16 yazar, 21 yıldır cezaevinde olan müebbet hükümlü Murat Saat'in yaşamını yitirmesi sonrası neler hissetiklerini anlattı. Yaprak Damla Yıldırım, "Vicdanen büyük bir yük hissediyorum. Nasıl hissetmeyeyim? Tertemiz bir insan, bir yazar bir cezaevinin nemli duvarları arasında nefesinden oldu. Biz birbirimizin yazdıkları, çizdikleriyle meşgulken o, kalemini ve kelamını çoğumuza ulaştıramadan göçtü gitti. Hiçbir şey yapamadık. Yapmadık" dedi.
Saat'in, “Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın?” adlı kitabı Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’nce 2014 yılında ödüle değer görülmüştü.
Muharrem Erbey: Hasta tutsakların tedavi edilmeyip cezaevi personelinin ihmali davranışlarıyla ölümünden devlet sorumludur, tiradı yersiz ve manasız kalıyor; yok oluş karşısında varoluşu kutsayan güçlü bir çığlığa muhtacız. Murat Saat'e kalem erbapları olarak acımızdan çok aczimizi iletiyoruz.
Anıl Mert Özsoy: Murat Saat, tutsak, öykücü. 21 yıldır kelimeleri birbirine dikti, rutubetin en tenhasında. Bir fotoğrafı geldi gözümün önüne ilkin, ardından haberi. Kalbi yetmemiş, hastaneye götürülürken, ambulanssız. Kesik kesik. Sessiz sedasız göçmüş. İçime ağır bir taş saldılar sonra, usul usul dibe çöktü. Murat Saat, 21 yıldır özgür dediler, öyküleri hafızama düştü. Şimdi bir avludan çıkar gibi sallanıyormuş ruhu. Yarım kalan öyküleri varmış, aklında anlatamadıklarını ağrısı. Tanış olsak, ki eminiz ikimiz de buna, aynı yola düşmüş iki yoldaş olurduk. Dövüşerek ölenlerden oldu Murat Saat, güneşini kendi çizdi. Şimdi yazdığı bütün öyküler bize en yakın arkadaştır, ötesi özgür bir tabut.
Yaprak Damla Yıldırım: Her şeyden önce Murat Saat'in sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Ve her birinden özür diliyorum. Biz üstümüze düşeni yapmadık. Affetsinler bizi... Murat Saat'i hiç tanımazdım. Kitabını görmedim, adını duymadım, suçunu bilmiyorum. Birçoğunuz gibi ben de üç maymunun üçünü de oynamışım, ne yazık...
Vicdanen büyük bir yük hissediyorum. Nasıl hissetmeyeyim? Tertemiz bir insan, bir yazar bir cezaevinin nemli duvarları arasında nefesinden oldu. Biz birbirimizin yazdıkları, çizdikleriyle meşgulken o, kalemini ve kelamını çoğumuza ulaştıramadan göçtü gitti. Hiçbir şey yapamadık. Yapmadık.
Ne mi yapabilirdik? Cezaevinde inanılmaz baskılar altında yaşamaya ve yazmaya çalışan Murat Saat'e mektup yollayabilirdik. Dışarıda çoğunlukla sosyal medya aracılığıyla kurduğumuz sahte iletişimin gerçeğini onunla kurmuş olurduk böylece. Yazdıklarını okuyup fikir alışverişinde bulunabilirdik. Kaldığı cezaevinin koşullarını öğrenip mahkumların uğradığı haksızlıkların, onlara yapılan kötü muamelenin, devam eden ihmallerin hesabını sorabilirdik. Yahut havadan sudan bahsedip kafa dağıtmasını sağlardık, ne bileyim... "Biz buradayız." demiş olurduk "Sen de oradasın, biliyoruz, unutmadık. İçini ferah tut."
Hiçbirimiz düşünmedik. Hiçbirimiz aklımıza uzaklarda bir yerlerde elinde kalemiyle özgürlük umudu arayan bir yazarın olabileceğini getirmedik. Özgür (!) dünyamızda pek kıymetli (!) eserlerimizle meşgulken, tutsak edilenleri görmemek daha kolaydı çünkü. Bilmiyordum, diyerek vicdan yükünden kurtulmak daha kolaydı.
Oysa onlar ölürken bir ambülans bile çok görülüyordu onlara. Bizse sesimizi çıkarmıyorduk. Murat Saat için artık çok geç. Saatlerce yaşam mücadelesi verdi, saatlerce direndi ölüme ve onu ölümün kucağına atan devlete. Ancak maalesef ölüm galip geldi. Şimdi artık bahanemiz yok. Cezaevlerinde OHAL faşizminin insanlık dışı koşullarında tutsak birçok yazar ve şair var. Murat Saat için yap(a)madığımızı onlar için yapmak zorundayız. İsimlerini öğrenmek, kitaplarını bulmak, seslerini duymak zorundayız.
Vicdanının sorumluluğunu alabilen herkesi, özellikle yazar ve şairleri, cezaevlerine mektup yazmaya çağırıyorum. İçerideki dostlarımızın bizlerle mektuptan başka, yazmaktan başka iletişim kurma yolu yok. Ucunda okuyan olmadıkça bunların da işlevi yok. Yok. Murat Saat'in acı ölümünden sonra utancımızdan yerin dibine girmiş olmalıyız. Yeniden ışığa çıkabilmek için gelin birlikte ulaşalım uzun zamandır yokmuş gibi davrandığımız onlarca yazar ve şaire. Sesini duyuramayanların sesi olmak zorundayız.
Göksu: Murat Saat’i kitabı ve haksız ölümüyle tanıdım. On sekiz yaş ve zindanda geçen yirmi beş yıl. Okuması ve yazması ne kadar kolay. Yaşaması ya; her gün direnerek. Nibel Genç’i düşündüm hemen. Mısır Koçanlarını Kızartan Koku’nun yazarı. Haydar Demir ve başkaları. Edebiyatçı kimlikleriyle kültürümüze katkı sunanlar. Murat kitabıyla yaşayacak. Diğerleri için geç olmadan. İçerdekilere ses verin!
Burhan Sönmez: Cezaevlerinde uzun süreli mahkumiyetleri olan pek çok yazar bulunuyor. Sami Özbil, Ayhan Kavak, Nibel Genç gibi isimler, hem cezalarını yatıyor, hem de sağlık sorunlarıyla uğraşıyorlar. Cezaevlerindeki genel bir sorundan söz ediyoruz. İhtiyaçlarının karşılanmaması, cezanın üstüne fazladan kısıtlamalara maruz kalmaları, her gün duyduğumuz şeyler. Murat Saat genç yaşta, önlenebilecek bir rahatsızlıkla hayata veda etti. Neden hapse girdiğini bilmiyordum, ama ona neden ihtiyacımız olduğunu biliyordum: İyi bir zihne ve iyi bir kaleme sahipti. Şimdi o kalemi yitirdik.
Murat Uyurkulak: Ömrünün yarısından fazlasını zindanda geçiren hikâyeci Murat Saat’i kaybettik. “Yüz yıllardır ağır zincirlerle bağlı bir köle kadar yorgundum,” diye yazmış, “Yoksa Sen Benim En iyi Arkadaşım mısın?” adlı ödüllü kitabında. Belli ki çok yorulmuş, dayanmamış kalbi. Belki biraz daha direnebilirmiş, ama o ihtimali de devlet, Murat Saat’e bir ambülansı çok görerek, krizin vurduğu hassas gövdesini bir ring aracının kasasına atarak ortadan kaldırmış.
Biz bu zalim devletin kimlerin başını okşayıp, kimlerin canına kayıtsız kaldığını on yıllardır biliriz. Makbul evlatlarına kol kanat gererken, yaşama hakkını kimlere çok gördüğünü çok iyi biliriz. Murat Saat hikâyeleriyle sesini duvarların arkasına taşımayı başarmıştı, gövdesini dışarı çıkarmak içinse canını vermesi gerekti. Tıpkı, hapishanelerde ağır hastalıklardan mustarip olduğu halde, devlet görmezden geldiği için hayatını kaybeden onlarca insan gibi. Daha yüzlercesi var, her sabaha ölümün nefesini yanı başında duyarak uyanan. Can feryadı duvarlara çarpıp paramparça olan... O insanların sesi olmak zorundayız. Bunu yapmazsak, topumuz daha beteriyle; korkuyla, çürümeyle, utançla malul olacağız. Ruhun şâd olsun Murat Saat!
Yasemin Yazıcı: Hapisteki hayatlar, aslında iktidarların tutumunu, hal ve gidişini yansıtır.Kimi insanların da gerçek bir parçasıdır, can acısıdır.Sokakta ya da evde kalp krizi geçiren insan için yapılması gerekenler, eğer bir tutuklu için geçersizse, adalet herkes için eşit değildir.Bunlar temel insan haklarıdır. Aksi, ayrımcılık yapmaktır.Bu da bir suçtur.Nedeni ne olsun hapse attılan kişi, devletin sorumluluğundadır.Onun temel haklarını korumak zorundadır.Üstelik, son yıllarda, savcıyla suçlunun neredeyse bir nöbet değişimine dönüşen tutuklama halleri, hukuksuzca yapıldıkça, bugün egemen taraf için kazanım gibi gözükebilir, ama sonu hep beterdir.Önce insan var, yoksa, adalet kimse için yoktur. Son sözü, ölümüyle bize yeniden adaleti sorgulatan Murat Saat'e bırakıyorum.Öyle ki , bundan sonra artık konuşamaz "Hapishane türlü mekanizmalar yoluyla iktidar uygular size. Dahası, zamanla bu mekanizmaları unutturmak ister. Bunu başarırsa bu mekanizmaları ve içinde bulunduğunuz mekânı karakteriniz addetmeye başlayabilirsiniz. Sanırım ben yazarak ilk önce, buraya ait olmadığımı söylemeye çalışıyorum. Bu mekânın benim karakterim olmayacağını, bunu kabul etmediğimi ilk önce kendime tekrar tekrar hatırlatmak istiyorum. Bu şekilde başka hayatları yazarken kendimi var ediyorum aslında."
Sezai Sarıoğlu: Bu ölümün bana ilk hatırlattığı; içeride ve dışarıda cezaevlerinde "rehin" olduğumuz gerçeğidir. Bıktırıcı analizler ve "yüksek siyaset" yapmak yerine Edip Cansever'in "Kırılmak ama birlikte / Birlikte ama kırılmamak" dizelerinin ve Cemal Süreya'nın, "Yaban ördekleri donmasın diye/ Suya nöbetleşe kanat vururlar" dizelerinin izini sürmek yeterli. Yaralarının ve öykülerinin beyanı esastır... Toprağı öykü ve şiir...
Burak Abatay: 21 yıldır özgürlüğünden yoksun olan Murat Saat, ambulans yerine ring aracıyla götürüldüğü hastanede hayatını kaybetti. Bu ilk değil elbette. Yüzlerce sanatçı, yazar, gazeteci ve düşünür şu an fikirleri sebebiyle tutsak. Onlara hak görülen koşullar ise ne yazık ki Murat Saat’in de ölümüne yol açan sonlara sebep oluyor. Saat’in “Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın?” adlı kitabını yayımlayan Dedalus’un kurucusu Sedat Demir’in kitabın tanıtım bülteninde yazdığı şu satır gerçekten çok kıymetli: “Edebiyat adına, bir okur olarak, size teşekkür ederim. Hüzünle gülümsüyorum.” Hüzünle gülümsememiz şimdi kapı eşiklerinde ağıt, sokaklarda ise öfkemiz. Murat Saat’in sonu hiçbir düşünce tutsağının daha sonu olmasın diye davranalım daha çok. Tıpkı Saat’in şu sözlerinde olduğu gibi geleceğe umut edelim: “Kim kimde avunacak bir yara bulursa o en iyi arkadaşı sanki.”
Belma Fırat: Murat Saat "öykülerinde yaptıklarından dolayı vicdanı yaralanmış kişilerin telafi öykülerini yazdığını söylemiş. Soruyoruz şimdi. Devletin vicdanı var mı? Murat Saat'e ve sağlık sorunları yaşayan diğer mahpuslara reva görülen muamelenin telafisi var mı? Sağlık en temel insan hakkı. İhmal cinayettir.
Sibel Öz: Biz çıktık. Çıktık mı ki? Geride arkadaşlarımızı bıraktık. Hapishanelerde… Okuyan, yazan, üreten, her şeye rağmen direnen arkadaşlarımızı… Havalandırma göğüne türkülerini, gülüşlerini, düşlerini, hayallerini emanet edip de, ele güne karşı kederlenmeyi, ah etmeyi ayıp sayan o güzel arkadaşlarımızı. “Biz yatarız, direniriz, siz üzülmeyin, dert etmeyin” diye sevdiklerini teselli edecek kadar durumun dramatize edilmesinden rahatsız olan o eğilmez arkadaşlarımızı… Taş bile çürür, o ıslak, rutubetli, küf kokan duvarlar ardında. Onlar çürümedi, çürüttüler tüm yenilgi teorilerini.
Biz çıktık. Çıktık mı ki? Çıkabilirdik… Hepimiz! O demir kapılar açılsaydı, dışarısı da bir hapishaneye dönüştürülmeseydi. Ölümler bitseydi. Bitseydi… Bitmedi. Canavar açtı yine o korkunç ağzını, içimizden birini daha aldı bugün. En yakışıklımızı, en hayalcimizi, kalemiyle duvarları utandıracak denli güzel dünyalar kuran en yeteneklimizi… Murat’ımızı… Murat öyküler yazıyordu. İlk kitabıyla ödül almış, kitap okurunu bulsun istemişti. Tıpkı Nibel Genç gibi, Rojbin Perişan, Sami Özbil, Yalçın Hafçı, Murat Türk, Nevzat Güngör gibi… Murat’a müebbet veren “adalet”, onun can güvenliğini sağlamadı. Murat’ı kaybettik. Milyonlarcamız bilmeyecek bu ölümü. Çok azımız bilecek, haykıracak, hatırlayacak. Sonra? Nibel, Sami, Rojbin, Yalçın, Murat, Nevzat… henüz yaşıyorlar, hapishanede kitaplar yazıyorlar. Seslerini duyalım, onların “en iyi arkadaşı” olalım. Murat Saat’in, kitabına adını veren “Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın?” sorusu cevapsız kaldı. Geride kalanların ellerini tutmak, bırakmamak bu kadar zor olmamalı.
Mehmet Ergün: “Sanırım ben yazarak ilk önce, buraya ait olmadığımı söylemeye çalışıyorum. “ İyi bir yazarı okuduğunuzu hemen ilk sayfalarda hisseder, onun dil, hayal evreninin parçası olursunuz. Murat yirmi bir sene, insandan toplumdan yalıtılmış bir hücrede, tek tip bir dünyada yeni dünyalar, evrenler, insanlar yarattı kendine, oraya ait olmadığını önce kendine söyledi. Kitabını okuduğumda özgür, yaratıcı bir insanın sesini duydum bir müebbetliğin değil. Hiç kolay değil insanın kendine ait sesi bulması; o sesi koruyabilmesi, ona şekil verebilmesi zor çok zor. Şimdi o ses sustu. Biraz daha karanlık, sağır dünya. Az biliyoruz cezaevindeki yazarları hâlbuki çoklar. Hasta mahpusların sesleri bastırılmış bir intikam duygusunun içinde boğulup gidiyor. Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü…
Sibel Yükler: 21 yılı hapis altında geçmiş. Düşünce suçlusu. Mahkemeler, insan hakları ve özgürlük dediği için suçlu gördüğü insanlara ağırlaştırılmış müebbet verirken ne düşünür acaba? "Bunun kaç yıl daha ömrü vardır ki." Murat'tan ömrünü, baharını, yazını, kışını çalanlar hasta mahkum olarak bu hayattan göç etmesinin de tek sebebidir. O'ndan her şeyini çalmaya çalışanlara, yaşamının ve zihninin en berrak cevabını öyküleriyle vermişti. Bir müebbetlinin dışarıya çıkarabildiği o kitap, sonsuza kadar yaşayacağının ve ruhunun özgür olacağının belgesidir. Değiştiremediğimiz ve özgürleştiremediğimiz her günün için bağışla, Murat.
Altay Öktem: Bu ülkenin, bu büyük hapishanenin içindeki daha küçük boyutlu hapishanelere sığdırılmış ne çok yazar var. Murat Saat de onlardan biriydi. Daha 18 yaşındayken, siyasi gerekçelerle ömrünün geri kalanına “el koyulmuş”tu. Bugün kaybettik onu. “İki dünya arasında süreklileşmiş sınır ihlalleri buluyorum yazdıklarımda” diye tanımladığı öyküler bıraktı ardında. Öykülere, şiirlere demir parmaklıklar, beton duvarlar kâr etmez. Aynı şair İlhan Sami Çolak’ın şiirleri gibi, Murat Saat’in öyküleri de çoktan dışarıya çıktı, çoktan içimize işledi bile.
Ayşegül Tözeren: Bazı yazarlar hikâyelerini hep ters köşeden kurarlar… Murat, öyleydi. Yirmi yılı aşkın süredir, mahpustu. Öykülerinde sokağı, mahalleleri, gemi yolculuklarını, uzak ülkeleri anlatıyordu. Evet, Murat yıllardır mahpustu, demir parmaklıkların ardındaydı. Onun dilinden gardiyanların hikâyelerini hiç okudunuz mu, peki? Öylesine insani bir damardan alıp anlatmıştı ki… Murat Saat önyargılarınızı paramparça eden bir yazardı. “Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın?” sorusunu başlıktan sorduğu ilk kitabında, zincir öykülerle bir roman kurmuştu. Metni, öykü ile roman arasındaki bir sınır ihlalcisiydi. Murat Saat’in ilk kitabı, Türkçe edebiyatta türlerarasılık açısından da ilktir, hem öyküdür, hem romandır. İkinci kitabını da yayınevine yeni iletmişti Murat, heyecanlıydı. Bahar, Murat Saat’in yeni romanını getirecek… Biliriz has edebiyatın hükmü müebbettir sadece.
Veli Saçılık: Tek tip insan, hücre tipi yaşam dayatanlar cezaevinde bir insansın daha ölümüne sebep verdiler. Murat Saat'i ambulans yerine ring aracı ile hastaneye götürerek ölümüne sebep oldular. Belki kalp krizi geçirdiği andan sonra beklettiler, belki ellerini kelepçelediler. Belki diyorum ama aslında öyle yaptıklarını deneyimlerimden biliyorum. Cezaevinde bir cinayet daha işlendi ve tarihe istatistik olarak geçti.