var. Hz. Muhammed, Müslüman inancına göre ilahi düzeyle insani düzey arasındaki bağlantıyı sağlayan adam. Hıristiyanlara göre bunu yapan İsa. İsa’ya zaten Allah diyorlar, Allah’ın oğlu diyorlar. Bir yanda Müslümanların Hıristiyanları eleştirirken “Allah’ın oğlu denir mi, böyle saçma inanç olur mu?” demeleri, bir yandan da onunla yarışa girmeleri, Noel’e karşı Kutlu Doğum Haftası’nı çıkarmaları...
Bu olaydan sonra özellikle bir duygusal süreçten geçmedim. Alıştık. 11 Eylül’ü de yaşadık. İnsan nasır tutuyor bir süre sonra. Keyifsizliğime bir yenisi eklenmiş oldu, öyle bir şey.
Prof. Dr. Samim Akgönül (Strasbourg Üniversitesi)
Bu saldırı elbette bir dönüm noktası. Hem Batı için hem Müslüman ülkeler için hem de Fransa’da yaşayan Müslüman azınlıklar için... İlk heyecan geçtikten sonra üç konuda tartışmalar yaşanacaktır. Birincisi; olayın toplumsal ve dinsel sebepleri. Avrupa Müslümanlarının bir kısmının Radikalleşme süreci daha fazla irdelenmeli ve deradikalizasyon politikaları acilen uygulanmalı. İkinci olarak; saldırının gerçekleştirilme koşulları çok tartışılacaktır. Güvenlik-özgürlükler denklemi zor bir dengede. İlk talep özgürlükler kısıtlansa da güvenlik önlemlerinin artırılması olacaktır muhakkak. Üçüncüsü; olayın yaratacağı toplumsal ve siyasal sonuçlar. Unutulmaması gereken şu; saldırının ilk kurbanları elbette cinayete kurban giden insanlar. Ancak Avrupa’daki Müslüman azınlıklarda kurban olabilirler.
Paris’teki yürüyüş hem Hrant Dink cinayetinden sonra olduğu gibi bir toplumsal refleks hem de siyasal bir şovdu. İlk iki sıradaki politikacılar birçok Fransızı derinden rahatsız etti. Politikacılar topluluğu ile diğer 100 binleri ayrı ayrı değerlendirmek gerek. Ayrıca birçok taşra kentinde spontane ve herhangi bir siyasal akımın sahiplenmesine kapalı, rekor düzeyde katılımın olduğu yürüyüşler yapıldı. Beni şimdilik iyimserliğe yönelten bir durum da bu gösterilerde atılan sloganların hepsinin pozitif sloganlar olmasıydı. O yürüyüş fotoğrafında olmayı hak etmeyenler olduğu kesin. Ancak gösteriler hiçbir olay ve taşkınlık olmadan tamamlandı.
Davutoğlu’nun yürüyüşe katılma kararı çok yerindeydi. Ve Türkiye’deki genel toplumsal histeri ve seçmenin kısmen AKP politikaları aracılığı ile şaşırtıcı bir biçimde bağnazlaşmış olması göz önünde bulundurulduğunda, cesaret isteyen bir karar ayrıca... Bu katılım dışarıda “terörü lanetleme” içeride “Müslümanları koruma” olarak sunulacaktır.
Davutoğlu’nun yürüyüşte arkalarda kalması üzerine yapılan yorumlara fazla takılmamak gerek. Türkiye’de toplumsal tepkiler yapay bir biçimde ayrışmış durumda. Bir taraf için AKP ne yaparsa yapsın iyidir. Diğer bir taraf için ise herhangi bir AKP liderinden gelen her şey kötüdür. Bu çok sağlıksız bir durum.
Erdoğan, Netanyahu için “Hangi yüzle gitti anlamakta zorlanıyorum” dedi. Bilmiyorum kendisi aynı sebepten mi katılmadı? Sonuçta Türkiye’nin devlet başkanı Sayın Erdoğan’dır. Burada iç politikaya mesaj var elbette. Aynı zamanda da Sayın Davutoğlu’nun katılımını meşrulaştırma çabası...
Türkiye’de iki tip tepki var. Birincisi; suçluluk duygusu. Yetkililer IŞİD’in ve dolayısıyla şiddet yanlısı radikal İslam’ın palazlanmasında direkt ya da endirekt etkileri olduğunu biliyorlar ve bunu Batılı ortaklarının bildiklerinide biliyorlar. İkincisi haklı bir korkunun, yani bu saldırıdan sonra Avrupa’da Müslüman toplulukların hedef haline gelmeleri endişesinin kullanılıp gene Müslüman dünyasının liderliğine soyunma tepkisi. Ancak kimsenin hakkını yemeyelim. Toplum içinde saldırıya samimi tepki verenlerde var.
İslamofobi bir can simidi haline geldi ve artık Müslüman bireyleri korumak için değil, İslam’ın dogmalarının eleştiri ve hiciv konusu yapılmasını engellemek için kullanılıyor. Bundan sonra da bütün kutsallıklar gibi İslam’ın tabuları da Fransa’da eleştirilmeye, hiciv konusu edilmeye devam edecektir. Buna bir nevi “ergen tepkisi” vermek Müslüman azınlıkları tehlikeye atıyor ve “Müslümanofobiyi” tetikliyor. Ancak ben Fransa solundan ve insan hakları savunucularından bir refleks de bekliyorum. Bu saldırı yeni bir toplumsal kontratın başlangıç noktasını da oluşturabilir.
Cumhuriyet’in karikatürlerin bir kısmını yayımlama kararı çok cesur, takdir edilecek bir karar. Eğer bu karikatür ve yazıları Fransızların görmeye hakkı varsa neden Türklerin de görmeye hakkı olmasın? Çocuk mu Türkler? Kutsal değerlerinden emin olanlar bu tip şeylerden etkilenmezler, gülüp geçerler ya da görmezler.
Charlie Hebdo saldırısını duyduğumda üzüntü ve kızgınlık hissettim, hâlâ hissediyorum. Ancak elbette bu duygularımı ifade etmek için elime silah alıp kimseye saldırmıyorum. Korku hissetmedim, Türkiye’de ve Fransa’da diğer otoriteye ve dogmalara muhalif insanların da korku hissettiklerini sanmıyorum.