T24 - KKTC ile AKP hükümeti arasında yaşanan tartışmalar karşılıklı değerlendirmelerle daha da yükseldi. Türkiye'nin KKTC'nin taleplerini karşılamak için nasıl bir politika izleyeceği merak konusu oldu. Vatan gazetesi yazarı Mine Şenocaklı bu süreçte görüşmelerde neler yaşandığını KKTC eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'a sordu. Şenocaklı'nın bugün (14 Şubat 2011) yayımlanan röportajı şöyle: Talat, yanlış anlamalara izin vermemek için böylesi bir noktada açıklama yapmak zorunda hissediyor; “Sakın bu sözlerimi bir meydan okuma olarak algılamayın. Kıbrıs Türkiye değil. Türkiye’deki demokrasi anlayışı burada geçerli değil. Kıbrıs’ta o pankartların açılması da suç değildir, cumhurbaşkanına küfredilmesi de... Bana çok küfür edildi zamanında!” Yavru vatanda bir yanda öfke bir yanda tedirginlik var, ama ne Kıbrıs Rum Kesimi’ne ne de Yunanistan’a karşı... Sendikaların Lefkoşa’da düzenlediği mitingden sonra olanlar oldu. Pankartlar sertti, hakaret doluydu, çok inciticiydi belki, ama o pankartlar olmasa da ipler kopacaktı! Bir pankart vardı ki hele, hani düşmana savaşta söylenmeyecek cinsten; “Kurtarıldık mı? Has..tir!” Her ne kadar, tüm krizlerde olduğu gibi ‘provokasyon’, ‘bir-iki kendini bilmezin işi’ dense de... Zaten araya kara kedi gireli çok olmuştu, ipler kopma noktasına geldi. Ankara’nın, daha doğrusu Başbakan’ın cevabı artık alıştığımız tarzda zehir zemberekti: “Sen kimsin ki be adam! Ülkemizden beslenenlerin bu yola girmesi manidardır!” Pankart beterdi, Başbakan’ın sözleri bir o kadar beter, bu da yetmezmiş gibi Kıbrıs’tan Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek, dilenciye edilmeyecek bir laf ediverdi: “Cuma küfrettiler, pazartesi bizim gönderdiğimiz paralarla maaşlarını aldılar!” Kriz zirve yaptı! Yetmedi, ateşin üzerine benzin döker gibi bir atama yapıldı. Türkiye Lefkoşa Büyükelçisi Kaya Türkmen geri çağrıldı, yerine sendikaların isyan etmesine sebep olan tasarruf tedbirlerinin uygulayıcısı Yardım Heyeti Başkanı Halil İbrahim Akça atandı. Kıbrıslılar atamayı ‘sömürge valisi ataması’ olarak yorumladı, doğal olarak... Sonra ne mi oldu? Rumlar’a bayram seyran... Kalktılar Yeşil Hat’tın öte yakasında bir güzel gösteri yaptılar, KKTC’ye destek için! Özeti uzun, ama herkes için iyi bir ders niteliğinde... ‘Nasıl küçük bir sorun kriz haline getirilir’ dersi! İpler kopma noktasındayken atladım uçağa doğru Lefkoşa... Daha pankart açılır açılmaz Ankara’dan randevu isteyip, hem Başbakan hem de Cemil Çiçek ile bir saat 45 dakika görüşen KKTC eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile krizin ve görüşmenin detaylarını konuşmak istedim. Talat, görüşmenin detaylarına ilişkin pek bir şey söylemedi, ama Kıbrıslı’nın derdini ve tepkisini açık açık anlattı. En vurucusunu söyleyelim, ki Cemil Çiçek’in tespiti de bu; “Eğer istikrar tedbirleri uygulanmazsa, Kıbrıs ekim ayından önce batar!” Talat bu tespitine katılıyor Çiçek’in, ama en çok da ona kırgın; “Bir saat 45 dakika Kıbrıs’ta olanı biteni anlatmamdan sonra çıkıp da ‘Talat bizimle görüştükten sonra hiçbir açıklama yapmadı’ demesini doğrusu çok yadırgadım. Sustum, çünkü ateşe odun atmak istemedim. Demek ki boşuna uğraşmışım” diyor ve ekliyor: “Bir de parmağım kör gözüne büyükelçi değişikliğine gidildi. Türkiye Kıbrıs’a yönelik üslup ve davranışlarını gözden geçirmelidir. Bu yolla Kıbrıs Türkü’nü terbiye edeceğini sanan varsa yanılıyor.” Bunu diyen, yine kendi deyimiyle Başbakan Tayyip Erdoğan ile ilişkileri çok iyi olan, kendi cumhurbaşkanlığı döneminde çok uyumlu ilişkiler sürdüren biri o Duruyor bir an Talat, yanlış anlamalara izin vermemek için böylesi bir noktada açıklama yapmak zorunda hissediyor; “Sakın bu sözlerimi bir meydan okuma olarak algılamayın. Kıbrıs Türkiye değil. Türkiye’deki demokrasi anlayışı burada geçerli değil. Kıbrıs’ta o pankartların açılması da suç değildir, cumhurbaşkanına küfredilmesi de... Bana çok küfür edildi zamanında!” Peki kriz derinleşirse ne olur? Talat’a göre; eylemler artarak sürer, en kötü ihtimalle hükümet istifa eder ve seçimler olur. Son bir tespit yapıyor, Kıbrıslı siyasetçilere uyarı niteliğinde; “Türkiye Kıbrıs için bir nimettir ve seçilen her hükümet de Türkiye’ye muhtaçtır.” Belki benzer bir açıklama da Ankara’dan gelmeli; “Türkiye Kıbrıs’ı asla gözden çıkaramaz” diye! Bir saat 45 dakika görüşmeden sonra Cemil Çiçek’in çıkıp da “Mehmet Ali Talat bizimle görüştükten sonra hiçbir açıklama yapmadı” demesini doğrusu çok yadırgadım. “Demek ki ben boşuna uğraşıyorum” dedim. Bu ilişkileri düzeltmek mümkün değil zehabına katıldım. Arkasından parmağım kör gözüne büyükelçi değişikliğine gidildi. Türkiye, Kıbrıs’a yönelik yaklaşım, üslup ve davranışlarını gözden geçirmelidir. Bu yolla Kıbrıs Türkü’nü terbiye edeceğini sanan varsa yanılıyor... Burası Kıbrıs, Türkiye değil! Demokrasi burada daha önde... Cemil Çiçek haklı paket uygulanmazsa Kıbrıs ekime de kalmaz derhal batar! *Önce çok merak edilen soruyla başlamak istiyorum konuşmaya... Ankara’ya niye gittiniz? Başbakan Erdoğan ve Çiçek’le neden görüştünüz? O görüşmeyi yaptım, çünkü biliyorum ki Türkiye’nin desteği olmazsa Kıbrıs sorununu çözemeyiz, bir. Çözmeye kalkışırsak bize çok kötü şeyler dayatılır, iki. Rum tarafı bizi Türkiye ile kavgalı durumda yakalarsa bileğimizi büker, üç. Türkiye ile bizim kavga etme lüksümüz yoktur, dört. O nedenle ben bu ilişkilerin mutlaka düzelmesi gerektiğini düşündüğüm için gittim ve görüştüm. * Peki ondan önce ne hissettiniz o pankartları gördüğünüzde? Bakın, bir kere pankart işi Türk basını tarafından abartıldı. Her zaman her eylemde böyle pankartlar olur. Türkiye’de olmaz mı? Ben görüyorum, “Yaşasın Apo, PKK!” diye pankartlar açılıyor. * Onlar da gene yazılır... Türk basını böyle işte maalesef... Siz de mensubusunuz kusura bakmayın ama... * Orada daha çok Türk bayrağı olmaması eleştirildi... Yalan, vardı. Ama bakın bu eylem bir milli eylem değil ki Türk bayrağı olsun. Ama vardı. Resimleri bizim basınımızda yayınlandı. Ama Kıbrıs Türk basını, birkaç marjinal gazete dışında böyle şeylere rağbet etmez, önem vermez. Önemli olan o eylemin verdiği mesajdır. İki tane provokatör eylem bittikten sonra alana girip bir pankart açmışlar. Ne olmuş yani? Onu alıp büyütmek, abartmak, defalarca yayınlamak neyin nesi? Niye bu kışkırtıcılık? Ne kazanacaklar bundan? Ve sonuçta Türkiye’den gelen tepkiler o provokatörlerin amacına ulaşmasına yol açtı. Ses çıkmasaydı hiçbir hedeflerine ulaşamayacaklardı. * Peki ya, Başbakan’ın o sözünü duyduğunuzda ne hissettiniz? Bir kere bu eylem Türkiye karşıtı bir eylem değildi. Evet, paketi protesto ediyorlardı. Paket Türkiye tarafından dayatıldı sızdırması ve dedikodusu nedeniyle Türkiye’yi de eleştiren bir yanı da vardı ama... * Paket Türkiye tarafından da dayatılmadı mı? Altında Kıbrıs Türk tarafının, Derviş Eroğlu’nun da imzası var. Bu eylem Türkiye karşıtı bir eylem değildi. O pankartların ifade edildiği bir eylem değildi. Bunu öyle gösterdi Türk basını, Türkiye yetkileri de bunu öyle aldı ve provokatörlerin oyununa gelerek bütün Kıbrıslı Türkleri suçlayan ifadeler kullanıldı. Sonradan düzeltilmeye çalışılsa da düzeltilemedi. * Başbakan geri adım atmadı... Hayır, geri adım atıldı. Geri adım demeyelim ona ama Başbakan kendisi de söyledi, “Ben o provokatörleri kastettim” dedi. Sayın Cemil Çiçek sonra bir pot daha kırdı tabii... * “Cuma günü küfrettiler pazartesi bizim gönderdiğimiz paralardan 13. maaşlarını aldılar” dedi. Maalesef evet. Yine o küçücük provokasyon ekibinin amacını başarıya ulaştırdılar. Sayın Çiçek’in ifade ettiği o sözler daha önce düzeltilen, “Sadece onlara söyledik” denen şeyi bozdu. Onun için her yerde, bütün görüşmelerimde ifade ettim, susmak zorundayız dedim. * Kıbrıslı Türkler mi? Herkes. Türkiye de... Ben o konuşmadan sonra bunu beklerken ve bunu elde edeceğimizi umarken başka bir şey yapıldı. Burada son derece iyi ilişkiler kuran, saygı duyulan, bütün kesimlerle diyalog içinde olan Türkiye büyükelçisi Kaya Türkmen’i görevden aldılar. Yerine sendikaların hedefine oturtulan kişiyi, Kıbrıs’taki Yardım Heyeti’nin Başkanı Halil İbrahim Akça’yı büyükelçi atadılar. * Bu atama Kıbrıs’a demir yumruk olarak tanımlandı... Belki de söz konusu yeni büyükelçi çok daha iyi ilişkiler kuracak bilemem. Ama Kıbrıs bir ekonomik odaktan ziyade siyasi bir odaktır. Ve Kıbrıs’ta diplomat bir büyükelçinin daha başarılı olacağını düşünüyorum. Burada Amerikalılar var, İngilizler var, Birleşmiş Milletler var. Onlar büyükelçi ile görüşürler, büyükelçi diplomat olmazsa yanlış olur. Kıbrıs kritik bir yerdir ve Kıbrıs’ta diplomata ihtiyaç var, ekonomiste değil. * Son atama da zaten vali atamaya benzetildi... Sanki Kıbrıs sömürgeymiş gibi... Parmağım kör gözüne gibi yapıldı, kötü olan o. Yani bizzat cumhurbaşkanının kendisini istemiyorum dediği birisini atamak meydan okumaktır. * Ne olur bu atamadan sonra? Cemil Çiçek, protokollere uyulmadığı takdirde KKTC’nin Kıbrıs Türk Hava Yolları gibi batacağını söyledi. “Ekim ayına gelindiğinde herkes bu sıkıntıyı görecek. Kaynakların yüzde 84’ü kamu maaşlarına gidiyor. Herkes elini vicdanına koysun” dedi. Gerçekten de bu kemer sıkma politikalarına uyulmazsa Ekim’den sonra Kıbrıs batar mı?Cemil Çiçek bu sözünde haklıdır. Ne zaman olacağını o daha iyi bilir ama batar. * Bilir mi? Kıbrıs Türk Havayolları battı, batar tabii batmaz mı? Eğer istikrar tedbirleri alınmazsa, Türkiye vereceğini vermezse, Ekim’e de kalmaz derhal batar. Nasıl kalır ki o zaman? Ha buna rağmen Türkiye yine aylık taksitler halinde taahhütlerini yerine getirirse ama bizimkiler ona uyacak şekilde tedbirlerini almaz iseler o zaman belki Ekim’de, Kasım’da batar. * Buna izin verilmez herhalde? Burada önemli olan nokta şudur; Türkiye’nin buradaki halka ve hükümete demesi lazım ki, “Ben bu kadar para vereceğim, daha fazlasını veremem, siz başka bir tedbir paketi alacaksanız eğer, varsa o beyin gücünüz, sihirbazlığınız, ekonomik aklınız buyurun alın. Ama ben bu kadar vereceğim!” Bu behemehal olmalı. Yoksa Türkiye Kıbrıs ilişkileri daha da gerilecek. Benim sıkıntım bu. Bunu anlatamıyorum. İlişkiler baskı ile düzeltilemez. Bunu anlaması lazım herkesin. * Herkes susmalı dediniz. Peki ya Başbakan Erdoğan’ın üslubunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Üslubu bir tarafa bırakın, size başka bir şey söyleyeyim, o pankartları açanlar Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı dalgalandıranlar bizde suç işlemiş değiller. Bu kadar açık ve net... Bir örnek daha vereyim; hani o küfür içeren pankart var ya, o da halk ağzında kullanılan bir sözcüktür. Mahkeme bunu küfür addeder mi emin değilim. Ama gerek Kıbrıs bayrağını, gerek diğer pankartları taşıyanları mahkemeye verirseniz yüzde 90 beraat ederler ve böylece provokasyon yasallaşmış olur. Ve bundan sonra da o gücü ellerine alıp her yerde bunu yaparlar. * Burası Kıbrıs, Türkiye değil diyorsunuz yani? Değil! Ama Türkiyeli politikacılar Türkiye gibi düşünüyor burayı. Ha, denebilir ki “Yasalarınızı değiştirin suç addedin bunu.” Yahu, dünya Mersin’e biz tersine mi gideceğiz! Artık dünyanın her yerinde suçlar daraltılıyor, demokrasi gereği. * Demokratik haklar açısından Kıbrıs daha mı önde Türkiye’den? Daha önde tabii... Bunu geriye mi götürelim?
* Yani burada bir politikacıdan “Savcılar harekete geçsin” gibi bir tavır beklenemez... Nasıl harekete geçirilebilir savcılar bilmem. O Türkiye’nin koşulları, bizde olmaz öyle bir şey... Olmaz, denendi bunlar geçmişte. Ulusal Birlik Partisi hükümeti denedi. Hepsi beraat etti. Ben de mahkemeye verilmiştim bir zamanlar... * Ne gerekçeyle? Cumhuriyetçi Parti’deydim o zaman. Et boykotu, sivil itaatsizlik çağrısı yapmıştık yurttaşa, et satın almayın diye... O sırada et fiyatlarında devletin de desteklediği bir yükseliş vardı. Bir tekel yaratılmaya çalışıyordu. Kasaplar ve üreticiler birbirine girmişti, kavga ediyorlardı. İşte o dönemde biz bir et boykotu çağrısı yaptık yurttaşa, “Et almayın böylece herkes de bundan dersini alsın” dedik. Bu nedenle kullandığımız sözleri de değerlendirerek bizi mahkemeye verdiler. İki yıl sürdü mahkeme sonuçta beraat ettik. Kıbrıs’ta böyle nedenlerle mahkumiyet örneği ya birdir ya da iki... Olmaz, çünkü bizde hukuk sistemi farklıdır. Bizdeki hukukta genelde cezaların üst limiti vardır, alt limiti yoktur. Yani yargıç üst limitle sınırlanır, alt limit kendi vicdanıdır. İsterse beraat verir. Tespit etse bile suçu, küçük bir cezayla kapatabilir. * Peki, Başbakan’dan o mitingte yaşananlar yüzünden randevu istediniz ve gittiniz. Oradaki hava nasıldı? Ne dile getirdiniz? Üslubunu eleştirdiniz mi Başbakan’ın merak ediyorum. Maksadım bu gerginliği ortadan kaldırmaktı. O nedenle sonrasında ben basına, hiç kimseye konuşmadım, açıklama yapmadım. O yüzden eleştirildim de, yurttaşlarım da eleştirdi beni. * Bizim hükümet de eleştirdi... Evet. Oysa benim maksadım elbette siyasi bir çıkar değildi, bu kavgayı önlemekti. Görüşlerimi anlattım, size de anlattığım gibi, 1 saat 45 dakika kadar sürdü. Gördüm ki gerçekten duygusal bir durum var. Kırıldı Türkiyeli yetkililer. Bu pankartlardan, kullanılan sloganlardan, yapılan konuşmalardan rencide oldular. Bu da doğal. Ben bunların normal oluşunu inkar etmiyorum. Uzun uzun konuştuk, tabii içeriğini anlatamam. * Paylaşabileceğiniz kadarıyla... O görüşmede sizin de azar işittiğiniz yazıldı... Öyle bir şey oldu mu? Ben azar dinlemek için gider miyim? Randevuyu da ben istedim. Sonuçta benim Sayın Erdoğan ile ilişkilerim çok çok iyidir. Farklı üsluplarımız, farklı davranışlarımız olsa da ben dürüstçe görüşlerimi ortaya koymayı seven birisiyim. Sayın Başbakan’ın hoşuna gitsin diye inanmadığım bir şeyi söylemem. Ben örneğin açıklama yapmak istemememin nedenlerini de anlattım. Çünkü taraf olmak istemedim. Ama bu görüşmenin ardından Sayın Cemil Çiçek’in “Mehmet Ali Talat bizimle görüştükten sonra hiçbir açıklama yapmadı” demesini doğrusu çok yadırgadım.Duyunca şok oldum. En azından bana bunu yapmamalıydı. Benim kendisi ile hiçbir sorunum yok. “Açıklama yapmadı” diyor. İster yaparım ister yapmam, kime ne! Mecbur muyum? Böyle bir kural mı var? Cemil Bey mi söyleyecek bana açıklama yap ya da yapma diye. Ne kadar tuhaf bir şey... Ve dedim ki, “Demek ki ben boşuna uğraşıyorum.” Bu ilişkileri düzeltmek mümkün değil zehabına kapıldım. Kapılır kapılmaz da arkasından parmağım kör gözüne bu büyükelçi değişikliğini yaşadım. * Yani orada anlattıklarınız anlaşılmamış mı? Bir işe yaramamış gibi gördüm. Ve ben açıkça söylüyorum, Türkiye tarafından buraya yönelik yaklaşımlar, üslup ve davranış gözden geçirilmelidir. Bu yolla Kıbrıs Türkü’nü terbiye edeceğini sanan varsa yanılıyor. Bunu açıkça söyleyeyim. Kıbrıslı Türkleri kimse terbiye edemedi. Yanlış anlaşılmamalı, ben birilerine meydan okumak anlamında söylemiyorum bunları ama Kıbrıs Türkü’nün duygu ve düşünceleri nedir, neye önem veriyor bunlar anlaşılmalı. * Türkiye’deki üslup Kıbrıs’ta geçmiyor mu? Sadece üslup değil her şey... Burada Türkiye’deki demokrasi anlayışı geçerli değil. * Burası gerçek demokrasiye daha mı yakın? Çok daha yakın tabii ki. Yani burada cumhurbaşkanını eleştirirsin. Bana küfür ettiler cumhurbaşkanı iken Facebook’ta. Dava bile açmadım. Yani burada olur böyle şeyler ve kınanır tabii. * Dediniz ya bu yolla terbiye edilemez Kıbrıs. Ne olur peki bu son atamadan sonra? Rumlar bayılır bu işe. * Rumlar bayılır da burada ne olur? Tepkisini nasıl koyar Kıbrıs? Doğrusu onu tam olarak bilemem. Ama bir kere eylemler sürer ve çok daha büyük boyutlara çıkar. * Deniz Ülke Arıboğan diyor ki “Mısır’daki gibi olabilir.” Böyle bir tehlike görüyor musunuz? Burada Mısır’la bir benzerlik yok. Orada demokrasi olmadığı için oldu bütün o olanlar. Burada en kötü ihtimalle hükümet istifa eder ve seçim olur. Yeni seçilen hükümet de Türkiye’ye muhtaçtır. Ha ne olur Kıbrıslı daha aza kanaat getirir bu mücadelenin sonunda, kendi yağıyla kendi ciğerini kavurur. Mesela dün akşam bir sendikacı dinledim, “Vermesin para yahu, biz yarı maaşa razıyız. Bize böyle davranmasın parasını istemiyoruz” diyor. Bilmem anlatabiliyor muyum, bu davranış Kıbrıslı Türkleri çok kırdı. Ben daha büyümeden, koştum görüştüm ama anlayış görmedim. Sonuçta bu iş maalesef daha da tırmanır noktaya geldi. * Cemil Çiçek’ten anlayış görmediniz Erdoğan’dan da görmediniz anlamına mı geliyor bu? Hayır, hayır. Orada gayet güzel oldu, her şeyi konuştuk. Ama sonrasındaki davranış hiç anlamadıklarını gösteriyor. Yani anlaşılmadığımı gösteriyor. Ben burada çok eleştiri aldım, niye konuşmuyor diye. “Birinci cumhurbaşkanı konuştu, şimdiki cumhurbaşkanı konuştu, Talat konuşmadı” dendi. Bilerek konuşmadım. Çünkü söylenenleri tasvip etmiyordum. Ha şunu da söyleyeyim bir eleştiri aldım. Niye pankartları eleştirmedi Talat gibi. Yoo, onu eleştirdim. Benim konuşmamam Sayın Erdoğan’ın konuşması sonrası olmadı, onun öncesi oldu. Yani televizyon programına çıktım, bu pankartların uygun olmadığını, taşınmaması gerektiğini, organizasyon komitesinin derhal bu pankartları ellerinden almaları gerektiğini, ama yapmadıklarını, bunun hata olduğunu söyledim. Tayyip Bey konuşana kadar konuştum. Çünkü ondan sonra söylenecek her söz ateşe odun atmak olurdu. * Bundan sonra ne yapılmalı? Şunu diyecek Türkiye. Ben size para veriyorum, yardım yapıyorum. Yine yapmaya devam edeceğim. Ama bu yıl için benim verebileceğim bu kadardır. Buyurun siz yapın paketinizi. Bunu dese sendikalar hayır bana 350 değil 550 ver diye yürüyüş yapamaz. Susacaklar, tamam diyecekler. Ve emin olun toplumsal birliği ve bütünlüğü de sağlayacak bu. Hemen herkes bir araya gelecek göreceksiniz böyle bir şey olacak. Hükümet, siyasi partiler vs ve ortak bir paket hazırlanacak ve herkes kendi fedakârlığını da yapacak. Ben buna inanıyorum. Bu gerilim bu işe de yarayabilir. Ama öyle bir görüntüsü yok. Ama maalesef Türkiye tarafından “Ben zorla, döve döve yapacağım” izlenimi yaratıldı. Eğer buysa niyet bu olmayacak, çok büyük olaylar olacak, kimse de önleyemez bunu.