Hikmet Uluğbay'ın intihar girişimi sonrası yaptığı yazılı açıklama

(15.9.1999) 6 Temmuz’u 7 Temmuz’a bağlayan gece yarısı yaşamıma son verme girişimim konusunda kamuoyuna bilgi sunmam gerektiği anlayışı ile bu basın açıklamasını hazırlamıştım, ancak, ülkemizin yaşadığı büyük deprem felaketi ortamında dağıtımını ertelemenin daha uygun olacağını düşündüm. Ülkemizde yaşanan ve ulusumuzu büyük kedere ve acılara boğan deprem felaketinde yaşamlarını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve metanet, yaralılara acil şifalar dilerken tüm vatandaşlarıma geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Açıklamalarıma başlarken, öncelikle, bana ilk müdahaleyi yapan ve Başkent Üniversitesi Hastahanesine kadar refakat eden Ankara Trafik Hastahanesi doktorlarına ve Başkent Üniversitesi Hastahanesi’nde yapılan acil müdahale ile yaşamsal tehlikeyi atlatmamda ve sonrası tedavide emeği geçen tüm sağlık personeline başta sayın Rektörleri Prof Dr. Mehmet Haberal olmak üzere teker teker kendi adıma ve ailem adına gönülden teşekkürlerimi sunmak isterim. Aynı şekilde, olayı izleyen saatlerden başlayarak, Hastahane’ye gelerek, telefon ederek, fax, telgraf, mektup ve çiçek göndererek, basında yazı yazarak iyilik dileklerini günlerce ifade eden başta Devlet erkanı olmak üzere, tüm dostlara, basın mensuplarına ve vatandaşlarıma içtenlikle verdikleri moral ve destek için kendi adıma ve ailem adına gönülden teşekkürlerimi sunarım. Açıklamalarıma, bugüne değin basında yanlış olarak yer alan bazı bilgiler konusunda doğruları belirterek devam etmek istiyorum. Olayın yer aldığı günden, bu basın açıklamasının yapıldığı ana kadar ne tarafimdan ne de aile bireylerim tarafindan basın ve yayın kuruluşlarına her hangi bir açıklama yapılmadığını da başlangıçta belirtmeyi gerekli görmekteyim. Her şeyden önce bir hususun altını çizmek isterim ki, otuz yıla ulaşmış çok mutlu bir evlilik yaşamım, sevgi ve saygının her boyutu ile her anma hakim olduğu bir aile ortamım vardı ve bundan böyle de daima öyle olmasına tüm aile bireyleri olarak hep birlikte aynı özeni göstermeye devam edeceğiz. Bu nedenle eşimle ve çocuklarımla tartıştığım yolunda yer alan bilgiler tümüyle çirkin bir hayal ürünüdür ve aile olarak hepimizi derinden üzmüştür. Yaşamıma son verme kararını aldığım sırada, eşim salonda uykuya dalmıştı, oğlum da kendi odasında istirahate çekilmişti. Yatak odasına giderek, silahımın horozunu kaldırıp çenemin altına dayayarak ateşledim. Aldığım yara üzerine yatak üzerine düşmüşüm ve ancak hayatta olduğumu fark ettim ve silahımı yerden alıp, horozunu yeniden kaldırarak çene altına tekrar ateş etmeyi denedim, ancak gücümü yitirmiş olmalıyım ki, tabancayı doğru yerde tutamadığımdan ikinci kurşun vücuduma isabet etmemiş. Silah seslerini duyan Oğlum ve eşim telaş içinde yanıma geldiler ve derhal hastahaneye götürülmem için girişimlerine başladılar. Bazı basın organlarında ileri sürüldüğü gibi, girişimim öncesi hiç bir mektup ve yazı hazırlamış da değildim. Girişimim öncesinde sadece, saat 22-23 arasında telefon eden Maliye Bakanımız Sayın Sümer Oral ile bütçe ve ekonomi üzerinde sohbet ettik ve kısa sürede bir araya gelme konusunda sözleştik. Bu telefon görüşmesi dışında, basında tahmin olarak ileri sürüldüğü gibi kimse ile görüşmem ve tartışmam da olmamıştır. Yine basında yer aldığı gibi, olay günü veya gecesi Sayın Başbakandan randevu isteyip alamadığım veya görüşmeye çalıştığım da doğru değildir. Sayın Başbakan her görüşme talebimi her zaman derhal kabul etmişlerdir. Bu arada, Sayın Başbakan’ın bana Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan aracılığı ile “biraz dinlenme” önerisi ilettiği de yanlış yansıtılmış ve yorumlanmıştır. Sayın Başbakan ve Sayın Özkan’ın yanında eşim de iş yoğunluğum ve yorgunluğum nedeni ile hiç olmazsa hafta sonlarında Ankara dışına çıkıp dinlenmemi tavsiye ediyorlardı. Bu konuları Sayın Özkan’la görüştüğümüzde, bir hafta sonu benim, bir hafta sonu onun Ankara dışına gitmemizin yararlı olacağına da karar vermiştik. Nitekim, o hafta sonu biz Bodrum’a gidecektik ve eşim de uçakta yer ayırtmıştı. Görsel ve yazılı basına da yansıyan ANAP Genel Başkanı Sayın Yılmaz’ın Grup toplantısında yaptığı konuşmada, IMF belgesini benden aldığını söylemesine üzüldüm, ancak sonra yaptığı açıklamalarında, benden belge değil liderler toplantılarında bilgi aldığını belirtmiştir. Hükümeti oluşturan partilerin Genel Başkanları ile yapılan iki toplantıya da katılan Sayın Mesut Yılmaz, diğer liderler ile birlikte, IMF görüşmeleri konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilmiştir. Zira IMF ile görüşmeler, koalisyon Hükümeti adına tarafımdan yapılmakta idi ve koalisyon partilerinin liderlerinin görüşlerini almam gerekirdi. Ne bu toplantılar öncesinde, ne toplantılar sırasında, ne de sonrasında, hiç bir lider belge talep etmediği için kimseye de doğrudan veya dolaylı olarak belge verme gereği doğmamıştı. Eğer böyle bir istek, bir liderden gelmiş olsa idi, koalisyon ortağı tüm liderlere aynı belgeyi aynı anda sunmak durumundaydım. Bu arada, yine basında yer alan haberlerde, Hazine Müsteşar’lığına yapılan atamada görüşümün alınmadığı da ileri sürülmüştür. Hazine Müsteşarlığı görevi, tarafımdan Sayın Demiralp’e IMIF görüşmeleri öncesinde önerilmiştir. Hazine Müsteşarlığına atama işlemlerindeki gecikme, seçim sonrasında yeni hükümetin kurulmasını beklemenin siyasi nezakete uygun düşeceği anlayışımdan ve Hükümet kuruluşunun hemen arkasından IMF görüşmelerinin yer almasından kaynaklanmıştır. Ayrıca, o tarihte Müsteşarlığa vekalet eden Sayın Sel, JMIF ile yapılan bir seri görüşmelere başından beri katılmış konular hakkında birikimli bir bürokrattı. Nitekim atama işlemi görüşmelerin tamamlanmasından hemen sonra gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan, Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan ile tartıştığımız yolundaki haberler de gerçek dışıdır. Nitekim eşim olay sonrası ambulansı çağırdıktan sonra ilk olarak Sayın Özkan’ı aramış ve hemen gelmesini istemiştir. Sayın Özkan politik yaşama girdikten sonra kazandığım değerli bir dost ve arkadaşımdır. Basında yer alan çeşitli haberlere ilişkin doğruları açıkladıktan sonra, şimdi beni yaşamıma son verme kararına getiren hususlar konusunda da kısaca bilgi sunmak istiyorum. Yaşamım boyunca kamu görevinin çeşitli kademelerinde görev ve sorumluluklar aldım, bu çerçevede stresli yaşam dönemlerim de oldu, ancak, tüm bu süreçten sanırım başarılı bir sınav vererek çıkabildim. Yaşamım boyunca her kademedeki her türlü görevin güçlüğünden hiç bir zaman yılmadım, bu görevleri başarabilmek için var gücümle çalışmayı kendime ilke edindim. İki yılı aşan bakanlık görevimin Milli Eğitim Bakanlığı döneminde aldığım kararlar ve uygulamalarım nedeniyle yoğun bir eleştiri ve stres ortamında çalışmama rağmen kararlı tutumum herkesçe bilinmektedir. 56 ve 57 nci Hükümetler çerçevesinde, ekonomik konulardaki görevimi de stresin farklı boyutta yoğunlaştığı bir ortam olmasına rağmen aynı kararlılık ve azimle çalışmalarımı sürdürdüm. Bu dönemde bir yandan dünyadaki krizin ülkemiz reel sektörüne yansıması, diğer yandan da kamu mali dengelerindeki olumsuz gelişmeler ekonomi yönetiminde çok dikkatli ve özenli olmayı gerektirmekte idi. Ayrıca, normal görevlerime ek olarak koalisyon kurulması sırasında aldığım görev de yorgunluğumu arttırmıştı. Diğer taraftan, bana bağlı kamu kurumlarında devam etmekte olan çeşitli soruşturmalar ve incelemelerin yanında, basında bazı bürokratlar ile ilgili olarak yer alan ve yıpratıcı nitelikli çeşitli iddialar da bürokrasinin huzursuz bir ortamda çalışmalarını sürdürmesine neden olmakta idi. Mesai arkadaşlarımın huzursuz olmaları beni de huzursuz etmekteydi. Bunlara ek olarak, sorunlu her sektörün içine düştüğü ekonomik sıkıntı için, Devletten parasal çözüm istemesi ve beklentisi de kamu yönetimi üzerindeki psikolojik baskıyı yoğunlaştırmakta idi. Ayrıca, ülkemiz kamu sektöründe kronik hale gelmiş sorunların çözümü için Hükümetimizce yapılması gerekli görülen reformlar konusunda, çeşitli kesim ve grupların ekonomide kalıcı uzun vadeli çözümler etrafında biraraya gelmekten çok, bu reformları engelleme yolundaki tutumları da çalışma şevkimi olumsuz yönde etkilemekte idi. Bunlara ek olarak siyasi partilerin ülkemizin yıllardır sıkıntı çektiği, başta ekonomik olanlar olmak üzere, çeşitli sorunlara yönelik reformlara, acilen çözüm üretilmesi gereken konular olarak bakmak yerine, iktidar-muhalefet çekişmesi açısından yaklaşması da toplumda gereksiz gerilim artışı ve zaman kaybına yol açtığı düşüncesinde idim. Diğer taraftan, Uluslararası Para Fonu ile yapılan görüşmelerin temposu da son derece yoğun ve yorucu geçmişti. Karşılaştığım sıkıntıları ve sorunları kabine ve mesai arkadaşlarımla paylaşmak yerine çoğu kez kendime saklamayı tercih etmem nedeni ile yıpranma sürecimin hızlandığını sanıyorum. Bu yorucu çalışma ortamı içerisinde, beslenme, dinlenme ve uyku düzenimde de aksamalar oldu. İçinde bulunduğum bu ortam, faydalı hizmet üretebilme umudumu olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Bu yöndeki düşüncelerim son günlerde yoğunluk kazanmıştı ve 6 Temmuz gecesi doruğa ulaştığı için, o gece yaşamıma son verme kararı aldım ve uyguladım. Ancak Allah’ın bir lütfu olarak, girişimim başarısızlıkla sona erdi. Bu noktada, yaşamıma son verme girişimi yerine niçin istifa etme yolunu tercih etmediğim sorusu akla gelebilir. Ancak Sayın Başbakan’ın, bana duyduğu güven nedeni ile, istifamı kabul etmesini olası görmüyordum. Geriye dönüp baktığımda, aldığım ve uyguladığım kararın akılcı olduğunu savunabilmem mümkün değil. Ancak, gerilimin doruğa ulaştığı anlarda, rasyonelliği ön plana çıkarabilmek demek ki her zaman mümkün olamıyormuş. Benim yaşadığım bu olay bana en azından bazı şeyleri öğretti; birincisi, çalışma kadar dinlenmeyi bilmenin sağlıklı yaşam için yaz geçilmez bir kural olduğunu, ikincisi, sorunları kendi iç dünyamızda biriktirme yerine paylaşarak çözüm üretmenin gerçekçiliğini ve üçüncü ve en önemlisi ise, insanların fikirlerini ifade ederken sözcüklerini büyük özenle seçmeleri gerektiğini. Bu arada sağlığımla ilgili herhangi bir sorunum kalmadığını da memnuniyetle belirtmek isterim. Açıklamalarımı burada tamamlarken, yaşamıma son verme girişimim nedeni ile hayal kırıklığına uğrattığım, aile bireylerim, dostlarım, çalışma arkadaşlarım, siyaset arkadaşlarım ve seçmenlerimden özür dilemeyi bir görev bilirim. Yaşamımın bundan sonraki bölümünde onları yeni bir hayal kırıklığına uğratmamak üzere çalışmalarımı kararlı bir biçimde sürdüreceğime güvenmelerini diliyor ve en içten saygılarımı sunuyorum.