Bir ay boyunca bir kuruş bile harcamadan yaşayabilir misiniz? Üstelik de bunu Avrupa'nın orta yerinde yapabilir misiniz?
Flaman kökenli üniversite öğrencisi Jill de Graaf, bunun mümkün olabileceğini kanıtladı. 20 yaşındaki genç kız, 30 gün boyunca dükkanların atmaya hazırlandığı gıda maddeleriyle beslendi.
Okuluna ve işine bisikletle gidip gelen Jill de Graaf, bir ay boyunca tek kuruş harcamadan yaşadı.
Genç kız, "beş parasız bir yoksul gibi" sürdürdüğü yaşamının ayrıntılarını günlüğüne not ederek internet üzerinden paylaştı.
Hollanda - Belçika arasında küçük bir köyde dünyaya gelen Jill, çevre konusunda duyarlı bir ailede yetişmiş.
Jill de Graaf'ın yaşama bakışı, Sint Lucas Üniversitesi'nde Grafik okumak için Anvers kentine taşınmasıyla değişmiş.
Okuldan arta kalan zamanlarında bir restoranda çalışmaya başlamış Jill'in büyük şehirde en fazla dikkatini çeken şey, insanların çevreye yaklaşımı ve çöp alışkanlığı olmuş.
Yusuf Özkan'ın BBC Türkçe'de yayımlanan haberine göre, çalıştığı restoranda her gün bir çok yiyeceğin çöpe gitmesinden rahatsız olunca bir şeyler yapmak istemiş.
"İnsanlar, toplumun her kesiminde yaşanan yoksulluk konusunda duyarsız. Oysa çok az harcamayla da yaşanabilir" diye düşünmüş.
"Çöp atma alışkanlığı konusunda insanların bilinçlendirilmesi ve fakirlik konusunda süregelen tabunun yıkılmasına katkıda bulunmak istedim" diyen Jill, kendi sınırlarını zorlamaya" karar vermiş.
Bunun için de Nisan ayı başında, yiyecek alacak parası olmayan insanlar gibi yaşamaya başlamış.
Önce buzdolabını tamamen boşaltmış. "Elimde olan tek şey, başımı sokacak evim ve musluktan akan içilebilir suyumdu" diyor.
"Yeni hayatında" yiyecek bir şeyler bulmak için, önce yaşadığı semtteki gıda ürünleri satan dükkanların kapısını çalmış.
Kullanım süresi dolan gıdalar ya da çöpe atılacak sebze, meyveleri kendisine vermelerini istemiş.
Jill'e göre işin en zor kısım buymuş. İlk gününün oldukça heyecanlı ve "inanılmaz" olduğunu anlatıyor. "Karışık duygular içindeydim" diyor. Birkaç kez vazgeçip geri dönmek istemiş.
Ancak bu durumda projesinin başlamadan biteceğini düşünmüş. Bütün gücünü toplayıp, dükkandan içeri girmiş. "Çılgınca bir deneyimdi. Kapıdan girerken korku ve heyecan vardı. Oradaki bakışları tahmin edersiniz" diye anlatıyor.
Tanımadığı insanlardan artık yiyecek istemek çok zor gelmiş. Yiyecek isteyebilmek için uzun süre kendisiyle mücadele etmiş.
"Bir şey istemek için bir dükkanın önünde durduğum zaman ilk akılama gelen şey dönüp gitmekti" diyor. Birçok insan "Acıyan, aşağılayan, pis bakışlarla" karşılamış Jill de Graaf'ı.
Ama özellikle mahalle aralarındaki küçük dükkanlardan eli boş dönmemiş. Kimi zaman, "Ne istiyorsa verin de gitsin" diye aşağılansa da evine hep eli dolu dönmüş.
Kendisine, dikkat çekecek kadar çok dolmalık biber verildiğini anlatıyor. Patlıcan, patates, elma, brokoli, fasulye, ekmek.. Et dışında, akılınıza ne gelirse vermişler.
Sadece et veren olmamış. Çalıştığı çalıştığı restoranda, iş sonrası bir kap yemek seçme hakkı varmış. O hakkını et yemekleri için kullanarak, et ihtiyacını böyle karşılamış.
Çay, kahve gibi ihtiyaçlarını da iş yerindeki molalar sayesinde bedavaya getirmiş.
Bir keresinde, 1 kilogramlık dondurulmuş somon balığı bile vermişler. Jill için bu tam bir ziyafet olmuş.
Hatta, hiç bilmediği bir çok yiyecekle de tanışmış. Anvers'deki göçmenlere ait bakkal ve manavlar tarafından hiç görmediği sebze ve meyveler verilmiş.
Bu gıdaların nasıl pişirileceği, nasıl yeneceği konusunda internetten uzun araştırmalar yaptığını söyleyen Jill, "Benim için ilginç bir deneyimdi, zenginlikti" diye anlatıyor.
Jill, projesinin tamamlanmasından sonra yeni tanıştığı yiyeceklerin tarifini, kendisine ait blogda paylaşacağını söylüyor.
Projesinin Anvers'teki kültürel farklılıktan nasıl etilendiğini soruyorum. Çok kültürlü bir semtte oturuyor olmasının kendisi için büyük avantaj olduğunu anlatıyor.
Oturduğu Handelstraat'ta göçmenlere ait çok sayıda iş yeri bulunduğunu söylüyor. Onlardan büyük destek görmüş. "Gıdaların çoğunu Faslılar'dan aldığımı söylemek zorundayım" diye konuşuyor.
Ona göre, projenin başarılı olmasında, çok kültürlü bir semtte yaşamasının etkisi çok fazla. "Eğer Anvers'in güneyinde yaşıyor olsaydım projenin sonucu çok farklı olurdu ve çoğu zaman aç kalırdım" diyor.
Yiyecek istemeye gittiği insanların, kendisinin gerçek hayatta açlık sıkıntısı yaşamak gibi bir durumu olmadığını bilmediklerini anlatıyor.
Jill, tanımadığı insanlardan yiyecek isteme konusundaki deneyimlerini de aktarıyor. Buna göre, yiyecek istemek için büyük süpermarketlerden uzak durulması gerekiyor. Çünkü görevliler tarafından derhal kapı dışarı ediliyorsunuz.
Yiyecek istemek için en uygun yerler, mahalle aralarındaki küçük bakkallar ve manavlar.
"Yemek isterken gülümseyin, samimi konuşun" tavsiyesinde bulunuyor. Bir de kılık kıyafetin düzgün olması gerektiğini belirtiyor. "Klişe ama eğer giysileriniz ve görüntünüz çok dağınıksa yiyecek alamazsınız" diyor.
Jill de Graaf, çevre ve yoksulluk konusunda "süslü laflar etmenin" kolay olduğunu ancak gerçek yaşamda herşeyin daha farklı olduğunu belirtiyor. Toplumda "kolayca çöpe atma alışkanlığının"' çok kaba bir hata olduğunu düşünüyor.
Yoksulluk projesi nedeniyle ailesi ve çevresinden olumlu tepkiler almış. Hatta birçok arkadaşını bu şekilde yaşamaya ikna eymiş.
Jill'in "yoksulluk projesi" 30 nisan gecesi sona erdi. Ama o, edindiği deneyimleri sürdürmeye kararlı. Daha az çöp ve daha az harcamayla yaşamını sürdürmek istiyor.
Oturduğu semtteki bir manav, atılacak sebze ve meyveleri kendisi için saklayacağı sözünü vermiş. "Tabii ki bunu kötüye kullanmayacağım, parasını ödeyeceğim" diyor.