10 yıl önce genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin önünde katledilen gazeteci Hrant Dink için her sene öldürüldüğü yerde anma töreni yapılıyor. Gazetenin balkonunda bugüne kadar Rakel Dink'ten Karin Karakaşlı'ya, Hidayet Şefkatli Tuksal'dan Sırrı Süreyya Önder'e kadar birçok isim "yüzleşme" çağrısı yaptı.
Dink'in öldürülmesinin 10'uncu yılında gazetesi Agos, 2007 yılından bu yana yapılan konuşmaları derledi.
Gazetenin "Hesaplaşmaya çağrının Agos balkonundaki 10 yılı" başlığıyla yayımlanan (18 Ocak 2017) haberi şöyle:
‘Çutağıma eş olmak bana verildi. Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Ben, çocuklarımı, ailem ve sizler çok acılıyız. Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor. Kederli bir sevinç yaşatıyor. İncil’den Yuhanna 15:13’te hiç kimsede, insanların dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur der. Sevgili dostlar, bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine, soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık saygısızlık vermeden, sloganlar pankartlar açmadan sessiz bir yürüyüş gerçekleştiriyoruz. Bugün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır.
Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…
Kardeşlerim,
Onun doğruluğa olan sevgisi, şeffaflığa olan sevgisi, dostuna olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki “O büyük bir adamdı.” Size sorarım:”O büyük mü doğdu?” Hayır! O da bizim gibi doğdu. O gökten değildi o da topraktandı. Bizim gibi çürüyen bir beden! Fakat yaşayan ruhu, yaptığı iş, kullandığı üslup gözlerindeki, yüreğindeki sevgi onu büyük yaptı. İnsan kendiliğinden büyük olmaz. İnsanı yaptıkları büyük yapar… Evet o büyük oldu, çünkü büyük düşündü, büyük söyledi. Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz. Sessizce büyük konuştunuz, siz de büyüksünüz. Bu günle kalmayın bu kadarla yetinmeyin.
O, bugün Türkiye’de milat yaptı sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi. Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek Hrantlara inanarak olur, nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşındakini kendin gibi görerek kendin gibi sayarak, kendin sayarak olur.
Hisusun yardımıyla yarattığı ev cennetinden ayırdılar. Göksel ve ebedi cennete kanat açtırdılar. Gözleri daha yorulmadan, bedeni daha yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doymadan kanat açtırdılar göksel cennete."
"Ne demişti eşim hayattayken "Önce gelin şu lirik yalnızlığımızı paylaşalım başta! Beni gömmeye değil yaşatmaya gelişinizin ilk töreni olacak bu. Bırakın ağlaşmayı... Yoklayın yüreklerinizi... Aranızdan ayrıldığını sandığınız yürek çırpıntılarımı orada duymuyor musunuz?" Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız. Burada, yani onun kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi, unutturulabilir mi, üstü örtülebilir mi kardeşlerim? Bu ancak ve ancak vicdanların oynamasıyla, kanları dökenlerin pişmanlık ve ikrar ve af dilemeleriyle mümkün olabilir. Yoksa Kelam'daki Habil'in kanının susmadığı gibi, dökülen hiçbir kan ve bu kaldırıma dökülen kan susmayacaktır. O kan bir yıldır hiç susmadı kardeşlerim. Çünkü kanın sesi ancak adaletle susar. İşte bugün sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor.
Çutağımın dediği gibi: "Uğruna ölünesi davaları, uğruna yaşanası davalara dönüştürmedikçe, belli ki bu tür vahşetler daha çok yaşanacak."
Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yas da kardeşlik de bugün cesaret istiyor, ama asıl, yaşamak cesaret ister. Umut cesaret ister. Adalet cesaret ister."
"Hrant, ortaklaşa hazırlanan bir cinayetle öldürüldü… Anladık ki onu öldürmeye çok önceden karar vermişlerdi… Onu gazetelerde hedef gösterdiler... Mahkemelerde linç etmeye kalkıştılar. Çocukların eline silah tutuşturanları biliyoruz artık… Yönlendirenleri de, teşvik edenleri de… Devlet içindeki katillerden, örgütlenmelerden hesap soracak bir cesarete gerek var. Hrant’ın cesaretine ihtiyaç var."
Hrant’ın ölümü başka bir şeydi. Sesim çıkmıyordu. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Derin bir vicdan hesaplaşması yaşıyordum. Neydi bu derin acı… Neydi… Bu yaralanmış bir vicdandı. Tarihi bir vicdan sarsıntısıydı… Yani Hrant’ın hayatımızdaki derin yeriydi. Kardeşim Hrant, yetim bir halkın yetim çocuğuydu. İşte biz o yetim çocuğu yitirmiştik. Evet, Hrant, bu toprağın sonuna kadar yerlisiydi. Sahiplerindendi. İnsanları sıcaklıkla sardı, kucakladı. İçeriden, bizlerden birisi olarak konuştu. Yüreklere, duygulara, akıllara seslendi. Açık sözlüydü. Onu Türklüğe hakaretle suçlayıp mahkum ettiklerinde “Ben hiçbir ulusa hakaret etmem, ettirmem. Türklüğe de hakaret etmem. Ermeniliğe de hakaret ettirmem” dedi… Tarihimizle yüzleşmek için önemli bir tutamaktı bizim için.
"Altına girmek için cevahir ömrünü feda ettiğin Anadolu topraklarının çocuklarına, henüz küçücük bebeklerken anlatılan bir masal vardır. Çocuğun minicik avcunun tam ortasına yetişkin bir parmakla basılır ve "Buraya bir kuş konmuş..." diye başlar... Adını serçeden alan en küçük parmak "hani bana - hani bana" diyerek ağlamaktadır masalın sonunda. Bu ülkeyi kocaman bir avuç olarak düşün sevgili kardeşim. Bizler, hani bana demeyenler, bu zalimler sofrasına haykırıyoruz. Hepiniz asli failsiniz! Hepinizi tanıyoruz! Kardeşler! 3 yıl önce tam da burada yere düşen, sadece kardeşimiz Hrant değildir. Yere düşen namusumuz, izzetimiz ve haysiyetimizdir. Bunu namusu saymamak namustan habersiz olmak demektir. Bunu haysiyet saymamak, haysiyetten nasipsiz olmak demektir. Madem katilleri tanıyoruz. Gün katilleri ve çanak tutanları teşhir etmek günüdür."
“Ben bu dünyanın camını, çerçevesini indirmek istiyorum. Başta bu Agos’un güvenlik camları var, onları indireceğim. Babamın büstü var bir tane. Onu kırmak, parçalamak istiyorum. Ben büstleri sevmiyorum, ben insanları seviyorum. Ama değil… Cam çerçeve mi indireceğiz? Siz üç yıl önce nasıl yapıldığını gösterdiniz bu işin. Ve üç yıldır gösteriyorsunuz. Asıl öyle kalabalık olup o vakarı koruyabilmek lazım. Çünkü onu yönetebiliyor devlet, kırmayı, dökmeyi; ama sizi yönetemiyor.
Babamın dilinde tüy bitti bir Yargıtay kararını anlatmaktan. 1915 ve Soykırımla ilgili bir kitap mahkemeye götürüldü. Mahkeme, ‘sakıncalıdır’ diye karar verdi. Yargıtay karar aldı, ‘Kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır’ diye. Bunu anlattı durdu babam. Nasıl ağır bir şey! Biz bu ülkede yüz yıl önce yüzde 20’ydik belki, bugün binde 1 bile değiliz. Bakın, yüz yıl önce avdık, şimdi yem olmuşuz yem.”
"Böyle bir kıstırılmışlık hali ve hukuksuzluğun sürekliliği içindeyken siz, en sevdiğinizi sanki bir daha bir daha öldürüyorlarmış gibi oluyor... Sanki sizi o katletme anıyla birlikte alıp da bir kafesin içine tıkmışlar gibi... Oyalamışlar, göz göre göre yalanlar söylemişler, resmen alay etmişler. Hiçbir çıkış kapısı bırakmamışlar. Bizim yerimizde olsanız ne yapardınız? Hrant Dink cinayetinde adı geçen, çeşit çeşit kurumlardaki, tek tek herkese soralım: Size böyle davransalar siz ne yaparsınız? Sizi bilmeyiz, ama biz sadece mezarlıklara ve mahkemelere gidiyoruz. O da eğer varsa. Kin ve intikam duygularıyla gitmiyoruz. Yüzleşmek için, gerçeği bütün boyutlarıyla görebilmek için gidiyoruz. Ve elbet, bu tür cinayetler bir daha asla işlenmesin, gelecek kuşaklar böyle bir utancı yaşamasın, taşımasın diye."
"Hrant Dink’i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915′te Anadolu’da kafilelerce insan aç-susuz çölün ortasına sürülmeden önce bir Nisan günüyle 250′ye yakın Ermeni aydın Haydarpaşa Garı’ndan trenlere konup Ayaş’a sürgüne gitti. İçlerinden sadece birkaçı geri dönebildi.
Anlayacağınız önce sesimizi aldılar elimizden. Bu insanlar Osmanlı Meclisinde mebustu, yazardı, gazeteciydi, çevirmendi, doktordu, avukattı. Ermeni halkına hizmet kadar Osmanlılığa inanır, Meşrutiyet sonrası bayram geleceğini sanırdı. Öyle olmadı. Hrant Dink bu aydınların son halkasıdır. O yüzden de 2007, 1915′e geri ışınladı hepimizi. Demek hâlâ hakkıyla Ermeni ve bir o kadar da yurtsever olan bir insanı öldürmek bu kadar kolaydı. Bu kadar mübahtı. Tarihi inkâr ede ede geldik bu noktaya dayandık. Şu kaldırıma dikilen taş, Hrant Dink kadar diğer bütün susturulmuş aydınların ve isimsiz mezarsız kurbanların da simgesi olsun."
"Sevgili Hrant, sen şimdi bizleri o güzel yerden izliyorsun, biliyorum. Bizler, bu ülkenin resmi tarih öğretisiyle taammüden cahil bırakılmış kitleler olarak, üzeri ağır inkâr taşlarıyla kapatılmış olan o sağır ve dilsiz, o kanlı kuyunun varlığını senin sayende öğrendik. Öğrendiklerimiz bizi hak ve hakikat karşısında sorumlu kıldı. Biz bugün, Allah ve tarih önünde bu sorumluluğumuzu yerine getirmek için buradayız.
Sen bu kanlı kuyunun kapağını aralarken, bunu nefret ve düşmanlık için değil; daha yüzyıl öncesine kadar yan yana yaşayan iki halkın yaralarını sarmak, aralarına ekilmiş kin ve nefret tohumlarını yok etmek ve iki halk için daha adil ve onurlu bir gelecek sağlamak için yaptın. Uğruna hayatını da verdiğin bu mücadeleyi kaldığı yerden bizler sürdüreceğiz."
"KCK davalarından Alevilere, avukatlara, gazetecilere, öğrencilerden, gezicilere, LGBTİ haklarından tüm insan haklarına, topluma yayılan koku ve korkunun kılavuzu kim? Yüzünüzdeki örtü iyice aralanıyor ve görüyoruz arkasındaki siluetlerinizi. Çünkü bir yüzünüz bile yok sizin! Cepheler arasında kendi mevzilerinize yığınak yaparken sizler, yalanlarınız, ihanetleriniz ve kırımlarınızla elimizden dünyayı düzeltecek başka çocuklarımızı da aldınız. Ali İsmail’i, Ethem’i, Abdullah’ı, Mehmet’i, Mustafa’yı, Medeni’yi, Ahmet’i aldınız. Devletin dürüstlüğünden kuşku duymayan kaldı mı aramızda arkadaşlar? Hrant Dink devlet dersinde katledilmiştir. Hayat ve tarihin bu bahiste bazı cüretkârlara vereceği notu bilelim ve bu dersi hiç unutmayalım. O kadar iyi bilelim ki bu dersi, bu ders onlara dert olsun!"
"Dostlar, arkadaşlar, çoğunuzun bildiği gibi bu topraklarda her inkârın ardında yakın ya da uzak tarihli toplu mezarlar yatar. Hrant Dink’in öldürülüşünün sekizinci yılı, gene bildiğiniz gibi aynı zamanda 1915 Ermeni soykırımının yüzüncü yılıdır. Ermeni soykırımının reddi, inkârı Türkiye’nin yüzyıllık yalnızlığıdır. Tarihte, hafızada, akılda, vicdanda ve dünyadaki yalnızlığıdır. Türkiye’nin bu yüzyıllık yalnızlığı artık son bulmalıdır. Bu ülke geçmişin hayaletlerinden korkmayarak tarihiyle yüzleşmeli, geçmişte yaşananlara ilişkin sorumluluklarını üstlenmeli ve bu karanlık mirasın kahredici ağırlığından kurtulmalıdır. Bunu, dünyanın azarlayan bakışları ya da başkalarının onayları için değil, kendisi için istemelidir."
"Sizler beni Diyarbakır’da sonsuzluğa uğurladıktan sonra dostum Hrant Dink beni karşıladı. Erken geldin kardeşim, her zamanki gibi acele ettin diye sitem etti. Dostun yüreği acıyınca sitem edermiş dedim.
Hrant, kardeşim, geride bıraktıkların, yaşayanlar, yaşamayanlar, yeni doğanlar, torunların dedim. Çocuklarından selam var dedim. Seni sürekli yâd eden arkadaşların dedim. Biliyorum dedi, her gün onları izliyorum.
Bak bundan sonra sen de göreceksin geride kalanları. O an beni görmenin sevinci silindi. Yıllar öncenin, ebedi olmayan hayatına ait karanlık bir perde çöktü yüzünün çizgilerine. Mesela tetiği ben gördüm. Benim tetiğin ikiz kardeşiydi. Tetikçiler birbirlerine benzerler. Katledilenlerin birbirine benzedikleri gibi…
İkimizin de yüreği sızladı. Ölülerin yüreği kurur sanmayın. Yürek çürümez, bir tek yüreksizler toprak olup giderler."
Amasız, fakatsız hiçbir ölümü kabullenmeyeceğiz. Israrla silahların susmasını, tüm sorunlarımızın konuşarak çözülmesini isteyeceğiz. İnsan hak ve özgürlüklerinin tanındığı, korunduğu ve geliştirildiği bir durum olarak gördüğümüz barışta ısrar edeceğiz. Yok sayılan, inkâr edilen, yüzleşilmeyen her suçun bir sonrakini hazırladığının bilinciyle hakikati yaşatacağız. Halkların onurunu hedefleyen zulüm mekanizmaları karşısında susmanın, toplumsal bir suç ortaklığı olduğunun bilinciyle susmayacağız. Baskı rejimlerinin tüm gücünü saldıkları korku üzerinden var ettiklerinin bilinciyle korkmayacağız! Bu toprakları insanlık suçluları için korunaklı bir cennet, hak ve özgürlük talep edenler için güvencesiz bir cehenneme dönüştürenlerden hesap sormaktan vazgeçmeyeceğiz.